Tam hapishanelerdeki temel sorunları yazarak dile getirdim, yazacaklarım şimdilik bitti diye düşünürken…
Yeni hak ihlallerinin ortaya çıkması, devletin hapishane politikalarının göstergesi olduğu kadar; gayri insani, zulümkar, baskıcı zihniyetinin de bir göstergesidir.
Geçtiğimiz günlerde Kandıra 1 No’lu F Tipi Hapishane’de kalan mektup arkadaşım Sami Özbil’den aldığımı postayla sarsıldım.
Sami 1996 ve 2003 yıllarında iki ayrı dosyadan birer müebbet cezası almış bir tutsak.
Ve her cezanın yatarı Ceza İnfaz Kanunu’na (CİK) göre 30’ar yıl.
2005 yılında yürürlüğe giren Türk Ceza Kanunu’na (TCK) göre birden fazla müebbet hapis cezası alanların toplam 34 yıl hapis yatması gerekiyor.
Bu durum eski TCK’da bir kişi kaç tane müebbet hapis cezası alırsa alsın sadece bunun birinin infazını, yani 30 yılını yatması gerekiyordu.
Mahkeme Sami için tutsaklığın lehinde olan yasayı tercih etmiş!
Fakat buna göre de, iki kez müebbet hapis cezası aldığı için bu 30 yılın bir buçuk yılını kesintisiz olarak hücrede geçirmesi gerekiyormuş!
Anlayacağınız İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin aldığı bu karar hakikaten insana bu nasıl bir lehte uygulamadır sorusunu sordurtmayı hak ediyor.
Kırk katır mı, kırk satır mı dedirtecek bu karar Sami’nin yazdığına göre bir ilk.
Bugüne kadar F tipi hapishanelerde devletin tecrit uygulaması tüm itirazlara ve müdahaleye rağmen, bir milim bile esnetilmeksizin devam etti ediyor.
Ancak 1 No’lu F Tipi hapishane idaresi bununla yetinmemiş.
İstanbul 12. Ağır Ceza Mahkemesi’nin kararına dayanarak, Sami’nin kesintisiz olarak bir buçuk yıl boyunca tek başına hücrede kalması kararını vermiş.
Bu kararın, yegâne sorunu Sami’nin tek kişilik hücreye alınması değil. Bu kararın, bu cezanın nasıl uygulanacağı çok önemli.
Sami tam bir buçuk yıl boyunca vasisi dışında hiç kimseyle görüşmeyecek. Günde sadece bir saat havalandırmaya çıkabilecek. Yani günün 23 saatini sekiz adımlık tek katlı bir hücrede geçirecek.
Sadece bu kadar olsa, emin olun Sami bunun sözünü bile etmeyecek. Mektuplarından tanıdığım bu arkadaşım okuma ve yazma delisi bir mapus.
İlk başlarda bir buçuk yıl boyunca yapmayı planladığı çalışmalar için bu durumu nasıl değerlendireceğine dair hesaplar yapıyordu.
Fakat durum netleşip, cezanın nasıl uygulanacağı ayrıntılarıyla kendisine bildirildiğinde…
Mahkeme heyetinin sanığı lehine uyguladığı yasanın gerçekte bu cezayı çekmekle yükümlü tutsağı delirtmeye mahkûm etmek olduğunu öğrenmiş olduk.
Çünkü Sami o bir buçuk yıl boyunca günlük gazete, dergi v.b yayınları alamayacak/okuyamayacak. Radyo dinleyemeyecek, televizyon izleyemeyecek. Mektup göndermesi de, gelen mektupların verilmesi de, haftalık 10 dakikalık telefon hakkı da yasak!
Sami çok yazan birisi ve düzenli olarak Atılım Gazetesi’ne değişik dergi ve gazetelere makaleler, denemeler yazıyor. Hücreye alındığında buralara yazılarını gönderemeyecek, dolayısıyla yayımlatamayacak. Öykü, şiir, deneme, senaryo yazma ve yayımlatma hakkı da bu bir buçuk yıl boyunca elinden alınacak. Bu süreçte sadece ve sadece yanına birkaç kitap alabilirmiş!
Ayrıca tretmana bağlı olmayan tek yasal hakkımız 10 saatlik sohbet hakkından da yararlanamayacak!
Nasıl?
Ortaçağdaki zindan koşulları gibi değil mi?
Üstelik Sami Corhn hastası, babası da kanser. Babası ölmeden onu ziyaret etme talebi önce savcılığın 4 bin lira para talebine takıldı. Arkadaşları bu sorunu çözdükten sonra da, inanılmaz bürokratik engeller çıkarıldı Sami’nin karşısına.
En sonunda da Sami’nin yazdığı romanlar, öyküler, makaleler yasadışı örgütle ilişki olarak nitelenip, hayır yanıtı verdiler.
Madem hayır yanıtı verecektiniz, en başından bunu söyleyip, insanları umutlandırmasaydınız… Onca bürokratik işlemle uğraştırmasaydınız ya!
Sami’ye babasıyla görüşme izni verilmediğini ve gerekçesini öğrendiğimde, üzülüp-öfkelensem de; hiç değilse babasıyla telefonla konuşabiliyor diye kendi kendimi teskin etmiştim.
Şimdi onu da yapamayacak Sami…
Ne mektup yazabilecek ne de telefonla konuşabilecek.
Sadece vasisiyle yapacağı görüşlerden haber alabilecek.
Mektubunda ailesinden ağır sağlık koşullarına rağmen babasını ziyarete getirmelerini istediğini yazmış.
Dilerim hücreye alınmadan önce bu isteği yerine gelmiştir.
İnsanın kanını donduracak bu uygulamaya karşı Sami’ye Corhn hastası olduğu için bu koşullarda yaşayamayacağına dair rapor alması önerilmiş.
Ancak Sami böyle bir girişimde bulunmayı doğru bulmadığı için doktora başvurmamış.
Haklı olarak dışarıdakilerin bu zindancı uygulamaya karşı bir şeyler yapmasını bekliyor.
Ben bu satırları yazarken belki de bu bir buçuk yıllık cezayı infaz etmek üzere Sami’yi hücreye almışlardır bile.
O her şeye rağmen delirmesi için koydukları hücreden en azından 1 kitapla çıkacağından emin olduğunu yazsa da…
21. yüzyılda Ortaçağ uygulamalarını anımsatan bu zindancı gayri insani uygulamaya karşı çıkmak hepimizin boyun borcu olmalı.
İkinci baskı olduğunu bile bile bir kez daha tekrar etmek istiyorum…
Eğer bizler Sami’nin sesine kulak verip, bir şeyler yapmazsak…
Sami bir buçuk yıl boyunca vasisi dışında hiç kimseyle görüş yapamayacak! Radyo, televizyon verilmeyecek, günlük gazete ve süreli yayınları takip edemeyecek!
Her tutsağın hakkı olan haftalık 10 dakika ailesiyle telefon görüşmesi yapamayacak; haftada 10 saatlik sohbet hakkından yararlanamamak.
Bu bir buçuk yıl boyunca mektup gönderemeyecek, kendisine gelen mektupları alamayacak.
Çeşitli dergi ve gazetelere yazdığı makaleleri yazamayacak; öykü, şiir, deneme, senaryo çalışması yapamayacak!
Bu yazıyı okuyan herkesten küçük bir empati yapmasını istiyorum.
Ve buradan insanım diyen herkesi, kişiyi ve kurumları Sami’nin sesini duymaya, bu insanlık dışı uygulamayı durdurmak için harekete geçmeye çağırıyorum. (FE/EKN)
* Füsun Erdoğan, Gebze Kadın Kapalı Hapishane