ADİL GELECEK İÇİN ALTERNATİF EKONOMİ - 2
Brezilya deneyimi ve dayanışmanın küresel hali

Brezilya’nın başkentinde, Brasília’daydım.
350.org ev sahipliğinde düzenlenen, 70 ülke ve bölgeden 200’ü aşkın katılımcının bir arada olduğu bu buluşma “Gücümüzü Yenilemek” (Ing: Renew Our Power) başlığını taşıyordu.
Başlığa uyumlu olarak tema, halkların ve toplulukların gücünü gezegenin limitleriyle uyumlu olarak yenilemesine odaklanıyordu. Bu iklim temelli olduğu kadar, sosyal adalet ilişkilerini de içeren bir örgütlenme talebi olarak görülebilir.
Uganda’nın ücra bir köyünden, Amazon ormanlarının derinliklerinden, Pasifik’teki adaların erişilmez bir köşesinden, yok edilmenin eşiğindeki Filistin’den ve daha bir çok ülke ve bölgeden gelen yüzlerce katılımcı hem kendi kültürlerini ve kimliklerini hem de ilham verici mücadelelerini etkinlik alanına taşımışlardı. Doğaya ve insana dost yenilenebilir enerji uygulamalarıyla kurulan yerel, dağıtık ve adil enerji sistemlerinin topluluklara ve halklara nasıl güç verdiğini görmek inanılmaz değerliydi.
Zira burada anlatılan örnekler, sadece elektrik arzının biçim değiştirmesinin önemini değil, aynı zamanda enerjiye erişimi olmayan bölgelerde yenilenebilir enerji kaynaklarıyla yaratılan hayati etkiyi görünür kılıyordu.
Aydınlatma, suya erişim, telefon ve bilgisayar şarjı, internet kullanımı gibi bizim için gündelik hayatın ayrılmaz parçası haline gelen ve aksadığında bizi rahatsız eden hizmetler, dünyanın farklı bölgelerindeki milyonlarca insan tarafından hala erişilebilir değil. Bunu küresel ölçekte yaşanan sosyal ve ekonomik adaletsizliklerden bağımsız düşünmemek gerekiyor.
Buluşmada, topluluklar arası öğrenmeyi ve dayanışmayı güçlendirerek, birbirimizden güç almamızı sağlayan oturumlara ilave olarak, bazı ilkesel meseleleri de farklı perspektiflerden tartışma fırsatımız oldu. Bunlardan bir tanesi, benim de orada olmamı sağlayan, iktidarın ve servetin yeniden dağıtılması başlığıydı.
Mevcut sosyo-ekonomik paradigmayı değiştirme ve adil gelecek için alternatif bir ekonominin tesisi talebini içermesi bakımından ilkesel olarak son derece önemli olan bu başlık, bu yazı dizisiyle de temelden bağlantılı.
Mevcut işleyişte en zengin %1'lik kesim, dünya nüfusunun %99'una kıyasla iki kat daha fazla servete sahip. Bu maddi servet son ABD seçimlerinde de gördüğümüz üzere siyasi bir etki gücünü de beraberinde getiriyor.
Son yıllarda dünya genelinde tartışmaya açıldığı haliyle servetin ve iktidarın yeniden dağıtılması, mevcut ekonomik ve finansal ilişkilere yönelik bir dizi itirazı ve değişim talebini bünyesinde barındırıyor. Çok temel olarak servetin toplam insan sayısına oranla çok küçük bir azınlıkta toplanmasına; zenginlerin, kamu kaynaklarını, ortak servet olan müşterekleri ve insan emeğini sömürerek ultra zenginlere dönüşmelerine ekonomik, sosyal ve ekolojik açılardan yarattığı olumsuz etkileri nedeniyle itiraz ediliyor.
Çare olarak, kirletici sektörlerde faaliyet gösteren, sosyal ve ekolojik dışsallaştırmalar yoluyla servet biriktiren, emeği ve müşterekleri sömüren ultra zenginlerin vergilendirilmesi ve edinilecek vergi gelirinin eşitlik ve adalet temelli bir biçimde yeniden dağıtılması planı öne çıkıyor. Bu konuda çok sayıda küresel kampanya yürütülüyor.
Her ne kadar antikapitalist teori ve mücadele pratiklerinden bakıldığında ortada yeni bir talebin olmadığını söylemek ya da söz konusu bu büyüyen küresel mücadelenin, mevcut servet birikim süreçlerine özsel olan sermaye ilişkilerini hedef almadığı için eksik kaldığını iddia etmek mümkün gibi görünse de, burada önemli olan, uluslararası ölçekte atılması istenen adımların çok yakın bir gelecekte gerçekleşme potansiyeli taşıyor olmasıdır.
Zira burada kısaca sözünü ettiğim eşitsizlik ve servet vergisi temelli vergi adaleti tartışmaları Birleşmiş Milletler’de, Dünya Ekonomi Forumu’nda, G20 zirvesi gibi alanlarda kendine geniş yer buluyor. Dahası atılan bazı somut adımlar da var.
Şubat 2024'ten bu yana BM’de, kapsayıcı ve etkili bir uluslararası vergi işbirliği çerçevesi oluşturmayı amaç yeni bir Vergi Sözleşmesi’nin müzakereleri devam ediyor. Bu yeni çerçeve, vergi kaçakçılığının, yasadışı mali akışların ve eşitsiz vergi yüklerinin devam etmesine, dolayısıyla küresel eşitsizlik ve adaletsizliklerin derinleşmesine neden olan sistemik sorunları ele almayı vaat ediyor.
Servetin ve iktidarın yeniden dağıtılması talebinin ilk adımlarına ilişkin tüm bu çabalar, vergi adaletine odaklanan başka bir yazının konusu olacak kadar uzun açıklamalar ve tartışmalar gerektiriyor. Zira söz konusu vergilerin toplanması halinde bile, bunların kime ve nasıl dağıtılacağı, özellikle bizimki gibi ülkelerde, başlı başına önemli bir mesele olarak karşımıza çıkıyor. Bu nedenle bu meseleleri Türkiye özelinde de tartışmaya açmak gerekiyor.
Şimdilik (yani bu yazı özelinde) düşünmeyi kolaylaştıracak retorik sorularla yetinmek anlamlı olacaktır: Düşünelim, son on yılda hükümete yakın şirketlere sağlanan vergi istisnaları ve afları ile kamu ne kadarlık bir vergi geliri kaybetmiştir ve söz gelimi bu vergi geliri sağlansa ve vatandaşa yönelik hizmetlerde kullanılsaydı, kaç milyon insanın hayatında doğrudan olumlu etkiler yaratılırdı?
Kamusal fayda talebi olan bu soruların peşine düşmek ve değişimi talep etmek demokratik açıdan hepimizin hakkı olduğu kadar aynı zamanda da vatandaşlık sorumluluğumuz. Bu konuda da Brezilya deneyimi ile mevcut durumumuz arasında bir paralellik kurmak istiyorum.
Katıldığım bu küresel buluşma için Brezilya’nın başkentinin seçilmesi elbette tesadüf değil. Brezilya, bu yıl otuzuncu kez gerçekleşecek BM İklim Değişikliği Taraflar Konferansı’na (COP30) ev sahipliği yapacak. Son yıllarda peşpeşe fosil yakıt zengini ülkelerde gerçekleşen toplantılardan sonra Brezilya’daki COP için umutlar büyük. Fosil yakıtlardan çıkışın ve adil enerji geçişinin hızlandırılması hedefinin somutlaştırılması arzu ediliyor.
Ayrıca, Paris İklim Anlaşması’nın onuncu yıldönümünde gerçekleşecek bu toplantıda, kayıp ve zarar tazmin mekanizmaları ile iklim değişikliğinde tarihsel sorumluluğu olan ülkelerin bedel ödemesini sağlayacak ilkelerin hayata geçirilmesi yönünde adımlar atılması da bekleniyor.
Tüm bu meseleleri servetin ve iktidarın yeniden dağıtılması talebinden ayrı düşünmemek gerekiyor. Zira adil ve kapsayıcı bir enerji dönüşümü de, diğer tüm iklim meseleleri gibi eşitsizliğin giderilmesi ve sosyal adaletin sağlanması ile doğrudan bağlantılı.
Tüm bu uluslararası gündem ile bu yazı dizisi arasında nasıl yerelleştirilebilir bir ilişki kurduğumu somutlaştırmak istiyorum. Bunun için de etkinlik sürecinde yaşanan bir gelişmeyi paylaşmanın anlamlı olacağını düşünüyorum.
Buluşma devam ederken, yerli halkların liderleri, iklim aktivistleri ve topluluk öncülerinden oluşan içimizden bir grup Brezilya Dışişleri Bakanlığı önünde Amazon orman yangınlarının küllerinden elde edilen boyalarla hazırlanan 30 metrelik bir pankartı açtıkları şiddetsiz bir protesto gösterisi gerçekleştirdi. Brezilyalı sanatçı Mundano tarafından hazırlanan pankartta şu ifadeler yer alıyordu: “Brezilya, COP30'da adil enerji dönüşümüne liderlik et.”
Bu barışçıl gösteri, herhangi bir polis müdahalesiyle ya da siyasal bir tepki ile karşılaşmadı. Aksine, hükümetin Çevre ve İklim Değişikliği Bakanı, protestodan iki gün sonra buluşmayı bizzat ziyaret etti. Bakan Marina Silva’nın mütevazı bir araç ile alana ulaşması ve 70 milletten bizlerle, öncesinde ‘ilave hiçbir güvenlik önlemi’ almadan bir salonda buluşması, bizimki gibi, farklı alışkanlıklara sahip ülkelerden gelen çok sayıda katılımcı için son derece şaşırtıcıydı.
Şaşkınlığımız bununla da sınırlı kalmadı, Silva konuşmasında yaklaşan COP sürecine dikkat çekerek, iklim adaletinin gerçekleşmesi için verilen mücadeleyi selamladıklarını ve burada yükselen sesin duyulması için çaba harcayacağını belirtti. Burada da durmadı, verilen sözlere rağmen hala yatırım yapılan fosil yakıt kullanımının bir an önce bitirilmesi gerektiğini söyledi.
Bakanın işaret ettiği bir diğer önemli mesele ise -neredeyse boykot tartışmalarına bağlanabilecek şekilde- daha az ve sadece ihtiyaç temelli tüketmemiz gerekliliğiydi.
Daha fazla zarar vermeyen yeni bir yaşamsal perspektife ihtiyacımız olduğunu vurgulayan Marina Silva, gezegeni yaşam tarzımızla korumamız gerektiğini ifade ederken, burada ve şimdi hala mevcut olanları korumak ve kaybolanı yeniden yaşatmak için çaba harcamamız gerektiğini belirtti. Bu genel yorumu, bizler için de önemli bir mesaj olarak almayı seçiyorum.
Yapılan barışçıl protesto ve ardından gerçekleşen bu ziyaretin, ekolojik ve sosyal adalet tartışmaları açısından son derece önemli olduğu aşikar.
Ancak yaşanan bu olayın önemi sadece bunlarla sınırlı değil. Daha temelden bir yerden, söz ve eylemin görünürlüğüne alan açılıyor olmasından kaynaklanan bir değeri var. Zira çok değil, 2023’te başkan Lula yeniden göreve gelmeden önce, Bolsanaro’nun başkanlığında Brezilya otokratik ve baskıcı bir yönetimle karşı karşıyaydı.
O dönemde böylesi bir demokratik sürecin, tıpkı bugünün Türkiye’sinde olduğu gibi, Brezilya’da da yaşanması beklemek pek mümkün değildi.
Ancak Brezilya halkları, maruz kaldıkları bu baskıyı devam ettirmeme iradesini göstererek son seçimlerde Lula’yı göreve getirdiler. Bugün gelinen noktada, elbette eleştiriler olsa da genel olarak iyiye gidişattan ve geleceğe yönelik umudun yeniden yeşermiş olmasından söz edebiliriz.
Her durumda siyasi iktidarların meşru ömrü, halkların desteğiyle sınırlı kalacaktır. Baskıya karşı barışçıl direniş yolları geliştirmek, mevcut hükümetlere yönelik tepkinin dışavurumu açısından son derece önemlidir.
Boykot süreci ile başlayan tartışmalarda bunu akıldan çıkarmamak gerekiyor. Zira bu davranışlarla görünür kılınan mevcut siyasi pratiklere yönelik itirazdır.
Bu yazıda adil ekonominin temel kavramlarına ve Türkiye’deki somut uygulamalara değinmek istiyordum. Ancak oraya geçmeden önce, Brezilya deneyiminden de hareketle, topluluklar ve halklar olarak sahip olduğumuz gücü hatırlamanın önemli olduğunu düşündüm.
Zira adil bir ekonomiye giden yol demokratik taleplerin kendine alan bulabildiği bir politik zeminden bağımsız değil.
Ekonomik alanı dönüştürerek talep ettiğimiz adalet, esasen bütünüyle sosyal adalet demektir. Bir sonraki yazıda bu küresel tartışmaları yerel dinamiklerle nasıl ele alabileceğimize odaklanacağım.

ADİL GELECEK İÇİN ALTERNATİF EKONOMİ - 1
Boykot, grev ve sonrası
(BB/EMK)