"Bu sabah kahveni nerede içtin?" diye soruyor Desti...
"Keşke orada olsaydım!" diyor...
"Televizyondan izledim Yeşil Hattı geçenleri, bütün gece ağladım... Ne gender, ne feminizm, önemli olan bu ülke..." diye yazıyor....
Berlin'den, Agni'den bir mesaj:
"Biletimi kestim geliyorum! Seni Alona'ya götüreceğim!" Bir süredir "Üzgün Kızların Gizli Tarihi" başlıklı kitabı "yasaklansın" diye rejimin kampanya yürüttüğü arkadaşım Neşe Yaşın şu anda İstanbul'da, biletini kesmiş Kuzeye geliyor Kıbrıs'ın güneyinde yaşayan Neşe, şimdi kuzeyden güneye geçecek, belki gidip evine bakacak, sonra kuzeye dönecek... Barikatlar açılmadan önce bölünmüş başkent Lefkoşa'nın bir yanından öteki yanına ulaşmak için kuzey Lefkoşa'dan İstanbul'a, oradan Atina'ya, oradan Larnaka'ya uçması ve sonra güney Lefkoşa'ya ulaşması gerekiyordu... Bu neşeli hengameli barikat hallerini kaçırmak istemiyor!
Elbette!... Yeryüzünün en eğlenceli arkadaşlarından biridir Neşe - onunla birlikte düzenlediğimiz atölye çalışmalarını öyle çok özledim ki! Şimdi tam zamanıdır - Neşe'yle birlikte müthiş bir atölye çalışması hazırlayıp kadın gruplarını tartışmaya teşvik etmeliyiz:
"Sınırlar kalktı mı gerçekten? Yüreğinizdeki duvarlar? Kafanızdaki dikenli teller?... Sınır bekçileri kimler ve neler? Onlarla nasıl mücadele edilir? Kadınlar olarak bu sürece nasıl bir katkı yapabiliriz?" ... Bu tarz birşeyler...
Köln'de Slav dilleri uzmanı tarihçi arkadaşım Diana'dan komik bir mail geliyor:
"Denktaş'ı affetmeyeceğim! Yaptığı kötü bir şakaydı: Tam adadan ayrıldım, sınırları açıverdi! Unutmayacağım! I will not forget!.."
Şimdi "sınırlar" geçirgen: ikinci bir "emir"le "sınırlar"ın kapanmasından korkan herkes barikatlara yükleniyor... İnsanlar kuzeyden güneye, güneyden kuzeye seller gibi akıyor - gençler, orta yaşlılar, torunlarıyla birlikte yaşlılar... Çoluk-çocuk herkes...
Haftasonu sınırlar patlayacak çünkü en az 10 bin kişi bekleniyor: Daha bu sabah güneyden kuzeye uzanan beş kilometrelik bir kuyruk vardı. Türk makamlar sabah saatlerinde kuyruğa giren Kıbrıslırumların araçlarına ancak akşam saat 5'te "geçiş izni" veriyor... Maria gelecekti, sabahın köründe 300 arabanın kuyrukta olduğunu görünce ürktü. Zaten annesi hastanedeymiş... "Belki Pazartesi" diyor...
Pile barikatında öğle saatlerinde 700 araçlık bir kuyruk sıra bekliyordu... İnsanlar kuyruklarda perişan ediliyor - kendi topraklarında 29 yıl aradan sonra seyahat etmek uğruna bu işkenceye katlanıyorlar...
Pazartesi Nana gelecek, çoluk çocuk... Lapta'ya gidecek... Yarın Katerina annesi babası ve kardeşiyle geçecek, St. Hilarion'a tırmanmaya, Bellapais'te kırlangıçlara bakmaya, Girne limanında bir kahve içmeye gidecek... Bugün Nikos buralardaydı, son duyduğumda St. Barnabas Manastırı'na bakmaya gitmişti, görüşemedik - Çarşamba günü Myrka gelmişti, Digomo'ya evini bulmaya gitmişti - Kaymaklı'da annesinin evinden çiçekler toplamıştı...
Akşam yemeğinde sarhoş gibiydi...
"Ne hissediyorsun Myrka?"
"Başım ağrıyor sanki... Sanki rüyadayım...Ama bir bilsen! Çiçekler topladım annemin evinden!..."
Gülümsüyor, o gizemli gülümsemelerinden biri bu. Yalnızca kendi bildiği ve karar verdiğinde bizimle paylaşacağı bir sırrı saklarcasına... Cep telefonundan Meksika'daki kızını arıyor... Onu bulamıyor... Myrka'yı anlıyorum: Kızına kuzeyden telefon etmek, burada olduğunu söylemek... Ama buradan, tam bu noktadan telefon etmek... Bugün yarın kızını alıp gelecek Myrka - ülkesinin bunca yıl yasaklanmış yarısını koklamaya...
Ben henüz geçemedim... Canyoldaşımın deyimiyle yıllardır "sınırların" kaldırılması için mücadele edip ağır bedeller ödeyen "hainler" ve "komünistler" en son geçecek "sınırı" - şimdilik "sınırı" geçmeye çalışan binlerce sade yurttaşın arasına karışıp ön saflarda koşanlar "milliyetçiler" ve "şovenler"...
"Hain" diyorlardı...
"Elinizi ayağınızı kıracağız"
"Kollarınızı koparacağız"
"Mandacılar" diyorlardı
"Avrupa uşakları, Rum uşakları"
"Aranızdan 100 kişi bu topraklarda barış anlaşmasının imzalandığı günü göremeyecek!"
"Burayı kan gölüne çevireceğiz!"
"Dilinizi koparacağız!..."
Altı sütuna manşetlerden fotoğraflarımızı yayımlayıp soruyorlardı:
"Ülkü Ocakları nerede? Türk-Bir nerede? Niye icabına bakılmıyor bunların?!..." Şimdi vatandaşların arasına karışıp "sınırlar"dan geçiyorlar, ünlü Rum konyakları 31, VSOP, Anglia'nın kuzeydeki acenteliğini alabilmek için anlaşma bağlama girişimleri yapıyorlar...
Ledra Caddesi'nde dolaşıyorlar, alışveriş yapıyorlar, oturup 31 içiyorlar bir kafede, sigaralarını tüttürüyorlar... İş bağlama hesapları yapıyorlar... Ortak işler kurma, acentelik alma, açılan "sınırlar"dan rant elde etme... Ganimet devri bitti, bir rüzgar esti, bir talimat geldi, onların boyunları kıldan ince: Efendiler ne derse o olur! Kendi fikirleri, kendi ruhları yok: Ruhlarını çoktan satmışlar şeytanlara...
Yıllardır gazeteci kimliğimle geçebiliyordum güneye - tek istediğim barikatlardaki yük hafiflediğinde, arkadaşım Keti'yi görmek, onunla Larnaka'da deniz kenarında oturup konuşmak, yanımda oğlum ve canyoldaşım da olsun, onun yüreği yaralı kocası Panikos da olsun, kızları Xenia ve Maria da... Gidip bir yerlerde sibya yiyelim, arada barikatlar, dikenli teller olmadan arkadaşlığımızı normalleştirelim. Normal arkadaşlıklar nasılsa öyle olsun arkadaşlığımız...
Oğlum Keti'ye bir mail atıp onu akşam yemeğine çağırıyor ailesiyle... Keti gelebilirse, onun için harika yemekler hazırlayacağız, hava güzel olursa azıcık bahçede oturacağız - bu evde, bu sokakta, bu şehirde, bu topraklarda yaşanmış acıların tanığı yaseminin altında...
Hindistanlı küçük fil, incir ağacının üstünde ufak bir esintiyle sallanacak: rüzgargülleri farklı sesleriyle Çağlayan'ın sessizliğini vurgulayacak... Bütün gün bahçede dolaşıp, gül ağacının altında uyuyan, sıcaktan bunaldığında havuza atlayan kaplumbağacık Don Piedro'ya bakacağız... Maria'ya ceviz ağacını göstereceğim, saat çiçeğini, havuzdaki neşeli balıkları, yaşlandıkça avlanmaktan vazgeçip kapıda oturup bekleyen ve kendini bu eve aitmiş gibi hisseden Yastık adlı kediyi... Onun bulup getirdiği yaygaracı küçük tekir kediciği - eve kabul edilmek için ısrarını sürdüren bu kedicikler, kayıp kedim Küllü'nün yerini alacakmış gibi geldiğinden bir türlü yüreğim razı olmuyor
"Ey" demeye... Keti'ye bunu anlatacağım, o da bana gülecek! Birbirimize Rumca ve Türkçe sövmeye başlayacağız ama çocuklar orada olduğundan gülme krizlerine tutulup bundan vazgeçeceğiz: Bir başka zaman!...
Gecenin ileri bir vaktinde baykuşçuklar geldiğinde müziğin sesini kısıp Xenia'ya "Dinle" diyeceğim, "Mahallede hurma ağaçlarında yaşayan baykuşçuklar bunlar... Hurmalar Çağlayan mahallesinin simgesi... Hurma macunu yemek ister miydin?"
Belki bütün genç kızların yetişkinlerin yanında sıkıldığı gibi sıkılacak Xenia, belki bu nedenle onu gençlerle Nostalji'ye göndermeliyiz gecenin bir saatinde... Maria uyuklayacak, annesinin kucağına başını dayamak isteyecek, oğlumun bebeklik battaniyelerinden biriyle örteceğim onu... Panikos'un gelip gelmeyeceği belirsiz - kendi ülkesine pasaportla geçmez o, Pile'ye bile gitmez... Girne'de "Çıkarma Plajı"nda bıraktı yüreğini: Annesi, kızkardeşi "kayıplar listesi"nde - Lefkoşa'da asla yolunu bulamaz, çünkü aklı Girne'dedir... Gelirse sevineceğim, gelmezse onu anladığımı anlatan bir not yazıp Keti'yle ona bir şişe beyaz şarap göndereceğim, ya da bir paket pipo tütünü, canyoldaşımın Captain Black'larından...
Hayat devam edecek, sınırlar" aniden açılsa ve yeni bir emirle kapansa da... Ve biz Keti'yle bunca yıldır yaptığımız gibi hayaller kuracağız - koşullar ne olursa olsun barış için birlikte yürüyüşümüzü sürdürerek...(NK/BB)