Boşuna değildir sanki o kadim kelam; "insanların hayatını belirleyen an'dır, mekânların ise devran!"
Aslında "an" ve "devran" geçirgen kavramlar. Biri, diğerinin mütemmim cüzü misali.
Hayatlara dair anlar vardır ki, koca bir devran kıymetindedir.
Ama devran da vardır ki; katre-i an etmez.
Gündelik hayatlarımız o denli iş, güç, hayat meşgalesi içinde geçiyor ki zaman yeli ya da bizim buraların kavurucu yaz sıcağındaki "sümbül hava" misali. Esti ve geçti gibi...
Ardımıza dönüp baktığımızda onca hayatın nasıl da çoğu kez an'ı yaşamadan "Keşke 'şunu da' yapsaydım! Filanca hasreti de içimde komasaydım!" dediğimiz, ardımızda kalan ne kadar çok özlemler duruyor, ardımız sıra seğirtiyor.
Malum, geçtiğimiz yıl epey yer gezdim imza, söyleşi kabilinden! "Anın ahengini" yaşamalı dediğim an'lardan birinde bir arkadaşımın sözü, kendime getirdi beni. An'ı yaşadığımı(zı) düşündüğüm(üz) anda bile aslında an'ı yaşa(ya)mıyorduk sanki!
Çünkü içinde bulunduğumuz anlar bile kendimize ait değildi, olamıyordu.
"İş, güç" dediklerimiz, bir yerlerinden teğelleyerek tutunduklarımız, aslında an dediğimizi, zaman dediğimizi, hayat dediğimizi de bir şekilde kuşatıp sarıp sarmalıyordu!
İnsan tekini, yakın bildiklerinden, dostlarından, arkadaşlarından, sevdiklerinden hatta kendinden alıp götürüyordu ötelere, bir yerlere, uzaklara...
Çoğu kez farkında ol(a)mıyorduk bu hâllerin!
Bazen bu kaba gerçeklikten sıyrılmanın yolu, doğru zamanda akılla, ustalıkla sarf edilen iki kelimeden geçiyormuş meğer: An'ı yaşa...
Üstelik bugün biz Kürtlerin yılbaşısı, yeni senenin ilk günü, yani Serê Salê'si ya! O halde an'ı yaşamak gerek, kutlu olsun, pîroz be... (ŞD/SD)