2018’in sıcak bir Temmuz günü Hrant Dink davasında tanımıştım Hakan Bakırcıoğlu’nu. Sert görünümüyle taleplerini sıralıyor, sanıklara sorular soruyordu. Netti.
Hayatında hiç dava takip etmemiş çaylak bir gazeteciye hem hukuk 101 dersi verdi hem de duruşmalar boyunca Hrant Dink dosyasını anlattı. Aynı Hülya Deveci, Bülent Aydın, Nevzat Onaran, Cansu Pişkin, Canan Coşkun, Elif Akgül, Uygar Gültekin gibi.
Duruşmalara gidiyor, molalarda adliyenin kasvetli ve soğuk kafeteryasında sütsüz sert kahvesi ve elinden düşürmediği sigarillosuyla birlikte sohbete tutuşuyorduk.
Öğlen aralarında Çağlayan’ın 80’lerden kalma arka sokaklarındaki esnaf lokantalarında adliyenin yemeklerinin lezzetsizliği ve pahalılığına söylenip yemek yiyorduk.
Duruşmalarda ne kadar sert gözükse de hayatımda gördüğüm en naif insandı Hakan. Akciğer kanseri nedeniyle 50 yaşında kaybedişimizin üzerinden bugün tam bir yıl geçti. Onu sonsuzluğa uğurlamamızın birinci yılında Hrant Dink Vakfı’nda bir anma töreni düzenledi yakınları.
Hülya Deveci arayıp “Hakan için küçük bir anma yapacağız. Hakan'ın sevdiği ve sevenlerini çağırıyoruz” dediğinde hiç bu kadar kalabalık olacağını düşünmemiştim. Dostları, meslektaşları, gazeteciler, elinin değdiği herkes oradaydı.
***
Önce Emel Ataktürk çıktı karşımıza. Küçük bir açılış konuşması yaptı. “Onun sevgi dolu kalbi bu toprakların acılarına ve yalanlarına dayanamadı” dedi.
“Büyük felaketleri, acıları kaç neslidir omuzlarında taşıyan Ermeni halkının çocuklarından biri olarak yaşamını, hakikat ve adalet arayışına vakfetmiş biriydi. Onun olağanüstü nezaketini, söylemek istediklerini eğip bükmeden meselenin tam kalbinden söyleyen büyük cesaretini her zaman sevgiyle ve saygıyla hatırlayacağız” diye de ekledi.
Hemen ardından da aslında o an orada olan herkesi aklında olan cümleleri kurdu:
“Hepimiz onu tanıdığımız için, yaşamlarımızın bir dönemi ona değdiği için çok şanslıyız.”
Daha sonra Yetvart Danzikyan, Bahri Belen, Erol Önderoğlu söz aldılar. Anlattıkları Hakan ile hayatlarının kesişimleriydi. Hiçbiri için kolay bir konuşma olmadı.
***
Ardından bir sinevizyon yansıtıldı perdeye. Ne yazsam bu kadar iyi anlatamazdım Hakan’ı:
Mayıs 1973'de Adıyaman Kahta'da doğdu. Altı çocuklu bir ailede büyüdü. Lise öğrenimi için Urfa'da yaşamaya başlayarak ailesinden ayrıldı.
1990’da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi. İnsan Hakları Derneği'nin Irkçılık ve Ayrımcılığa Karşı Komisyon’unda çalışmalar yürüttü. Avukat olduktan sonra sendikalarda işçi avukatlığı yaptı.
Meslek hayatı boyunca insan hakları alanında hak ihlali davalarının avukatı oldu.
2009 yılında Sibel'le birliktelikleri başladı. Daha sonra evlendiler. Derin bir sevgiyle ve hiç ayrılmadan mutlulukla süren bir hayatı paylaştılar.
Özgürlük ve eşitlik en inandığı değerlerdi. İnsanın, hayvanın ve doğanın yaşam hakkına, hiçbirini diğerinin önüne ve arkasına koymadan saygı duydu.
Adım adım gelen Hrant Dink cinayeti sonrasında davanın avukatlarından oldu. Sonra da davanın bütün hafızası.
Bıkmadan, usanmadan cinayetin arkasındaki karanlığı aydınlatmaya çalıştı.
Hakan, bir hayat adalet arayışına ve bir davaya nasıl adanır diye soracak olursanız verilecek cevaptır.
İstanbul'dan Trabzon'a, yıllarca süren ve hala devam eden davanın her bir şehrindeki her bir duruşmasında tam vaktinde ve her bir ayrıntıya hazırlanmış olarak oradaydı.
Davanın hafızasıydı. Davadaki her ayrıntıyı tarihleriyle bilir, gecesini gündüzüne katarak yazdığı dilekçelerine çok özenir, adaletin yerine geleceği inancını hiç kaybetmezdi.
Bu acımasız toprakların karanlığını güzel gülüşümle aydınlatan, atalarından devraldığı felaketleri, kendi acılarını inanç ve umutla yoğurup yeni hayatlar kurabilen en derin insanlardandı.
Bir Ermeni olarak başkalarının acısına hiçbir zaman kayıtsız kalmadı. Gençliğinden, aramızdan ayrılana kadar.
İlkeliydi. Ortama göre şekil alanlardan değildi. Her zaman doğru cümleleri seçer, nezaketi ve kendine özgü üslubu içinde hiçbir şeyi eğip bükmeden söylemesini ve dinletmesini bilirdi.
Onu tanıdığınızda güvenirdiniz. Samimiydi, dürüsttü, çok vicdanlıydı. Dünyadaki tüm haksızlıkları ve acıları yüreğinde hissedecek kadar vicdanlı ve insan sevgisiyle doluydu.
‘Onurlu bir hayat derdi’ hep. En değerlisiydi. Şöyle yazmıştı yakın bir arkadaşı onun için ardından:
‘Hakan az konuşurdu ama her konuşması tazeydi. Az gülerdi ama tebessümü salgın etkisi yapardı. Hakan fiziken bizi bıraktı gitti ama hepimize, Kahta yerelinden getirip dünya insanı için geliştirdiği erdemli bir duruş, paha biçilmez bir mücadele bıraktı.'
Gençti. Ölümün asla yakışmayacağı kadar genç ve o kadar da olgun, bilge.
Hakan Bakırcıoğlu'nun anısı insan hakları, eşitlik ve adalet mücadelesinde hep yaşayacak. Ama en çok da onu sevenlerin kalbinde. Hasretle, acıyla ve sevgiyle.
Hani insanların hayatında ‘İyi ki tanımışım’ dediği kişiler vardır ya, benim ki Hakan Bakırcıoğlu’ydu. Tam da Bülent Aydın'ın dediği gibi, onu "mahcup gülümsemesi, pırıl pırıl gözleri, kocaman yüreği, sarsılmaz azmi ve kararlı duruşuyla" hatırlayacağız. Şüphesiz onu çok özleyeceğiz...
(HA)