* Fotoğraf: Canva
Birazdan yağmur yağacak...
Ağaçların dallarından, yapraklarından süzülecek damlalar ardı ardına.
Gökte ağız dolusu bir küfür, rüzgâr telaşlı, birazdan yağmur yağacak...
Toprak sabırsız, yağmurla kavuşmaya.
Sıra sıra dizilmiş ağaçların mevsim yorgunu dalları ahenk içinde aynı yöne savruluyor, az sonra dallarından ayrılacak küskün, sararmış yapraklar bırakıveriyorlar kendilerini kâinatın boşluğuna tek tek ve de hep birlikte...
Bir söğüt ağladı ağlayacak, öyle hüzünlü ki... Saçakları rüzgârın telaşında.
Koca gövdesiyle, salkım saçak dallarıyla, dallarından ayrılmayan yapraklarıyla sonbaharın tüm hüznünü taşımaya muktedir...
Hem o hüzne hasret hem de o hüzünden yorgun.
Bir kadının etekleri savruluyor kendinden habersiz...
Bir kadının saçları rüzgârın telaşında...
Bir kadın üşüyor, parmak uçlarından gözyaşlarına...
Çıplak ayaklarına son baharın hüznü dolanıyor, değdikçe parmak uçları toprağın kokusuna...
Bir kadının göğüs kafesinden fırlayacakmış gibi kalbi,
Kesik kesik nefesiyle saklanıyor söğüdün saçaklarına...
Öyle sokuluyor, öyle sokuluyor ki söğüdün gövdesine,
Kâinatta ölümden kaçacak, sığınacak başka bir yer kalmamış gibi...
Titrek elleri dolanıyor kendinden daha sıcak gövdenin yamru-yumru damarlarında,
Dudaklarından yarım yamalak bir dua dökülüyor, sahibine ulaşmayacağı korkusuyla...
Omzundan kayıyor yumuşacık bir sıcaklık, üşüyor.
Bir kadın üşüyor, parmak uçlarından gözyaşlarına...
Bir su birikintisine değiyor kadının rüzgârda sallanan silueti, solgun yapraklara karışan silueti eşsiz bir tabloya dönüşüyor.
Tabloya erkenci yağmur damlaları düşüyor, belki gökyüzünden belki de gözlerinden. Damlalar suya karışıyor, hareler bıraka bıraka...
Üşüyor kadın ve de silueti...
Söğüdün yere uzanan elleri üşüyen silueti ısıtmaya yetmiyor.
Yağmur yağıyor...
Bir söğüt ağlıyor, bir kadın...
Bir yağmur yağıyor, bir gözyaşı...
Kadın bırakıyor omuzlarını, saçlarını ve de ruhunu sırılsıklam bir teslimiyetle...
Islanıyor damarlarından parmak uçlarına upuzun.
Çıplak ayaklarının dibindeki su birikintisi dolup taşıyor; öfke, korku ve de birkaç küskün yaprakla...
Kadının gözleri, suda hareler çizen yaprakların arasından bi görünüp bi kaybolan yüzüne değiyor. Henüz on-beşindeki, dünyanın kötülükleri masumiyetini alıp götürmemiş olan yüzüne... Kâinatı gözlerine sığdıran ışıltısına, o masumiyetin yerini dolduracak öfkeden habersiz gözlerine değiyor gözleri... Her şeyden utanan al yanaklarına, her sözden kaçınan dudaklarına...
Büyümeye dair adını henüz bilmediği ama derinden hissettiği korkuları, arkasından sürüklenerek büyüyor kadın koşar adım, yaşama mı ölüme mi koştuğunu bilmeden.
Uzanıp sarılmak istiyor sudaki çocukluğuna, sevgi ve şefkate boğmak istiyor onu. Ellerinden tutmak istiyor sıkıca, kadınlığın cehenneme giden dikenli yollarından geçerken...
Su birikintisine düşen yapraklar dağıtıyor çocuğun yüzünü, yerine ölümden kaçmaktan yorulmuş otuzunda bir siluet bırakarak... Kadın bakmak istemiyor, gözleri değsin istemiyor gözlerindeki korkuya!
Daha çok sokuluyor söğüdün gövdesine, yarılsa koca gövdesi ortadan ikiye, alsa onu sıcacık karnına, saklasa diye umarak...
Kâinatta ölümden kaçacak, sığınacak başka bir yer kalmamış gibi...
Bir el silah sesi duyuluyor!
Kadın, ölümün telaşına yenik düşen bedenini bırakıyor toprağa. Hep kaçmaktan ama hiç gidememekten yorgun bedenini, ritmi bozulmuş kalbini bırakıyor toprağa.
Buz kesmiş bedeninden akan kanın sıcaklığını hissedemeden düşüyor bedeni su birikintisine, herhangi bir şey gibi düşüyor... Çocukluğunu, gençliğini ve kadınlığını etrafa saçarak!
Bir kurşun yetiyor büyümemiş bedenini hayattan koparmaya,
Bir kurşun yetiyor "aile namusu"nu temizlemeye,
Bir kurşun yetiyor "el âlemi" susturmaya,
Bir kurşun yetiyor "kader" denilecek bir ölümü daha toprağa bırakmaya,
Yağmur yağıyor...
Bir söğüt ağlıyor, bir kadın...
Bir yağmur yağıyor, bir kan ağlıyor...
(YÖ/SD)