Gezi Direnişi’nin lidersiz olduğu sık sık söyleniyor. Kimi ortamlarda ise, aslında, Gezi’de, negatif anlamda bir lider olduğu belirtiliyor: Bu, Erdoğan. Hakkında duvara en çok yazı yazılan, en çok slogan atılan kişi. Herkesin atmadığı/yazmadığı “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganı bile, başbakanın kişiliğinde somutlaşan negatif liderliğin gücüne yaklaşamıyor.
Lidersiz bir hareket olmanın üstünlüğü, esneklik ve hız. Hamilelerin sokağa çıkmaları için “terbiyesizlik” denildiğinde, bir liderin işaretine bakmadan, hızla, eylem düzenleniyor. Direnhamile eylemi, sabah, sosyal medyada kimi hamile olmayan çapulcuların “biz de karnımıza yastık takıp hamilelerle birlikte sokağa çıksak mı?” diye sormasıyla başlıyordu örneğin. Şakayla karışık yağmurlu bu soru, daha sonra kum fırtınası olarak indi meydanlara... Liderli ve hiyerarşik bir örgütlenme, liderlerinin ve yöneticilerinin ele geçirilmesiyle çökerken; lidersiz hareketler, duran insanlarıyla, hamileleriyle vb. her defasında yeniden ortaya çıkıyor.
Dünyada, lidersiz hareketler, çeşit çeşit. Çevrecilerden ve hayvan hakları savunucularından Latin Amerika’daki ayaklanmalara kadar geniş bir yelpaze, sözkonusu olan. Merkezi örgütlenmeler, örümceğe benzetilirken; merkezsiz örgütlenmeler, denizyıldızına benzetiliyor (bkz.). Örümcek, darbe aldığında, kendini yenileyemiyor; ancak, denizyıldızı, bir parçasını kaybetse de, kendini yenileyebiliyor. Yani, o, bir tür Simurg. Örümceklerin bir bilimi var: Araknoloji. Denizyıldızlarının bilimi ise yok. Denizyıldızları için, iki anlamda da, bilim gerek.
Lidersizliğin olumsuz yönü, güçsüzlük ve hükümetin bir muhatap bulamaması olarak ifade edilebilir. Öte yandan, hareketin liderliğine soyunmaya kalkanlar ile direnişe katılan kimi grupların lider olarak gördükleri kişiler var. Dolayısıyla, ‘lidersiz bir hareket’ sözü yerine, ‘kapsayıcı lidersiz bir hareket’ ya da ‘ortak lidersiz bir hareket’ sözü, daha uygun olabilir. Ayrıca, liderliğe soyunmak isteyenler düşünüldüğünde, ‘lidersiz hareket’ kavramının yanına, ‘hareketsiz liderler’ kavramını da koyabiliriz. Bunun örneklerinden biri, Kemal Kılıçdaroğlu. Her direnişçinin desteklemediği, hatta birçok direnişçinin tepkili olduğu Kılıçdaroğlu (“siz düzgün muhalefet yapıyor olsaydınız, bizim sokaklara inmemize gerek kalmazdı” biçiminde sık sık dile getirilen bir görüş var örneğin), bu süreçten, yine de, en güçlü çıkabilecek kişiydi. Fakat öyle olmadı.
Sırrı Süreyya Önder, sanıldığı ve kendisinin sandığı gibi, herkesin sevdiği saydığı bir isim değil. Gezi’nin hemen öncesinde, barış süreci zarar görmesin diye AKP’ye yönelik muhalefetin yanında yer almayan BDP nedeniyle (bkz. Selahattin Demirtaş’ın Reyhanlı açıklaması; sonrasında, Ahmet Türk, Selahattin Demirtaş ve Sırrı Sakık üçlüsünün Gezi’ye yönelik olumsuz açıklamaları), Sırrı Süreyya’nın popülerliğine de gölge düşmüş durumda. Bu düşüş, Ahmet Türk’e yönelik çıkışıyla yavaşlamış değil. Geçen seçimlerde, İstanbul’da, 2.5 milyon oy almış bir partiye karşı, 350 bin oy almış bir partinin (bkz.), gerçekten de Türkiye partisi olmaya çalışması gerekiyor; ancak, bundan çok uzak görünüyor. Söylemler, kimi zaman, “biz yüzde 50’nin partisiyiz” sözünü bile geride bırakabiliyor. İşin gerçeği, şu: 2009’u baz alırsak, CHP ile BDP’nin toplam oyları, zaten AKP’den fazla değil. Partisinden çeşitli nedenlerle uzaklaşan AKP tabanına yönelik olarak kapsayıcı çalışmalar yapmak, şart. Son seçimde, BDP ile MHP’nin yaklaşık olarak aynı oranda oy alması, dikkat çekici. Elbette, Gezi’den sonra, denklemler çok değişti; yine de, alınacak oylarda büyük farklar olması, düşük bir olasılık. Gezi, belediyeyi alacaksa; bu, ancak, ucu ucuna bir farkla olacak. Her zaman olduğu gibi, ilk kez oy kullanacak olan genç seçmenler, kararsızlar ve geçen seçimde çeşitli nedenlerle oy kullanmayanlar, kritik önemde.
Sırrı Süreyya’nın seçime girmesi ve ona karşı bir de ulusalcı aday çıkarılması, Gezi Hareketi için büyük talihsizlik olacak. Eski siyaset aktörleri yerine, başka nedenlerle sevilen ve sayılan Gezi yüzlerinin (örneğin sanatçılar, avukatlar, mühendisler vb.) aday olması, daha önemli. Ancak, bunlar içinden, gerçekten siyasi konulara yatkınlığı olanların ve katılımcı yönetim becerilerine sahip olanların öne çıkması gerekiyor. Örneğin, Mehmet Ali Alabora’nın adaylığına, birçokları, bu nedenle pek sıcak bakmıyor. Türkiye de dahil olmak üzere, dünyanın birçok ülkesinde, sırf ekrandaki popülerlikleriyle iktidara getirilenlerin, halkta uyandırdığı hüsran duyguları, birçoklarının bu tür durumlara kuşkulu yaklaşmasına yol açıyor.
CHP’den öne çıkan isimlerse, Mustafa Sarıgül ve Muharrem İnce. Kimi direnişçiler, Mustafa Sarıgül’ün belediyeciliğini eleştiriyorlar ve cemaatlerle yakın ilişkisi olduğunu ileri sürerek, rahatsızlıklarını dile getiriyorlar. Ayrıca, Kılıçdaroğlu’nun, bu kadar ‘etkili’ bir ismi, ikinci ‘adam’ olarak tutmayacağını düşünüp durumu, Erdoğan-Gökçek ilişkilerine benzetiyorlar. Muharrem İnce ise, Meclis’teki zeki çıkışlarıyla ilgi uyandırıyor; ancak, çokkültürlülük konusunda başarılı bulunmuyor. Gezi Direnişi, CHP’de, özellikle, İlhan Cihaner, Süleyman Çelebi, Gürsel Tekin, Sezgin Tanrıkulu, Hüseyin Aygün, Şafak Pavey ve Emine Ülker Tarhan gibi isimlerin yelkenini şişirdi. Bu, olumlu bir gelişme olarak okunabilir. Bu isimlerin bir bölümü, CHP’deki ulusalcı blok ile sosyal demokrat blok arasındaki sarkaçta, sosyal demokrasiye, dolayısıyla sola yakın olan, ancak partideki konumları itibariyle, Kemalizm’le bağlantısını koparmayan isimler. Bunlar, büyükşehir için ön plana çıkabilirler. Yüksek oy alacakları kesin; ancak, oyları, büyükşehiri almaya yeter mi, belli değil. Eylül’de daha da netlik kazanacak bu süreçten, Zülfü Livaneli gibi sürpriz isimler de çıkabilir.
Denkleme, Ergenekon Davası kararlarını da eklemek gerekiyor (bkz. Türkiye Yazarlar Sendikası’nın ilgili açıklaması). Torba yargılama, birçok Gezi direnişçisinin kafasını karıştırdı. Gezi Direnişi, Ergenekon Davası’nın üstünden geçtiği fay hattıyla çakışmıyor; ancak, bunu çakıştırmak için, iki taraftan da, ellerinden geleni ardına koymayanlar var. AKP’nin, Gezi’yi, bir Ergenekon tezgahı gibi göstererek itibarsızlaştırması, işine geliyor. Ulusalcılar ise, Gezi’yi, kendileri de böyle görerek ve göstererek, direnişten taraftar kazanmaya çalışıyorlar. Oysa, Gezi, AKP karşıtı herkesin yer aldığı ve her bir katılımcı grubu aşan bir olgu. Üstelik, bağımsızların/örgütsüzlerin çoğunluk olduğunu bir kez daha anımsatmak gerekiyor.
Sosyal medyada, Ergenekon kararlarının ağırlığıyla, Gülen Cemaati’nin başbakana bir mesaj verdiğini yazanlar oldu. Mesaj, şu idi: “Bir genelkurmay başkanı bile müebbete çarptırılabiliyorsa, bir başbakan da çarptırılabilir.” Bu yorum, doğru mu, değil mi tartışılıyor. Ancak, bu kararlarla iktidar denklemlerinin değiştiğini söylemek, yanlış olmaz. Gülen’in, 28 Şubat’ta, Milli Görüş’e karşı orduyu destekleyen açıklamaları (bkz.) ve sonrasındaki seçimlerde Ecevit’i desteklemesi, bu ülkenin siyasetinde manevra alanının çok geniş olduğunu ve u-dönüşlerinin de çok sıradan olduğunu (bkz. Demirel) gösteriyor. Dolayısıyla, Gülen Cemaati’nin konumlanışı da, seçimlerde etkili olacak.
“Gezi’nin büyükşehir adayı kim olsun?” biçimindeki sorunun, en baştan yanlış olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü belediyecilik, bir tek-adam/kadın işi değil; bir ekip işidir. Bugün iktidarda olan AKP kurmaylarını, 20 yıl önce, yine birarada görüyoruz. İstanbul Büyükşehir’in yönetici kadrosuna bakıyoruz, 20 yıl önce kimlermiş... Ve şu an, onlar, aynı ekiple iktidarda. Dolayısıyla, “Gezi’nin büyükşehir adayı kim olsun?” sorusu yerine, “hangi ekip girsin?” diye sorulmalı. Peki bu, varolan yerel ve genel seçim sisteminde mümkün mü? Bir ölçüde mümkün: Kimi partiler (BDP, ÖDP, YSGP vd.), ‘tek-adam’ yerine, eşbaşkanlık sistemi getirdi bir kere. İkincisi, Gezi, yatay bir hareket olduğuna göre, büyükşehir adayının, bir ‘büyük başkan’dan çok, bir dönem sözcüsü gibi işlev görmesi gerekiyor. Yani validen çok, noter gibi olmalı... Bu, forumların ruhuna da, bilişim dünyasındaki eşit ilişkilere de (örneğin, ‘peer-to-peer systems’) en uygunu. Bunun için, elde, hazır bir örgütlenme var zaten: Taksim Dayanışması. Bu kadar çok siyaseti tek bünyede toplamış bir başka çatı, zaten zor bulunur. Mücella Yapıcı’dan ne güzel bir aday olur örneğin. Ancak, Dayanışma’nın sıkıntısı, kendilerinin neyse ki kabul ettiği gibi, kitleyi temsil etmekten uzak olmaları; çünkü çoğunluk, zaten bağımsız/örgütsüz. Yine de, Dayanışma’dan, herkesin ya da büyük çoğunluğun benimsediği bir adayın, her kesimin saygısını sevgisini kazanmış bir adayın, başarı şansı çok yüksek. Bu süreçte, eski belediye başkanlarını (Dalan, Sözen, Erdoğan, İsvan vd.) iyi çalışmalı. Bunların seçim öncesi ve sonrası süreçlerinden dersler çıkarılmalı. Hemşehri derneklerinin etkisini unutmamalı (özellikle Sivaslılar, Kastamonulular ve Giresunlular; bkz.).
Bu süreçte, artık, Gezi, bir güç odağı oldu. Bir karikatüre yansıdığı gibi, “Pennsylvania ne der, Ankara ne der, Silivri ne der, Ergenekon ne der?” gibi sorulara, “Gezi ne der?” sorusu eklendi. Bu herşeyin çok hızlı değiştiği, kaygan coğrafyada, bu, büyük bir başarı. Belki bu da, lidersizliğin esnek gücüne yorulabilir... Öyle ya da böyle, önümüzdeki seçim, Gezi’nin ilk sınavı olacak. Bütünlemesi bol bir sınav; yine de, ilk kerede geçmesi, büyük heyecan uyandıracak bir sınav.... Herkese başarılar! (UBG/HK)