Artık nereden başlayacağımı bulmakta zorlanıyorum. En iyisi doğrudan konuya girmek sanırım. En azından iyi tarafından başlayayım: Sıcak havalar çok yakında tüm sorunlarımızı unutturacak. İşin kötü yanı ise, bilim insanları, kitlesel göç ve ölümlerin yaşandığı, çıkar gruplarının devletler üzerinden birbirlerine savaş açtıkları, zaiyatınsa her zaman olduğu gibi insanlar olacağı bir dünyada nüfusun ne kadarının hayatta kalacağını hesaplamaya çalışıyorlar. Gülü seven dikenine katlanır.
Dünyanın iklim üzerine en saygın kuruluşlarından sayılan İngiliz Meteoroloji Ofisi, Hadley Merkezi geçtiğimiz günlerde, ilk kez dünyanın küresel ısınma (hava) tahminlerini kamuoyuyla paylaştı. Tahminler 2010'a kadar hava sıcaklıklarının bu minvalde olacağını ancak bu yıldan itibaren sıcaklığın durdurulamaz bir şekilde artacağını ortaya koyuyor.
Acaba başka ne söylesem? Mesela, yine saygın kabul edilen bir araştırmaya göre, dünya petrol üretimi 2030 yılına kadar yarıya düşmüş olacak. Aynı rapor bu durumun sonucu olarak sosyal yıkım ve savaşların kaçınılmaz olduğunu da söylüyor. Almanya merkezli Enerji Gözlem Grubu dünyadaki petrolün 2006 yılında zirveye ulaştığını, artık petrol üretiminin her yıl yüzde 7 –yedi- düşeceğini tahmin ettiklerini açıkladı. Raporun açıklanmasından birkaç gün önce petrol fiyatlarının ilk kez varil başına 90 dolarlık bir fiyata ulaştığı haberi, çok yakında bir daha inmemek üzere 100 doların üzerine çıkacağını söyleyen bir başka haberle devam ediyordu yaklaşık bir ay önce. Gazeteler petrol zammı haberi veriyorlar yine bugün: varil başı 96,44.
Açız ama gururluyuz
Ne demek gerekiyor bilmiyorum. 2005’ten beri iklim felaketini duyurmaya çalışan bir aktivist olarak galiba sonunda anlattığıma yabancılaştım. 500-600 kişi çıktığımız yolda artık 10 bin kişiyiz. Çok konuştuk, çok tartıştık, “normaldir” deyip, en azından bir süre iklim değişikliğini hayatımdan çıkarmak isterdim.
Ama gücüm yetmiyor, felaket her gün daha sert adımlarla geliyor. Eski Devlet Su İşleri (DSİ) müdürü, yeni Çevre Bakanımız Veysel Eroğlu, yüzde sıfır dolulukta, nam-ı diğer tamtakır, Ankara barajlarına rağmen suların nasıl aktığını, “meslek sırrı” olduğunu söyleyerek açıklıyor. Ziraat Odaları’nın “kuraklık!”, “kıtlık!”, “afet!” açıklamaları, Fırıncılar Odası’nın zam haberlerinden hep hemen önce. Nükleer Enerji Yasası’nın acilen Meclis’te görüşüleceği haberleri, “Irak operasyonu” haberlerinden hep bir adım geride. İklim değişikliğine çare olma ihtimali bilimsel olarak 0 –sıfır-.
Acaba hangi ülkeler nükleer enerji peşinde? İsim vermeyeyim, gururları kırılmasın. Ama eşkallerini fısıldayabilirim. Akdeniz çanağının, fakirliğin, eşitsizliğin en ağırının yaşandığı, NATO “müttefiki”, Ortadoğu ülkeleri. Açız ama gururluyuz…
Paylaşım kavgası
Sanayi devriminin başladığı 1900'den beri sıcaklıkta sadece 0,8 derecelik bir artış olmuş. Eh, 2010 - 2014 yılları arasında dünyanın ortalama olarak 0,3 derce daha sıcak olacağını ortaya koyan bu sonuçlar, iklim değişikliğinin en kötü senaryolardan bile daha hızlı olacağını gösteriyor. İklimi değiştirerek felaketimizi hazırlayan endüstri ve onun kârları üzerine kurulu sistemse bu sonuçlardan başka anlamlar çıkarıyor.
Kuzey Kutbu’nun erimeye başlaması sonucu ortaya çıkacak olan petrol ve gazın peşindeki ülkeler için bu yepyeni fırsatlar anlamına geliyor. Danimarka, Norveç, Kanada, Rusya ve Amerika Birleşik Devletleri (ABD) bu "yeni kaynaklardan" hak alabilmek üzere şimdiden gergin sembolizmlerle süslü bir yarışa başladılar bile. Rusya’nın Kuzey Denizi'nin dibine diktiği bayrak, Kanada'nın cevaben başbakanı Stephen Harper'ı üç günlük bir trekking gezisi için Kutup’a yollaması esprili haberlerle ortaya konsa da, tüm tarafların Kutup şartlarına uygun yeni savaş gemileri için imalata başlaması, bölgede kurulacak askeri üslerle ilgili haberlerin birbirini takip etmesine ne demek gerekir acaba?
Yarattığımız dünyanın sonu gelirken, yeni dünya için paylaşım kavgaları başladı bile. Bilim insanları uyarıyorlar: 2009 yılına kadar radikal önlemler almayı başaramazsak, sıcaklıklar geometrik olarak artacak. “Su” diye inlemeye başladığımız bu günlerin her şeyin başlangıcı olduğunun bilinciyle hareket etmezsek, önümüzde açlık, göç, kuraklık ve savaşlar dışında öngörülebilir bir gelecek yok. İşin kötüsü durum bu kadar açık, en azından konu üzerinde çalışan bilim insanları için…
Modern dünya, sarsıla sarsıla yıkılırken, kimi yerlerde hükümetler kimi yerlerde doğrudan sokaklar, belediyeler, okullar fırtınayı dindirebilecek yegâne yolu geliştirmeye çabalıyorlar. Sera gazlarının kaynağı olan fosil yakıtları (petrol, kömür, doğalgaz) hemen kesmek dışında çıkışı olmayan bir kapanda inatla çalışan insanları bile bile yalnız bırakmak mümkün mü?
Umut
Galiba karanlık umudu asla öldüremiyor. Diğer yandan, güneş enerjisi tarlalarının kurulmaya, yüzde 60-70lik kısma kararlarının alınmaya, rüzgâr ve dalgalardan enerji üretimine başlanan, enerji savaşlarının kamuoyundan gizlenemediği, savaşa, küresel ısınmaya karşı milyonlarca insanın sokaklara döküldüğü bir dünyadan bahsediyoruz.
Al Gore gibi ABD başkan yardımcılığı yapmış, Başkanlığı kıl payı kaçırmış "merkez siyaset" erbabı insanların, “gençler gelecekleri olmadığını göremiyorlar mı, hâlâ neden termik santrallerin kapılarına yatmaya başlamadıklarını anlamıyorum” dediği, büyük değişimlere gebe yepyeni bir algı dört bir yanda yeşeriyor.
Önümüzde gittikçe daralan zaman, bir ekolojik felaket ve bu felaketten kurtulmak için her gün daha da güçlenen bir hareket var. Yaşama hakkımızı korumak, iklim değişikliği ve petrol savaşlarından kaçmak için hükümete hemen Kyoto Anlaşması'nı imzalatmak, yenilenebilir enerjilerin kullanılması için gerekli çerçeveyi hazırlamak gerekiyor. Harekete geçmek için hâlâ zaman var. Yüzlerce şehirde, milyonlarca insan bunu başarmak için tek şansımız. 8 Aralık İstanbul Mitingi ilk dönüm noktası, keskin dönmek gerekiyor.(AH/EÜ)
Buluşma saati: 11.00, 8 Aralık Cumartesi
Buluşma yeri: Kadıköy Tepe Natilius Önü