Fotoğraf: Canva
Sisifos'u bilirsiniz. Hani şu Yunan Mitolojisinde, tanrıları kızdırdığı için sonsuza kadar büyük bir kayayı, bir tepenin en yüksek noktasına dek yuvarlamaya mahkûm edilmiş kral var ya işte, o. (Sisyphos/Sisyphus)
Sisifos'un tekrar düşeceğini bile bile o kayayı her defasında yeniden taşımaya çalışması kimine göre umut, kimine göreyse umutsuzluk...
Bana göre ise bir başkaldırı!
Albert Camus da bu direnişi tanrılara isyan olarak yorumlar ve Sisifos'u cezaya mahkûm edilmiş bir zavallı olarak değil, kayayı her düşürdüğünde daha çok bilinçlenen bir kahraman olarak görür.
Fakat ben bugünlerde Sisifos'un bu tekrar eden çileli eylemi neden yaptığına takılmıyorum, daha çok o eylemin kendisiyle ilgiliyim.
Lisede adını hatırlayamadığım (keşke hatırlayabilseydim) bir hocamız Sisifos'u referans göstererek bizlere hayat dersi vermişti ve demişti ki;
"Bizler de tıpkı Sisifos gibi hayatımız boyunca bir kayayı alıp tepenin zirvesine taşımaya mahkûmuz. Bu kayalar hayatımızda karşılaştığımız zorluklar veya ulaşmak istediğimiz hedeflerimiz olabilir ve tam bitti, zirveye ulaştım derken başka bir kaya çıkıverir. Bu kayalar hiç bitmez, yaşam boyunca hep bir kayayı zirveye ulaştırmak zorundayız."
Tam cümlelerini hatırlamasam da öğüdü aşağı yukarı böyleydi. Bizi hayat boyu sürecek bir mücadele maratonuna hazırlamaya çalışıyordu belli ki. Ve ben adını ilk defa o gün duyduğum Sisifos'u çok sonraları hep bu öğütle hatırlayacağımı bilmiyordum...
Yıllar içinde ne çok kaya sırtlandık...
Kimini zirveye ulaştırabildik, kimi hâlâ sırtımızda yük...
Sisifos birçok yerde iri kıyım, kaslı-maslı bir adam olarak resmedilir. Ama benim aklıma hep o gün, o hocanın kara tahtaya çizdiği Cin Ali haliyle gelir. Ne zaman bir kayayı yuvarlamaya başlasam, o çöp adamın -dağdan çok, dik bir üçgene benzeyen- tepeye kayayı yuvarlayışı gelir aklıma. Ben de bir çöp kadın olarak yuvarlarım kayayı canhıraş...
Ve her kaya yuvarlayışımda anladım ki mesele altında ezileceğiniz kadar büyük bir kayayı sırtlanmak değil, mesele can havliyle tüm enerjinizi vererek bu kayayı yuvarlamaya çalışırken ayağınızı kaydıracak küçük çakıl taşlarıyla baş edebilmek.
Çünkü yıllar içinde o kadar büyük kayalar sırtlandım, o kadar büyük yükler yüklendim ki, ama çoğu zaman hiçbir kıymeti olmayan, gereksiz-küçük bir çakıl taşı kayayı düşürmeme, yeniden başlamak zorunda kalmama neden oldu.
Bazen yeniden başlamaktan yoruldum, ayağıma dolanan çakıl taşlarından bıktım-usandım ve vazgeçtim. Bazen de o çakıl taşlarına inat zirveye ulaştım...
Keşke o hocayı bulsam ve desem ki, bize çakıl taşlarından hiç bahsetmediniz hocam. Eğer bir yerlerde hâlâ öğrencilerinize Sisifos'tan bahsediyorsanız lütfen sadece yuvarladığı kayadan değil, ayağını kaydıran küçük çakıl taşlarından da bahsedin olur mu? Şu hayatta birilerinin ayağını kaydırmakla bir yerlere gelmeyi kendisine yaşam felsefesi edinen, hiçbir değeri olmadığı için etrafındaki herkesi değersizleştirmeye-itibarsızlaştırmaya çalışan, sıradan, bayağı çakıl taşlarından da bahsedin olur mu?
Dünyası kadar küçük çıkarları için başkalarının hayatlarında büyük oyuklar açmaktan çekinmeyen küçük çakıl taşlarından...
Aklı, kalbi, ruhu kötülükten kararmış ve ne kadar uzak durmaya çalışsanız da o kadar kötülüğe bulaşan çakıl taşlarından...
Bu çakıl taşları hocam hiç hafife alınacak gibi değil! Sırtlandığınız yükü gördükleri halde, acınızı-kavganızı bildikleri halde tam zirveye yaklaşmışken ayağınızı kaydırır, binbir güçlükle yuvarladığınız kayanın aşağıya doğru yuvarlanmasına neden olurlar. Ve hiç üzülmez-sarsılmaz, keyifle izlerler kayanızın aşağıya yuvarlanışını.
Ulvi bir görevi daha başarmış olmanın keyfiyle...
Çünkü hocam, bu çakıl taşları gerçekten emek verip bir başarı elde edemedikleri için çok severler başarısını hazmedemedikleri insanların ayaklarını kaydırmayı. Çok severler kendisinin boyun eğdiği düzene boyun eğmeyeni, dik duranı devirmeyi. Çok severler mutsuz etmeyi, alt-üst etmeyi.
Çünkü hocam bu çakıl taşları, o koca kayayı tek başına sırtlanmanın onurunu bilmezler, anlamazlar. Bu yüzden de tahammülleri yoktur emekle kazanılmış başarıya, sağlam temellere dayanan özgüvene. Sahip oldukları sentetik özgüvenleri fark edilmesin diye de oldukça saldırgandırlar.
Sesleri hep yüksektir, öyle yüksektir ki duymazlar kendilerinden başka sesleri.
Konuşmakta kimseye sıra vermezler ama dinlemekten acizdirler.
Hep üst perdeden konuşurlar, hep haklıdırlar...
Kendi vasat dünyalarında kurdukları hiyerarşik düzene öyle sıkı sıkıya bağlıdırlar ki, bu bağlılıktan gelir kraldan çok kralcılıkları. Oysa bilirler kral olmadığında kendileri de birer hiçtir. Bu hiçlik korkusunu kamufle etmek için şişik egoları vardır. Oysa yine bilirler ki, bir balon gibi üfledikçe şişirdikleri egoları en ufak bir darbeyle patlayacak ve her koşulda yine hiç'e dönüşecekler...
Otoriteyi severler ve otoriteleri sarsılmasın diye her türlü yalan, iftira, bin yüzlülük, haksızlık-hukuksuzluk bunlardandır. Fakat yine de en namuslusu, en hakkaniyetlisi, en dürüstü kendileriymiş gibi davranırlar.
Kibirlidirler bu yüzden kahve sırasında beklemeye bile tahammülleri yoktur. Her yerde, her daim ilk sırada olmak isterler...
Her yerlerinden vasatlık akar fakat kendilerini altın suyuna batırılmış sanırlar...
(YÖ/AÖ)