Kimileri bir sıcak, bir soğuk; hava değişiminden diyorlar, kimileri de üzerimdeki bu ağırlığı lodosa bağlıyorlar. Bana kalırsa bu şaşkınlık havadan sudan değil, düpedüz baş dönmesinden kaynaklanıyor.
"Dünya" dediğimiz kodaman dengeleri şaşırtıcı bir hızla değişiyorlar. Mesela Neoliberal politikalar "tehditleri önlemek üzere" dünyanın altını üstüne getirirken, nükleer silahlanma gibi pek de ufak sayılamayacak bir tehdidi önlemeye yönelik yegâne mekanizmayı yerle bir ediveriyorlar.
Nükleer Silahlanmayı Önleme Anlaşması'nı yok sayarak, geçtiğimiz günlerde Hindistan'la ABD arasında imzalanan anlaşma gerçekten izah edilemez görünüyor. ABD Birleşmiş Milletler Büyükelçisi John Bolton, anlaşmayı; "İran, nükleer silah geliştirme programını yasal görüntüsü vererek saklamaya çalışırken, Hindistan ve Pakistan bu işi yasal yollardan halletti... İran'ın aksine Hindistan ve Pakistan nükleer silahların yayılmasını engellemeyi amaçlayan, Nükleer Silahların Yayılması Önleme Anlaşması'nı hiç bir zaman imzalamadılar... Onlara (Hindistan ve Pakistan) sorumluluk almadan niyetlerini açıkça ortaya koydukları için güveniyorum" diye açıklıyor.
Yalandan hiç haz etmediği hariç, tüm anlam yollarını kapatıyor. Gerçekten sersemletici... Takip edilmesi kolay olsa da anlamlandırması gittikçe zorlaşan bunun gibi manevra ve dönüşümler, sebep sonuç ilişkisi kurulmasını zorlaştırıyor.
ABD'de, bu anlamlandırma güçlüğü şimdilik kendine anketlerde ifade şansı buluyor. CBS'in geçen hafta gerçekleştirdiği anket, Bush hükümetine desteğin yüzde 30'lara kadar düştüğünü gösteriyor. Epey bir zamandır ABD medyasında bir fısıltı gibi dolaşan "azil", San Francisco'nun seçimle göreve gelmiş meclisinin Senato'dan Başkan Bush ve Başkan Yardımcısı Dick Cheney'nin azlini talep etmesiyle gerçeklik boyutuna taşındı.
Neoliberal politikaların felsefî esin kaynağı, "medeniyetler çatışması" tezinin kardeş teorisyeni Francis Fukuyama dahi "tarihin devam ettiği" işin biraz abartıldığı hususunda görüş bildirdi.
Öte yandan İsrail'de sürekli güvenlik politikaları sebebiyle oluşan teyakkuzun ortaya çıkardığı karmaşık politik yapı, seçim öncesinde onu daha da karmaşık kılacak bir dizi ciddi değişiklik geçirdi.
Önce İşçi Partisi sürpriz sayılabilecek bir karar alarak şahin mi güvercin mi olduğu tartışmalı olsa da kurt olduğu su götürmez Şimon Peres yerine Histadrut İşçi Sendikası'nın eski lideri Amir Peretz'i seçti.
Peretz'in Filistin'le nihaî bir barış olanağı yakalaması ihtimalinin görece fazla olması bir yana, Fas doğumlu bir Mizrahi olan Peretz'in İşçi Partisi başkanlığına seçilmesi "hayalci, idealist duyarlılık" yaftasına sahip barış hareketleri için büyük anlam ifade ediyordu.
Geleneksel olarak Eşkenazların yönetimindeki İşçi Partisi için tarihi bir değişim şansı ortaya çıkmış oldu. Barış görüşmelerinin, "geçmişte hoş bir sada" olarak algılandığı İsrail kamuoyunun bakış açısını değiştirme olasılığı bulunan büyük bir adım atılmış, "ayaklar, baş edilmişti".
Peretz seçilmesi halinde 1967 sınırlarına döneceğinin sinyallerini veren, sosyal devletin devamından yana bir seçenek sundu. Ancak İsrail'de politik ortamın karmaşıklığı sonucu oluşan puslu hava sebebiyle İşçi Partisi, Filistin'le ve barışla ilgili cesur bir söylem oluşturamadı.
İç politikadaysa sosyal adalete vurgu yapan yeni projeler üretemeyen Peretz, çalışan kesim tarafından gittikçe zorlaşan ekonomik şartları değiştirecek bir umut olarak algılanmadı.
Belki de etnik konumundan dolayı, ciddî bir problem olarak kendini hissettirmeye başlayan sınıflar arası uçurum üzerinden politika üretmedi/üretemedi. Kısacası, Peretzli İşçi Partisi -en azından şimdilik- rüştünü ispatlayamamış bir görüntü ortaya koydu.
İkinci önemli değişim, iktidardaki Likud Partisi'nin içinde yaşandı. Ariel Şaron'un "tek taraflı geri çekilme" planı "Büyük İsrail" taraftarı kanadı rahatsız etti.
Bakan istifaları, Likud milletvekillerinin protestoları sıradan hale gelmişti. Öyle ki Şaron, hareketini Likud'tan kopararak Kadima (İleri) Partisini kurmak zorunda kaldı. Parti kurulur kurulmaz büyük ilgiye mahzar oldu ve seçim anketlerinde favori parti olarak yerini aldı. Geri çekilmeci kanat, ismini "İleri" olarak belirleyerek, çok anlamlı/anlamsız ortama iyi uyum sağladı.
Partinin müstakbel iktidar statüsüne yükselişi pek çokları tarafından Şaron'un "siyasî ağırlığı" ile açıklandı. Neden yeni olduğu pek net olmasa da parti umduğu ilgiyi bulmuştu.
Beklenmeyen üçüncü değişim Şaron'un ağır bir kalp krizi geçirerek siyaseten "ağırlığını" yitirmesiyle yaşandı. O günlerde Şaron'un kişisel talihsizliği sonucu birkaç puanlık bir merhamet yükselişi yaşanacağı, ardından Kadima'nın düşüşe geçeceği tahminleri çok popülerdi.
Şaron'un koltuğuna Kudüs eski belediye başkanı Ehud Olmert geçti. Karizmatik bulunmayan, "ikinci sınıf", "banal" bir politikacı...
Sonuç beklenildiği gibi olmadı. Tam tersine görünen o ki, "Şaron'un partisi"nin Şaron'a ihtiyacı yokmuş ve hiç de popüler olmayan Olmert bir gecede inanılmaz bir popülerliğe ulaşabilirmiş. Son anketlere göre, kırıklı İsrail siyasetinde son tercihler bu şekilde tezahür ediyor.
Kadima 40-45 arası sandalye kazanarak ardından gelen İşçi Partisi ve Likud'a yaklaşık 20'şer sandalye bırakıyor. Eğer seçim sonuçları anketlerin öngörüsüne uygun biçimde gerçekleşirse, Kadima bir koalisyon oluşturmaya kâbil olabilir.
Tabii tercihlerin böyle olması durumunda çeşitli hükümet ihtimalleri de ortaya çıkıyor: Likud'la sağ partiler, İşçi Partisi'yle sol partiler ya da İşçi Partisi, Likud ve sağ partiler gibi... Hatta bir düzine kadar farklı ihtimalden de bahsedilebilir.
Burada sorulması gereken temel soru; lideri Şaron'u kaybetmesine, "korkunç" Hamas'ın seçimleri kazanmasına, Amona'da olduğu gibi yerleşimcilerin canlı yayında atlı polislerce kovalanması, tartaklanması, sol ve sağ partilerden gelen saldırılara rağmen, Kadima'nın pozisyonunu korumasını sağlayan özel şey nedir?
Temel sebep, İsrail kamuoyunun genel ruh halinin -barış sürecinin bir şekilde durağanlıktan kurtulması talebi- Kadima'da ifade bulmuş olması olabilir. Nihayetinde, güvenlik politikası ve savaş yorgunu çoğunluk, çelişkilerin bir şekilde son bulmasını istiyor.
Hamas'ın seçimleri kazanması İsrail'de paniğe yol açmadı. Bu sebeple alternatif konumundaki sert çözüm "Netanyahu'nun kampanyası" rağbet görmüyor. Öte yandan yaşanan süreç sonucu Filistin, İsrail kamuoyuna güven telkin etmiyor. Bu yargıya varanlar artık, "Onlarla beraber ya da Onlarla ilgili" hiçbir şey yapmak istemiyor.
Kadima'nın temel iddiası; "tek taraflı barış sağlanabilir" tezi, halkın ilgisini daha fazla çekiyor. Böyle bir ruh halinin hakim olduğu İsrail'de, Peretz'in üzerine yeterince gitmediği sosyal problemler, örneğin zengin ve fakirler arasındaki büyük uçurum "çok üzücü" ama önemi tartışılır.
Öte yandan İsrail-Filistin sorununun üzerinde durduğu dengelerle alakalı bir diğer büyük değişiklik de İsrail'in "barış ortağı" Filistin'de yaşandı. Beklenen sürpriz gerçekleşti ve Hamas, Filistin seçimlerini tartışmaya yer bırakmayacak bir seçim süreci sonucunda kazandı.
Hamas'ın söylemini bir anda değiştirmesinin mümkün olmayışı, durumun daha yoğun bir kriz hali alması için gerekli ortamı sağlıyor. Şaron'un temel retoriği karşı tarafta diyalog kuracak birini bulamamak; dolayısıyla Roma barışı görece meşru bir zemin kazanıyor.
Şirazesinden çıkmış bu politik ortamda yeni bir sürpriz daha yaşanmazsa, seçimlerin ardından hükümetin içinde yer alacağı neredeyse kesin olan Kadima'nın, İsrail seçmeninin temel sorununa nasıl bir açılım getireceğine dikkatle bakmak daha da önemli bir hale geliyor.
Parti'nin popüler vaadi olan, "İsrail'in kalıcı sınırlarını tek taraflı olarak belirlemek" iddiası, zemini olmayan, kendinden menkul bir çözüm öneriyor. Filistinlilerin, dolayısıyla Arap dünyasının, ABD ve dost ülkelerin ortada bir antlaşma olmaksızın belirlenmiş sınırları tanımaları gerçekten mümkün değil.
Bu "çözümün" ne yazık ki barış yerine, gelecek nesiller arasındaki karmaşanın devamını sağlama ihtimali daha kuvvetli görünüyor. En azından mantık bunu söylüyor. Olmert'in Filistililer'den ayrılma vaadi, "Filistinlileri gözümüzün önünden kaldırın" demenin daha şık, doğru hali; ancak talebi karşıladığı aşikâr.
Olmert Hükümeti'nin, Filistin Otoritesi'ne yaptığı maddî yardımları kesmesi veya "terörizm için kullanılabileceği" gerekçesiyle Filistin'e ait gümrük gelirlerine el koyması ya da Oslo Ssüreci ve Yol Haritası'na aykırı biçimde Kudüs ve Batı Şeria'da İsrail'in elinde kalacak toprakları açıklaması, Kadima'nın nasıl bir barışı deneyeceğini ortaya koyuyor.
Kadima, Hamas'ın, geçmişte yapılan anlaşmaları tanımadığı için, hiç bir meşru hakkı olmadığını iddia ederken, kendisi uluslararası anlaşmalara aykırı yeni bir barış öneriyor.
Sonuçta "dünya" yeni bir dengeye doğru yol alıyor. Bu durumda sersemliğin lodostan ya da poyrazdan kaynaklanması önemini yitiriyor. Paylaşım kavgası şiddetlenerek devam etse de, unutulmaması gereken, temel fizikî kurallara uygun biçimde strateji kurmak gerektiğidir.
İçinde bulunduğumuz sürecin bu şekilde devamlılık arz etmesi mümkün olmadığına göre, "her uçuşun bir inişi olacağını, varış noktasını gözden geçirerek akılda tutmakta fayda var" demek yanlış olmaz. Önemli olan baş dönmesine rağmen asıl gerçekliği gözden kaçırmamakta yatıyor olabilir. (AH/KÖ)
* İsrail tarafından güvenlik gerekçesiyle yapılan ve İsrailli yerleşimcilerlerle Filistinlilerin yaşadığı bölgeyi ayıran duvarın üzerine graffiti sanatçısı Banksy tarafından yapılan bir çalışmanın önünde Filistinli bir gencin fotoğrafı.