Defne Joy Foster'ın ölüm nedeni haftalardır beklenen Adli Tıp Raporu'nda KOAH (kronik akciğer yetmezliği) olarak belirtildi.Hürriyet gazetesindeki habere göre, raporda Foster'ın ölümüne nefes borusuna kaçan kusmuğun neden olduğu belirtildi.
Aynı haberde Defne Joy'un eşi İlker Yasin Solmaz'ın, resmi raporun açıklanmasından sonra gerçekleri öğreneceklerini söylediği ve "Bu haberler nedense Adli Tıp Kurumu'nun kapalı olduğu hafta sonu çıkıyor. Bunu biz de anlamadık. Resmi rapor ortaya çıkınca öğreneceğiz" diye konuştuğu belirtiliyor.
Şaibe
Neresinden dahil olursanız olun kamusal yaşamın akışına, kesintisiz bir hodkamlık, mecbur olduğunuz bir alın yazısı gibi, kendini size dayatacaktır. Siz kimsiniz? Hayatta mısınız yoksa ölüp gittiniz mi... Önemi yok. Bu ezeli eziyetin kuvvetini omuzlarınızda hissedeceksiniz. Zincirlikuyu Mezarlığı'nın girişindeki "Her canlı ölümü bir gün tadacaktır" deyişi -öldüğü an ölmüş olan bir canlının ölümü nasıl tadacağı çelişkisi kabak gibi ortada dursa da- bu nedenle belki şöyle değişse yeridir: "Diri ya da ölü fark etmez, eziyet görmeye devam edeceksiniz."
Zincirlikuyu demişken, orada şaibeli bir ölüm sonucu yitirdiğimiz ve bugünlerde öyle öldüğü günlerdeki gibi hoyratça değil de, özenle yeniden konu etmemiz gereken bir genç kadın yatıyor: Defne Joy Foster. Ölümü şaibelidir.
Zira, ölümü beklenen çok yaşlı ve hasta kişiler bile son nefeslerini verdikten sonra eve doktorun gelmesi bunun doğal yollarla gerçekleşmiş bir ölüm olduğuna dair bir rapor vermesi gerekir. Bu doktorun bir devlet kurumu için çalışıyor olması gerekir. Şüphe ima eden bir durumla karşılaşıldığında ise adli tıp devreye girer.
Defne Joy meselesini şöyle bir hatırlayalım. Defne Joy, hala nasıl olduğunu bilmediğimiz ve bilmek zorunda olmadığımız bir şekilde Kerem Halit Altan'ın evine onunla birlikte gitti. Gazete ve televizyonlara ne şekilde transfer edildiğiniz bilmediğimiz güvenlik kameralarının görüntülerinden anladığımız kadarıyla Kerem Halit Altan, Defne Joy'un sağlık durumunda ortaya çıkan ve ne olduğunu bilmediğimiz bir "sapma" bir "endişe verici değişiklik" nedeniyle dışarıya doktor aramaya çıktı. Doktor bulsaydı ve eve getirebilseydi, doktor evde hangi cihazlarla ne tür bir müdahalede bulunacaktı? Zaten eve eli boş döndü. Aradan bir zaman geçti. Ambulans çağırdı. Çağırdığında Defne Joy artık ölmüş olduğu için mi yoksa ölmek üzere olduğu için mi çağırmıştı? Bunu da bilmiyoruz.
Hemen ardından, Defne Joy'un "ahlaksızlığını" anlatan, adeta ölümü hak ettiğini ima eden, karşısında bu tür yaklaşımları kınayan, buna itiraz eden birçok yorum yapıldı. Hekimler televizyonlarda yorumlar yaptı. Bu yorumlar neye dayanıyordu, bunu da bilmiyoruz. Her ne kadar tıpta hiçbir şey kesin değilse bile, tıp bir varsayım bilimi de değildir herhalde. Yoksa, vay halimize.
Ancak tıbbi yorumcular arasında kamuoyuna itidal aşılamak isteyen bazıları, astım ya da herhangi başka bir şeyin neden olabileceği bir nefes darlığı durumunda, bir kusmuk parçasının nefes yolunu tıkamış olabileceği gibi varsayımlar içeriyordu. Ancak daha sonra bu yorumlar başka hekimler tarafından sertçe reddedildi, bu tür ani ölümlerin (ani olduğunu da nereden biliyoruz belki ve büyük ihtimalle saatlerce sürdü) boğazına kusmuk kaçmakla filan olamayacağı söylendi.
Bugün ise Hürriyet gazetesinin Adli Tıp Kurumu'nun raporuna dayanarak verdiği haberde "Foster'ın nefes borusuna kaçan kusmuğun ölümüne neden olduğu, hazırlanan raporun, soruşturmayı yürüten savcılığa bu hafta gönderileceği" belirtiliyor.
Otopsi raporunun bütün unsurlarıyla hazır olması için beş hafta geçmesi gerekiyor dendi. Otopsi raporunun sonucunda Defne Joy'un kanında uyuşturucu çıkması ise kimi çevreler tarafından neredeyse umutla bekleniyordu. O zaman cevap hazırdı zira. O gece tanıştıkları barda Defne Joy zaten uyuşturucu almış bir şekilde bulunuyordu. Tanıştılar, bir şekilde eve gittiler ve orada öldü.
Ve daha bir yığın laf...
Ancak böyle olmadı. Adli Tıp Raporu çıktı, Defne Joy'un kanunda uyuşturucu tespit edilmemişti. Kaldı ki, tespit edilse bile, ölüm hala şaibeli bir ölüm olurdu. Şaibesi de, uyuşturucu kullansalar bile, kişilerin yanlarında bulunan kişilerce ölüme terkedilmemeleri gerektiği halde, hakim erkek zihniyetin "gece yarısı evde bir kadınla" yaftasıyla hassas onurunun zedeleneceği korkusuyla, ölüme terkedilmiş olabileceği kuşkusunun silinmemesinden geliyor.
Kimse kimseyi savunmaya kalkmasın. Burada, bir cinayetten değil, bir kuşkudan, çok pahalıya mal olan bir erkeklik hatası ihtimalinden söz ediyoruz.
Bu nasıl adli tıp?
Şimdi ne olması gerekiyor? Bazı sorular sormamız gerekiyor. Gazete haberlerinde bir kısmını görebildiğimiz o adli tıp raporunda herhalde ölüm saati gibi bilgiler de vardır. Daha önce hekimlerin çoğunun fikir birliği içinde KOAH (Kronik Akciğer Yetmezliği) öyle bir gecede ölüme neden olmaz, burada ani ölüm nedenleri öncelikle düşünülmeli filan dediği bu olayda, nasıl oldu da KOAH ölümle sonuçlandı? Tıp kamuoyunun bu konuda diyeceği bir şey var mı?
Adli tıpla ilgili daha önce gündeme gelen şüpheli durumlar göz önüne alınırsa, bu raporun yetkililerce kamuya açıklanması ve desteklenmesi gerekmez mi? Gazetelere sızdırılmış bölümleriyle mi yetinmek zorundayız? Raporu bir yana koyalım. Bu ölümde bir ihmal söz konusu mu? Eğer öyle ise, kaç saat süren bir ihmalden söz ediyoruz? Kamu vicdanını böylesine derinden yaralayan bir dava böyle derin bir sessizlik içinde mi devam edecek?
Madem erkeklik bu kadar ayrıcalıklı, önemli bir şey, o zaman neden "kerata" erkekler evde bir kadınla oldukları gece yarısı -kadınlarla olmak erkekliğin bir kısmı ya- ambulansla hastaneye giderlerse ortaya çıkar diye korkuyorlar? Analarından mı babalarından mı korkuyorlar?
Kadınlarla gezip tozmayı "erkeklik"ten saymıyor muydunuz? Yoksa o "erkeklik", gece yarısı bir hastanede bir kadınla görülmekten, devamında çıkacak dedikodulardan sakınacak kadar kötü bir şey mi? Beğenmediğimiz ve yıkmaya çalıştığımız yerleşik ahlakın "kadınlık" anlayışı bile, aynı ahlakın "erkekliği"nden gözüme daha iyi göründü. Bu ahlak kadınları öldürüyor, sakatlıyor, örseliyor filan, ama hiç korkaklık ettirmiyor.
Kadınların dirisi, ölüsü hep ortada, hiç saklayacak bir şeyleri yok. Anne-baba, çoluk-çocuk korkusu yok. Ha "insanlık" diye mi soruyorsunuz? Öyle bir şey yok. İnsan biyolojik olarak hepimizin, güncel kültürel kabullerin "iğrenç " saydığı bütün kalemlerin adı. Dışkının, sidiğin, ifrazatın, kanın, derinin, kılın toplamının adı. İnsanlık mı diyorsunuz ? O bir yandan da bütün zamanlar boyunca tekrar edip duran ziyan olmuş tecrübeler bütünü. (NZ/BİA)