Tam bir yıl oldu... olmuş... Seni anıyoruz tekrardan topluca, sessiz çığlıklar atarak.. Ama senin anılman bizlerin zihninde sadece 19 Ocak'ta gerçekleştirilen bir anma değil..Bu günün tek farkı seni anışımızın üç yüz altmış beşinci günü olması .
Bu hafta hiç iyi geçmedi, hüznüm kat be kat arttı, hep geçmişe gittim, "geçen sene bu zamanlarda şunu yapıyordum, kaygılarım, dertlerim, tasalarım şunlar şunlardı"yla bolca yüklü cümleler kurdum her gün. Hep geçen sene bu zamanlarla yaşadım bu hafta, sabahları uyanınca geçen sene bu zamanlarda olmayı hayal ettim…Gençliğimi yad ettim, benim gibi onlarca "yaşlandırılan" gencin kaybettiği "gençliklerinin" de matemini tutum.
301 şiddetli depremin enkazı
19 Ocak’ta ne olmuştu? Hep bu soruyu sorduk, hatırlattık zihinlere. Ne olmuştu diye sorarsa bana ilerde doğur(a)mayacağım çocuklarım onlara; "19 Ocak 2007’de 301 şiddetli bir deprem olmuştu. Biz de o depremde 3 darbeyle kocaman bir kayıp vermiştik. Fiziksel olarak sağlamdı onun dışında herkes, ama ruhlarını kaybeden on binler de vardı..O günden beri de enkaz bir yaşam üzerine yeni bir yaşam kurmaya başlamıştık" derdim.
Bir senedir enkaz bir yaşamın üzerine yeniden tuğlalar örüyoruz ama çimento hiç de sağlam değil, "büyüklerimiz" bolca çalmışlar malzemeden.. Mesela gelmiş birileri insanlıktan çalmış, öbürü demiş insanlık az kaldı ben de biraz hoşgörüden çalayım demiş, diğeri gelmiş vicdandan çalmış, bir başkası hakkaniyetten, başkaları gelmiş "aman adaletten çalmayı unutmayalım" diye bastırmış, derken bu böyle gitmiş, geriye de tahammülsüzlük, nefret, kin, öfke, şiddet kalmış. Çimentonun harcının büyük kısmı bunlardan oluşmuş, sus payı sunmak için iyi şeylerden azar azar katmışlar ama onlar da azınlıkta kalmış... İşte biz de temeli enkaz olan, hiç de sağlam olmayan bir binanın üzerinde yaşıyoruz bir seneden beri.
Senin yokluğundan beri alışmaya çalışıyoruz yeniden bize dayatılan ve dar alanlarda nefes almayı bize dikte eden bu yeni hayata. Yaşar gibi yapıyoruz, düşünür gibi yapıyoruz, hisseder gibi yapıyoruz. Senin aramızdan alınışınla yeniden tanımaya çalışıyoruz doğduğumuz ülkeyi, yaşadığımız şehri, sokakta omuz omuza yürüdüğümüz onca insanı.
Bizler de gördük kanın nasıl aktığını...
Tüm olmayacak dediğimiz şeyler 2007’de oldu. Kimileri kendi karanlık yüzlerini göstermek için sanki 2007’yi beklemişlerdi ve bizlere "bu zamana kadar size olmadığımız bizi gösterdik, canımıza tak etti biz aslında başkayız, sizin canınızı acıtmak için daha fazla bekleyemiyoruz" dediler kendilerine göre çokça ‘meşru’ ve bir o kadar da ‘kahramanca’ eylemleriyle.
Çocukların masumiyetini de kirlettiler, onları da kana sevdalı hale getirdiler. Eskiden sadece "kan kardeş" olmak için kan akıtan çocuklar şimdi artık belki de ilerde kardeşlik ilişkisi içinde olma ihtimalleri olan onca insanın kanını gerçekten akıtmak için heveslendirildiler çok sevgili "büyüklerince".
Mesela son bir örnek, çocuklar kendi parmaklarından akıttıkları kanla bayrak hazırladılar geçenlerde ve büyüklerimiz bir o kadar gurur duydular onlarla.Bizler de geçtiğimiz yıl 7’den 77’ye onca insan 19 Ocak’ta insan kanının nasıl aktığını gördük. Dayanamadılar, kan böyle akar, deyip gösterdiler bizlere, o kanı akıtan ister 17 ister 19 olsun ufak bir çocuktu işte.
Bir başka çocuk geldi bir sene önce senin kanını akıttı, biz o akan kanını akıttığımız onca gözyaşıyla temizlemeye çalıştık, 365 gündür de temizleyemedik…
301 neyin ibreti?
Bu arada seni aramızdan alan 301, hâlâ yerinde duruyor biliyor musun? Sanki birileri bizlere inat, sanki acımızı depreştirmek istercesine onu orada tutuyor. Sadece "değişiklik" yapmaktan bahsediyorlar. "Tamamen kaldırmak" konusu geçmiyor zihinlerinden. Sanki seni cezalandırdıkları yetmemiş gibi bize de müebbet bir ceza veriyorlar ama bu neyin "ibreti" ben anlamadım gitti...
Zaten anlayamadığımız onca şey var, "akıllı" olamadığımız gibi zeki de olamıyoruz maalesef...
Bunlarla yaşıyoruz işte sensizlikten beri, nefes almaya, bize dayatılan bu ikincil hayata alışmaya çalışıyoruz. Bazen soruyoruz gidelim mi diye, ama gidemiyoruz işte, gidersek seni bir kez daha vuracağımızı biliyoruz , seni yaşatmaya çalışıyor, sen yaşadıkça biz de o yaşamdan kendimize pay alıyoruz.
21 gram
Bir film vardı "21 gram" diye. Film, ölünce verdiğimiz son nefesin ağırlığının 21 gram olduğunu söylüyordu. Ruhun ağırlığıymış aslında 21 gram, yani sevgi, acı, kin, öfke, ihtiras, aşk, kırgınlık, vicdan, merhamet... Tüm bunların ağırlığı 21 gramcıkmış.Senin 21 gramlık son nefesinin ne denli sevgi, insanlık, vicdan, yürek yüklü olduğunu biliyorum.Yüz binlere ulaşmıştı o 21 gramlık nefesin rüzgarı geçtiğimiz yıl. Şimdi de ulaşıyor senin nefesin, biliyorum hala bir yerlerde nefes verdiğini, bizi de o nefesle yaşattığını.Biz de senin yokluğunun yarattığı sonsuz "varolmaktan" feyiz alıp, hem kendimiz yaşıyoruz hem de seni yaşatıyoruz olabildiğince... (NK/TK)