’’Her geya li ser koka xwe heyran / Bi bîna xwe her kulîlk, her gul bi rengé xwe / Ku vebin li bexçeyé dil, li milké dil / Û her stran ji devé endelîyekî, bi awaza xwe…” (*)
Şimdi size yukarıdaki başlığın dışında birkaç başlık daha yazsam, eminim ki herhangi birisini seçmekte kararsız kalırsınız! Böyledir işte! Hayat da kendine kimi kez başlık seçmekte kararsız kalır.
Mesela “Dink Sokağı Sakinleri” mi deseydim.
Yoksa “Elini değil, bedenini de sunan adamın anlatısı” mı?
Veya “Acılarda kardeş olanların ağlatısı” mı olmalıydı yazımın başlığı.
Olmadı, “Kan kutsanması” belki daha çok denk düşerdi.
Doğrusu 19 Ocak 2007’de Hrant Dink’in katledilmesinin üzerinden tam bir yıl geçtiğinde 19 Ocak 2008 günü öğleden sonra saat üçte kimi televizyonlardaki canlı yayınlarda Hrant’ın anma programını izlerken, tam da bunları düşündüm. Sonra gözlerim takılı kaldı Hrant’ın mekânı Agos Gazetesinin bulunduğu binanın adına: “Sebat Apartmanı”.
Sebat! Ne kadar da munis, ne kadar da mütevazı ve kaderine razılığı içinde içselleştiren bir sözcük. Acaba Hrant bunca yıldır kendisine ve kavmine çektirilenlere nazire olsun diye mi bu isimde bir binanın sakini olmayı uygun bulmuştu. Sebat etmek gerekir miydi her şeye. Sebat etmek zamana, mekâna ve tarihe yanıt olabilir miydi, onca yaşanmışlıklara yanıt olarak…
Sanmıyorum…
Sebat, her ne hâl altında olursa olsun boyun eğmek demek değildir. Aksine mücadeledir sebat.
Bunu en iyi bilenlerden biriydi Hrant Dink. O sebepten daha kendinden önce ya da kendi ismiyle birlikte gazetesi Agos tehdit ve küfür mesajları almaya başladığında bile sebatın kararlılıkla mücadele ile eşdeğer olduğunu bilerek hareket etmişti. Zaten bu kararlılık saikı ile idi ki, koyup gitmek istememiş direnmişti ve hayatıyla bedelini ödemişti.
Peki, hiç düşünen olmuş mudur? Sebat apartmanının sakinleri vurulup düşen güvercinlerinin ardından sükûnetlerini ne zamana kadar koruyacak. Vurulmadan tam onbir ay önce “Herkes İçin Adalet Projesi” çerçevesinde Diyarbakır’da Bağlar Belediyesinin konferans salonunda ikinci kez Diyarbakır’a gelişi nedeniyle konuşurken; “Benim halkımın başına gelenler, umarım ve dilerim Kürt halkının başına gelmez” derken, tam da beklenen ve geciken sonra da ölümü nedeniyle kendisi için talep edilen “adalet”e işaret etmiyor muydu Hrant?
Karanlık
Durdum ve gözlerim dolarak televizyonlara baktım. Benim görebildiğim iki kanal CnnTürk ve Ntv canlı yayınla töreni veriyordu. Devletin kanalı TRT 1’de ise “Çöl Kartalı” isimli bir Cüneyt Arkınlı filmi gösterimdeydi. Hem de tam da o saatte filmin düğün dernek sahnesi gösterimdeydi.
Karanlık, akıl tutulmasının göstergesi olmuştu. Hepimizi sar(s)ıyordu karanlık ve asıl bundan korkmak gerekiyordu belki de. Onca adalet isteyenlere inat, her şey tüm yaşananlar ayan beyan ortada iken, “çıplak adalet” adeta “Ben buradayım” derken, gerçek adalet erteleniyor / öteleniyordu. Adeta ben bu oyunda yokum, haberiniz olsun. Vur(dur)ulmuş bir adamın yamalı pabucunda sobelendim diyordu, dilenen adalet.
Sonra akşam Diyarbakır’da Hrant için düzenlenen anma programında Bazalt Şehrin Çocuklarını dinledim. Üç şarkı söylediler Hrant için üç dilde: Ermenice, Türkçe ve Kürtçe. Ben Halayın Başıyamla başlayıp, Sarı Gelinle sürüp, Eyvah eyvah Narê ile bitirdiler. Daha bir hafta önce okyanus ötesinde (ABD) okudukları şarkı(lar)dan dolayı savcılara ifade veren sanki onlar değillerdi.
Adı, "adalet"le çağrışan ve eşleşen partinin iktidarında adalet tezahür edemiyordu. Çünkü ülke kan tutulmasına uğramıştı. Kanı kutsuyor ve çocukların kanından bayrak üretiyorlardı. Ürettikleri bayrakları da kutsuyorlardı. Adalet bir şey yapamıyor değil, yapmıyordu. Ama çeteler çok şey yapıyordu bu tuhaf ülkede.
Çıktım o gece, anmanın yapıldığı salondan ve kendim için Nihavent bir şarkı mırıldandım Kemani Sarkis Efendiden. Sonra döndüm ardıma, baktım, kimseler yoktu, dinleyen. Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben halime, titrerim mücrim gibi, aktıkça istikbalime diyordum. Ekliyordum kan tutulmasına uğramış ülke sakinlerine; Perdeyi zulmet çekilmiş, korkarım ikbalime, titrerim mücrim gibi, aktıkça istikbalime…
Bazalt Şehrin Esmer Çocukları halay başı olmayı tek başına değil, incili küpe taşı olmayı da Hrant’a layık bulmuşlardı. Eminim uygun bir anmaydı Hrant adına. Sonrası da şiirle başlayan ve sonlanan bir sese denk düşüyordu belki de…
“Ez ji kû me Hrant, tu ji kû yî? / Gerapét ji kû ye, Dîkran ji kû ye? / Kalé min cîrané kalé te, ez kirîvé te / Ne ji wir im li dû te, ez jî ne ji vir im.”(ŞD/EÜ)
* Arjen Arî’nin Hrant İçin yazdığı Agos isimli şiirinden alıntı.