Dinler tarihi profesörü ve felsefeci Mircea Eliade der ki; “Bir evin kurulduğu yer, gerçeğin canevidir.” Eğer bir şekilde evinizi, yerinizi yurdunuzu terk etmek zorunda kalırsanız hakikatinizi yitirmiş olursunuz. Ve yitirdiğiniz hakikatinizden dolayı, ulaşamadığınız hakikatiniz yaşadığınız sürece size acı olarak geri döner.
İşte, bugün 2013 Nisanı’nda neredeyse ağız birliği edilmişcesine hâl yoluna girildiği deklare edilen Kürt / Kürdistan meselesinin Barışçı yollarla Çözümü Süreci aslında bir hakikate parmak basıyor.
Evet, şimdi “barışma zamanı”. İyi de barışırken yaşanan onca ağır travmanın, ödenen bedellerin üstü neyle örtülecek. Örtülmesi, adeta üzerinde konuşulmadan, geçmişle hesaplaşılmadan üzerinin kalın bir örtüyle örtülmesi hakikati gizleyecek mi, gizlenmeye gayret edilen hakikati yok sayacak mı?
Geçmişte yaşanan büyük acıların bir ön hazırlık süreci yaşanmadan, “Hadi barışalım” demekle mümkünatı olası mı? Sanmıyorum.
Evet, barış çok büyülü bir kelime. Artık yoksul halk çocuklarının ana, baba evine cenazelerinin gitmemesi ve o evlerde bir gün çocuklarının cesetleri yerine capcanlı bedenlerinin geleceği rüyasının hakikati çok kıymetli.
Ama bu hülyalı barış hakikatinin bir de öncesi olmak zorunda.
Mesela, “Barışma Zamanı”ndan önce “Affetme Zamanı” gerekmiyor mu?
Elbette gerekiyor.
Fail; yani tekçi, retçi, inkârcı ve asimilasyoncu sistemin; sade Kürtlere değil, Ermenilere, Asuri-Süryanilere, Keldanilere, Rumlara, Ezidilere, Alevilere karşı onyıllardır uyguladığı suçların çetelesi hayli kabarık ve mutlaka ‘itiraf’ı gerekli. Suç itiraf edilecek bu bir.
İtiraf sürecinden sonra mutlaka bir ‘özür’ gelecek / gelmeli. Hem de öyle, böyle sıradan bir özür değil, ete kemiğe bürünmüş tarafların icabeti ve uluslararası kamuoyunun tanıklığı önünde bir kalıcılıkta özre ihtiyaç var. Bu da iki!
İtiraf ve özürden sonra da bütün dünya örneklerinde olduğu gibi ‘telafi’ ve ‘tazmin’ şart…
Devletin sopasından, kurşunundan, kılıcından bir şekilde kurtulanlar bilir ancak barışın ne denli vazgeçilmez bir gereklilik olduğunu. Ve sahiden Barışa inananlar ancak kurtarabilecek birbirlerini.
Geçmişte bölgeye “politik safari” niyetiyle seyahatler yapıp “hele biraz da Diyarbakır’da Kürt meselesini hasb-ı hâl edelim” deme gafletinden bugün de “hele Diyarbakır’a gidip hadi gelin barışalım” deme garipliğinden kurtulmak gerek.
Barış, kendi hakikatinin kaybedildiği yerde arandığı ve bulunması, çözüm üretilmesi için gayretler gösterildiği bir somut talepkârlıktır. İhtiyaç sahipleri için de ciddi ihtiyaçtır.
Dolayısıyla “Barışma Zamanı” öncesinde “İtiraf-Özür” ve “Tazmin-Telafi” başlıklarının peşpeşe yürüyeceği “Affetme Zamanı”na ihtiyaç var. Affettirecek girişimleri fail, mağdura hissettirecek, gösterecek ve mağdur da affedecek ki; affetme evresi miadını tamamlasın ve ardından barış zamanı gelsin.
Yoksa affetme zamanı ile barış zamanının birbirine karıştığı ve barışın adeta bir oldubittiye getirildiği barıştan kimseye hayır gelmez.
Hala, “pazarlık yapmayız” deniyor. Pazara çıkan meta yok ki pazarlık yapasınız! Kim, neyi alıp satmaya gayret ediyor ki pazar metaı olsun ve pazarlık edesiniz. Pazarlık yok, hak teslimiyeti var.
Sıkça “binyıllık kardeşlik”ten söz ediliyor. Ne kardeşliği! Kardeşlik filan da yok! Sahici kardeşler, talep ve dileklerini pazarlık konusu yapmazlar. Hakkın gereğini, insaniyet halleri, vicdan ve hakkaniyetle teslim ederler.
Aynı ana, babadan olmayanların bir tek kardeşliği vardır, o da “kan kardeşliği”dir. Kan kardeşliği; gönüllü olarak kesilen parmaklardan damlayan kanın cilt temasıyla birbirine karışma kardeşliğidir. Eğer kan, düşmanca akıltılmışsa o akan ve dökülen kanın birbirine karışmasından kardeşlik oluşmaz. Olsa olsa kan düşmanlığı olur.
İşte, tam da bu noktada akan ve dökülen kanın akmasını durduracak yeni ve sahici dostluğa ihtiyaç var.
Bütün bu barış ve birlikte yaşama sürecine evrilecek “Affetme/Affedilme Süreci” bu açıdan önemli.
Geçtiğimiz günlerde Diyarbakır’a gelen akiller heyetine Sur Belediyesi Kırklar Meclisi Başkan Vekili ve Demokratik Toplum Kongresi Daimi Meclis Üyesi kimliğimle özet olarak beyan ettiğim düşüncelerimin bir geceyarısı Brüksel’de otel odasında farklı bir ruh haliyle yazdığım yukarıdaki satırlarıdır paylaştığım. (ŞD/YY)