Türkiye'de Adalet ve Kalkınma Partisi'nin (AKP) önce hükümet sonra iktidar olmasıyla medyanın sermaye yapısı da değişti, siyaset de. Doğal olarak medyanın siyaseti de değişenler arasındaydı. Haliyle bu değişimden en çok etkilenen grup Doğan medyası oldu.
Bir dönemin iktidar yıkan hatta kimin iktidar olacağını belirleyen, yaptığı yayınların karşılğını ballı ihaleler olarak kasasında gören, beğendiğini vezir beğenmediğini rezil eden Doğan medyasından bahsediyorum. Keser döndü sap döndü. Doğan grubunun yıllar yılı ihlal ettiği hukuk bir gün kendine de lazım oldu. İşte o zaman başladı feveran: "Basın özgürlüğü tehlike altında", "Siyasi baskı var", "Yazarlar yazılarından ötürü işten çıkarılıyor"...
Bilen biliyor, o yüzden listeyi daha fazla uzatmaya gerek yok. Doğan grubundan yükselen tüm bu yakarışların tek nedeniyse sektörün neredeyse yarısını elinde tutmasına karşın bir anda eski kudretinden eser kalmamasıydı. Kim haklı kim haksız zaman ve yargı ortaya çıkaracak. Ya da gün gelip birileri anılarında anlatacak. Dilerim anlatırlar ama şüphem o ki bu anlatılanlarda vicdan ve dolayısıyla adalet olmayacak. Zaten bu ikisi olmazsa da kimin doğru söylediği havada kalacak.
Bunları anlatma nedenim tamamen kişisel. En azından biçimsel olarak durduğu yer öyle. Bir hak davası ve sonuçları üzerine yazıyorum. Yayımlanır mı bilmiyorum ama eğer yayımlanırsa bakalım feveran edecekler mi yine? Ya da ne diyecekler merak içindeyim. Öte yandan bu da benim feveranım olsun.
"Hiçbir yerde çalıştırmayacağız seni..."
Şimdilerde kesilen vergi cezaları nedeniyle yakınan Doğan grubuna bağlı Radikal Gazetesinde 8 yıl boyunca emek verdikten sonra 2005'te atılmıştım. İronikti. Emekçi bayramı 1 Mayıs'ta söylenip Dünya Basın Özgürlüğü Günü 3 Mayıs'ta bildirilmişti.
Suçum ağırdı:
Sendikal faaliyet yürütmek, yenilenen iş sözleşmelerinde yeni hak gasplarının engellenmesine çalışmak, 48 saatlik haftalık çalışma süresinin 60 saat olarak uygulanmasının hukuka aykırı olduğunu söyleyip engellemeye çalışmak ya da bu yapılmıyorsa resmi tatillerde de çalıştırıldığımız gözönünde bulundurularak fazla mesai ücreti ödenmesi gerektiğini anlatmaya çalışmak, maaşlarımızın yarıdan fazlasını ödediğimiz kreş ücretlerinin yasal olarak işverenin ödemesi zorunluluğunu uygulatmaya çalışmak, sigortasız çalıştırılan veya fikir işçisi gösterilmeyenlerin yasal statülerinin düzeltilmesi taliplerinde bulunmak, maaşlarımızın en fazla yarısının bordroda gösterilmesinin hak kaybına yol açtığını dile getirmek ve bunun vergi kaçırmak olduğunu söylemek...
Ve elbet haberlerimizin eciş bücüş hale getirilmesine, sansür edilmesine, olur olmaz gerekçeyle işsiz bırakılmaya karşı editoryal bağımsızlık için de kavgaydı.
Tüm bu dile getirilen hukusuzluklar Doğan grubunun "hukukçuları"nca problem değildi sanırım ki, taleplerimize kulak tıkandı. Medyada tuttukları yerlerde "köşeyi dönenler"e anlatmak istediğimdeyse kimse yoktu sesimi duyan. SSK müfettişleri hiç bir zaman şikayet dilekçemle ilgilenmedi.
Dava açtım. 2005'in Nisan ayıydı. Zaten bir ay sonra da, icra üyesi sıfatlı bir kişinin davayı geri almam karşılığında teklif ettiği rüşveti reddettiğim için işten çıkarıldım. "O zaman artık hiçbir yerde çalıştırmayacağız seni. Gazetecilik yaşamın bitti' demişti atarken.
Rakip grup Sabah'ın haber dergisindeki muhabirlik serüvenim dört gün sürebildi. Elleri kolları uzunmuş. Karamehmet grubunun hem gazete hem de TV kanalından yapılan teklifler de el sıkışmamıza karşın hayata geçmedi. İnsan kaynakları departmanına göre, sadece Emniyet'te olan Güvenlik Bilgi Taraması belgeme işten atan grubun "sakıncalıdır" yazısı da eklenmiş. Sonrası malum, kısacık ömrüne hala tartışılan ülke meselelerini sığdıran Nokta dergisinde yazdığım medya andıcıyla ilgili haber "gazetecilik yaptırılmamak üzere" parformans düşüklüğü gerekçesiyle atıldığım gazeteye de manşetten girdi.
Mahkemenin ettiği
Anımsatma uzun oldu ama esas meramım olan bu sürecin hukuki sonucu için bu bilgiler gerekliydi. Atıldıktan sonra işe iade davası açmıştım. Yasaya göre, Yargıtay süreci dahil dört ayda bitmesi lazımdı. İlk duruşma dahi 10 ay sonra oldu. Dava 20 ay sonra sonuçlandı. Haklı bulundum.
Tazminat maaş üzerinden ödenecekti, ama maaşlar eksik gösteriliyordu. Kalanın ödenmesi için de dava açtım. 2005 Nisanında açılan davayla birleştirildi. İlk duruşma Mart 2006'da karar ise hukuki sürecin başlamasının altıncı yılında, Nisan 2010'da verildi. Bu arada çalıştığım dönemde maaşımın yüzde 60'ını ödemek zorunda kaldığım kreş (kreş çok lüks değildi maaşım düşüktü) vb. ödemeler yüzünden gibi doğan hak gasplarını da dava uzamasın diye şikayet dilekçesine eklememiştik. Ama yine de uzayan dava sonunda mahkeme, kararında alacağım olduğuna hükmetse de filliyatta ortada kazanılmış bir dava yoktu benim açımdan.
Hiç bir zaman aldığım ücret üzerinden gösterilmeyen maaşımla ilgili inceleme ve hesaplamada bilirkişi çalıştığım 8 yıllık sürenin bir bölümünü aldığım maaş üzerinden bir kısmını da maaşımın yüzde 50'den fazlası olarak görünen telif bedellerini dahil etmeyerek hesaplama yapmıştı. Avukatım Rana Yılmaz'ın itirazıyla bu yanlışlık düzeltildi!!!
Bilirkişi olması gereken hesabı yaptığında, alacağımın küsuratlarını belirtemiyorum 339 bin, yanlış hesabıyla ise 213 bin TL olduğunu belirtmişti. Bu hesaplama gazetecilerin hak kaybının önüne geçmek ve iş güvencesi sağlamak amacıyla Basın İş Yasası uyarınca, kanuna aykırı davranan işverenin ödemesi gereken fazla mesai ücretine günlük yüzde 5 fazla ödemesini düzenleyen ilgili hükümleri nedeniyle ortaya çıkan bir rakamdı.
Yani bir kaç yıl önce yasanın bu hükmünün iptali için basın patronlarının Anayasa mahkemesi'ne açtığı davaya konu olan yasa uyarınca yani. Anayasa Mahkemesi talebi redditiği kararında, "...Kamuoyunu doğru bilgilendirme görevleri bulunan gazetecileri işveren karşısında korumak amacıyla getirildiği anlaşılan itiraz konusu bu kurallarla, gazetecilerin bazı alacaklarının zamanında ödenmesine, gecikme halinde ise belli miktarda ilave yapılarak tahsiline imkan sağlanmıştır. Fazla çalışma ücretiyle normal ücretin yüzde beş fazlasıyla ödenmesine ilişkin bu kuralların, 'zamanında' ödenmeme koşuluna bağlı olarak uygulanabilir oldukları açıktır. Ayrıca, bu düzenlemelerin basın özgürlüğü yönünden önemli bir işlev gördüğü de yadsınamaz" diyordu.
Öte yandan sözkonusu yasanın kanundışılık sergilenmesi durumunda uygulanacak yaptırım olduğuna da vurgu yapılıyordu. Kısacası, "hırsızlık yaparsan cezası budur" anlamına geliyordu.
Anayasa Mahkemesi'nin basın özgürlüğüne, iş güvencesine, çalışma barışının tahisisine ve herkesi kanunlara saygılı davranmaya davet eden bu kararına rağmen bu tür alacak davalarında hem yerel mahkemeler hem de Yargıtay yüzde 90'ları da geçen indirimler uyguluyorlar.
İşte benim başıma gelen de bunun son örneği. Bakırköy İş Mahkemesi'nde görülen davamda hakim her şeyden önce bilirkişinin yanlış hesabı üzerinden karar verdi. Bilirkişinin 213 bin TL olarak hesapladığı yanlış rakam üzerinden mahkeme önce 2/3 sonra da yüzde 80 oranında indirim yaptı.
Yani yüzde 94'ten fazla indirim yaparak alacağımı belirledi: 14 binTL. İşin kötüsü bu tür davalarda mahkemelerin ve Yargıtay'ın büyük indirimler yaptığını bilen avukatım, hak kaybım az olsun diye alacağımı da yüksek göstererek açmıştı davayı. Açıklamak gerekirse yargılama sırasında ne kadar süre esas alınarak fazla çalışma hesabı yapılacağını, mahkemenin hangi oranda indirim yapacağını kestirebilmek mümkün değil. Yargılama devam ederken zamanaşımı işlemeye devam ettiğinden hak kayıplarını önlemek için dava miktarını yükseltmek gerekiyor. Bu nedenle dava miktarını yüksek tuttuk ancak mahkeme yanlış hesap seçeneği üzerinden karar verip çok yüksek oranda indirim yapınca talep ettiğimiz rakamların büyük bölümü reddedildi.
Bu yüzden reddedilen miktar üzerinden Doğan grubunun avukatlarını vekalet ücretinin farkı da benim sırtıma binmiş oldu. O ne kadar olacak bilmiyorum. Ama öğrendiğim şu oldu ki en azından hukuk benim davamda işlemedi. (AŞ/EÜ)
_____________________________________________________________________________
Not: Umur Talu'nun Sabah gazetesinde yazdığı dönem yer verdiği mektubuma ulaşmak için tıklayın.