Daha çoğu Çerkes, Abaza ve Laz olmak üzere Gürcü, Ermeni, Süryani, Kürt, Kırmanç ve Zazalar Bolu'da buluştuk, yaklaşık 60 kişiydik.
Farklılıklarımızın korunması, yaşatılması ve anadili gibi konuların tartışıldığı toplantıda katılımcıların ortak çalışmaları sonucu, raporlar sunuldu. Daha önce tartışılan konuların başlıkları gruplar halinde masaya yatırılıp çözüm önerileri konusunda ortaklaştık.
Aylar süren toplantıdan çok konuşulacak, tartışılacak sonuçlar çıktı. En kestirme sonuç ise çok ilginçti: "Ne çok benziyormuşuz. Acılarımız gibi sevinçlerimiz de birbirine çok benziyor."
Egemen kültürün dayattığı bir gerçeğin sonucu. Belki de asimilasyon politikalarının dışa vurumu. Acı aynı yöntemle uygulanırsa, reflekslerin birbirine benzemesi de doğal değil mi?
Bu doğallık her yerde aynı seyri göstermiyor mu?
Balkanlar'da yaşanan acıyla benzeşmiyor muyuz?
Veya Hindistan'da yaşananlara...
Veya yaşam düzeyi yüksek olarak bilinen, dünyanın büyük coğrafyalarından biri olan Avustralya'da yaşayan Aborjinlerin acısına hiç mi benzemiyoruz...
Ya dünyanın refah ve özgürlük dağıtıcısı (!) olan Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) yaşatılanlara benzemiyor muyuz?
"Zenciler vatandaş değildir," diyerek kürsüye yumruğunu vurmuştu, ABD Anayasa Mahkemesi Başkanı Roger Taney. Ve bundan da çok emindi.
Belli belirsiz bile olsa şüphe duyanlar için, Taney, Dred Scott'la ilgili sınırtaşı niteliğindeki 1857 tarihli mahkeme kararını gösterdi...
Dred Scott, Missouri'de yaşadıkları sırada efendisi ölünce özgürlüğünü talep etti.
Missouri köleliği kaldırdığından Dred Scott özgür bir adam olduğuna kanaat getirmişti. Fakat Taney ve dokuz kişilik Anayasa Mahkemesi'nin diğer altı yargıcı, Scott'un hâlâ köle olduğuna karar verdi.
Olayın devamı ise şöyle: "Bağımsızlık Bildirgesi [gösteriyor ki] ne köle olarak ithal edilmiş olan insanlar ne de onların torunları, özgürlüğüne kavuşmuş olsun ya da olmasın vatandaş olabilir."
Taney'nin yazdığına göre, siyahların vatandaşlıktan çıkarılmasının "adalet ya da adaletsizlik"le ilgili bir soru olup olmadığı mahkemeyi ilgilendirmezdi. O ve altı yargıç arkadaşı, kurucu babalarının ilk baştaki hedeflerinin izinden gidiyorlardı...
Olan sadece ama sadece buydu.
Fakat Taney'nin argümanında çıkarımsal bir önerme yatıyor. Siyahlar, ister köle ister özgür olsun, vatandaş olmadıklarından toplumun bir parçası değildi ve bu nedenle vatandaşlar uygun gördüğü takdirde onlardan kurtulabilirdi.
Şimdi mahkeme kararıyla yaşananlar, fiili durum çok mu farklı. Buna benzeyen çok fazla acı sıralayabilirim. Hem de yanı başımızda yaşanan olaylardan...
Çok sevdiğim bir söz ile başlayacağım ama bu söze olan sempatim ise sadece sevgiden ibaret değildir.
Bir benzerliğe işaret ettiği için de çok sevdiğim bir söz: "İnsan inandığı zaman haça benzer gölgesi," der Aragon. Bize benzer...
Bu coğrafyanın tarihine, bu coğrafyanın kaderine ne kadar denk düşüyor. İnandıkları değerler uğruna haça benzeyenlerin zulümleri sanki ABD'den veya başka bir ülkeden ne kadar farklı ki...
Kafkas Dernekleri Federasyonu (KAFFED) ve Laz Kültür Derneği tarafından düzenlenen, 'Türkiye'de Kültürel Farklılıkların Korunması, Yaşatılması ve Toplumda Farklı Kültürlere Yönelik Ayrımcılığın Önlenmesinde Temel Problemler ve Çözümleri' adlı arama konferanslarının sonuncusu pazar günü (12 Şubat 2012) Bolu'da yapılan toplantıyla sona erdi.
Henüz bir sonuç bildirgesi yayımlanmadı. Ama sonuç bildirgesini ilişkin kararlar, görüşler netleştirildi.
Tartışılan konular ise bu coğrafyanın ortak yarasına bir kez daha işaret ediyor. Kendi anadilleriyle gülmek-ağlamak isteyen insanların ortak yakarışları gökyüzüne yükseliyor: Anadili eğitimi.
Anadillerinin yok olmaya yüz tutmuş olması da acılarını güçlendiren etkendir. Diyorlar ki hep bir ağızdan; "anadilini bilmeyen yarım insandır".
Biz ne yarım olmak, ne de yüreğimizin kapısını kapatmak istiyoruz. Biz, yanyana birlikte ama dostça yaşamak için ne yapabiliriz... Birbirimizi daha iyi nasıl tanıyabiliriz. Ve her geçen zaman diliminde yok olan kültürümüzü nasıl koruyabiliriz...
Evet sorunlar böyleydi. Tarifleri ise farklı farklı.
Ama belki de başat sorun, tanışmak, tanımak ve bilmekti. Halklar kendi kültürlerini ve tarihlerini eksik biliyorlar veya resmi tarih sayfalarından yararlanarak öğrenmeye çalıştıklarından dolayı, kendi kültürlerine yabancı, birlikte yan yana yaşadıkları kültürlere ise önyargılı davranıyorlar.
Oysa ki, bilgi ve tanımak aynı zamanda birlikte yaşamın motorudur. Yanı başımızda birlikte yaşadığımız komşumuzu daha iyi tanımak için, genel anlamda ait olduğu kültürel yapı hakkında asgari de olsa bilgi sahibi olmak, aynı zamanda da kendimizi komşumuza anlatabilmek için tarihi ve kültürel dokularımızı bilmek zorundayız.
Aksi durumda ise birbirimiz hakkında yalan yanlış bilgi sahibi olacağımız gibi sevgi ve saygıdan da yoksun birer komşu oluruz.
Tartışılan onlarca konu başlığı ve yüzlerce alt başlığı bulunan ve önceleri kendi aralarında daha sonra ise birlikte tartışılan uzun bir çalıştaydan çıkan bazı başlıklar şöyle:
İlköğretim okullarında anadili eğitimi anayasal güvence altına alınmalı.
''Andımız'' gibi diğerlerini yok sayan figürlerin okullarda okutulmaması sağlanmalı.
Gerek resmi tarih söylemi ve gerekse kitaplarda aşağılayıcı, ötekileştirici ve ayrımcılığa neden olan kavramların varlığı ortadan kaldırılmalı...
Osmanlı Devleti'nde Birinci Dünya ve Kurtuluş savaşları sürecinde gayrimüslim vatandaşların tasfiye edilmelerinden kaynaklı sorunlar giderilmeli.
Ulus devletin tek tip insan yetiştirmeye dönük otoriter, yabancı düşmanı, farklılıkları tehdit olarak resmeden, çok kültürlülükten ve demokratik çoğulculuktan uzak eğitim sistemi ivedilikle gözden geçirilmeli.
Ulus devletin resmi ideolojisi olarak Kemalizm; devletin baskı aygıtlarının yanı sıra ideolojik aygıtlarının (Milli Eğitim, üniversiteler, askerlik, Diyanet İşleri vb.) etkisi sonucu yaşanan ihlaller son bulmalı ve yaptırımlar kaldırılmalı.
Ve güncel bir konu olan Anayasada haklarımız, yeni Anayasaya tartışmalarına katkılar gibi onlarca başlık toplantıda tartışıldı, çözüm önerileri saptandı...
Dikkat çekilen noktalar ise, farklılıklarımızla birarada yaşamın olanakları üzerineydi. Ama aksine, bu coğrafyanın kaderi bütünleştiricilikten uzak, ayrımcı politikalarla sistemin bekasını yürütüyor olması önemli bir tehdittir.
Bütünleştirici davranıştan uzak, ayrımcılığı bir yöntem/yönetim sorunu olarak algılayan ve bu durumdan her an bir vazife çıkartan devlet/hükümet yetkilileri veya egemen söylem halklar arasındaki makası giderek açmaktadır.
Bir kadını yalnızca "delici bakışları" olduğu gerekçesiyle işkenceyle ölüme mahkûm eden engizisyon mahkemeleri ile birini pasaportunda "Pakistan" yazdığı ve uzun "Taliban" sakallı olduğu gerekçesiyle uçaktan indirip Guantanamo işkencehanesine gönderen "adalet" sistemi arasında ne fark var?
Veya kimliğinde doğum yeri Diyarbakır olunca ne oluyor, Trabzon olunca ne? Bursaspor Beşiktaş maçında, polise taş atanlar üç beş ay civarında cezalar alırken, Diyarbakır'da polise taş atan çocuk hem 15 yıl ceza alıyor, hem de babasıyla görüşme yasağına çarptırılıyordu.
Acımız mı... Kaderimiz de birbirine benziyor...
Bu hikaye bizim öykümüzü anlatır. Bizi "geride bıraktığımız karanlık çağlar" masallarıyla avutmaz, ama çağımızın parlak örtüsünü aralayıp neyin ne kadar geride kaldığını görmemizi teşvik eder. Evet biz konuştuk anlaştık. Anlaşabileceğimize ikna olduk... Ya siz...
Evet barışı, sevgiyi ve hoşgörüyü içselleştirmenin biricik yolu halkları ve kültürleri tanımaktan geçiyor. Halkların/kültürlerin farklılıkları bizi zenginleştirir, sosyal davranışlarımızı ve yaşam biçimimizi etkiler.
Farklılıklarımızla birlikte bir arada var olmak için... Komşumuzun acısına kulak kabartalım...
Şayet komşuluk ederek yaşamak istiyorsak...
Şayet farklılıklarımızla birarada olmak istiyorsak... (ÖS/BA)