Türkiye'de ölmek kolay. Ölümlerden ölüm beğenmezseniz o sizi beğenir.
Ölen insanların çokluğu kadar bu nedenlerin anlamsızlığı, önlenebilirliği ve bazen de bilinememesi nedeni ile önlem alınmaması gibi bir dizi sorun karşımızda durur.
Ölümlerden ölüm beğen
Sorunlar da durur, durmayıp bir şeyler yapması gerekenler de...
İş kazaları ve meslek hastalıkları Çalışma Bakanlığınca ve tüm otoritelerce önlenebilir olarak nitelendirilmiştir.
Ancak neden halen önleyememiş oldukları ayrı bir tartışma konusu.
Önlenebilir olan bu kazalar önlenemeyince karşımıza "ölümlerden ölüm beğen" diyen bir anlamsız bir tavır çıkıyor.
Örneğin trafik kazası önlenebilir. Yılda 500 bin kazada yaklaşık 5-6 bin insan ölüyor ve 125-130 bin insan yaralanıyor.
Suçun yüzde 95'inden fazlası sürücü kusuru olarak tanımlanmış olsa da biz biliyoruz ki demiryolu eksikliği, otomobil imparatorluğu, şuursuz sanayileşme, hız tutkusu ve tüm bunları neden kapitalist üretim tarzı oldukça kazalar kaçınılmaz olacaktır.
Kapitalist üretim süreci ile gerçekleşen yabancılaşma bir güvenlik sorunu doğuruyor.
Bu nedenle binlerce polisten ve askerden oluşan güvenlik güçlerine rağmen insanlar bireysel silahlanmayı tercih ediyorlar.
Savaş olmadığı varsayılan Türkiye'de sekiz kişiden biri silahlı. Aile başı düşünüldüğünde nüfusun üçte de birinin silaha erişmesi olanaklı.
Bunun kaçınılmaz sonucu olarak üç bin kişi bireysel silahlanma sonucu ölüyor.
Bu rakamın Irak'ta öldürülen işgalci amerikan askerleri sayısına eşit ya da fazla olması daha da düşündürücü.
Üstelik savaşan ABD üç yılda bu oranda kayıp verirken Türkiye her yıl üç bin insanı bireysel silahlanma sonucu kaybediyor.
Meslek hastalıkları
Peki iş kazaları ve meslek hastalıklarında durum nedir?
İstatistik sorunuyla başlıyor her şey.
Türkiye'de çalışan nüfus yaklaşık 25 milyonu bulurken iş kazası ve meslek hastalığı potansiyeli sadece beş ila altı milyon SSK'li için kayıt altına alınmaya çalışılıyor.
Bu kesimin içinde dahi SSK'ye bildirilmeyen ölümler ve yaralanmalar olduğu bilinen bir gerçek.
Hepsi doğru olsa bile rakamlar çalışan nüfusun yüzde 20'si üzerinden hesaplanıyor ve buna rağmen iş kazalarında Avrupa birincisi olmayı sürdürüyor.
Meslek hastalığına dair veri yok
Çalışan nüfusun yüzde 20'si üzerinden 70 bin iş kazasını kayıt altına alınıp 800 çalışanın iş kazası sonucu öldüğü kayıtları tutulabiliyor.
Ancak meslek hastalığına dair 'yetersiz' kaydımız dahi yok. Çünkü meslek hastalığını tespit etmek için Türkiye'de sadece üç hastane mevcut.
Çalışma Bakanlığı yetkililerine göre 40-50 bin meslek hastalığı tespit edilmesi gerekirken bugün yılda sadece 400-500 meslek hastalığı kayıt altına alınabiliyor. Yani olması gerekenin yüz de biri.
Meslek hastalığının tanımlanması bile sorunlu
Peki nedir meslek hastalığı?
birinci tanım, işçilerin çalışmaları sırasında karşılaştıkları, üretimden kaynaklanan çeşitli etmenlerle iyilik hallerinin bozulması hali.
Yasal tanıma göre meslek hastalıkları, "Sigortalının çalıştırıldığı işin niteliğine göre, tekrarlanan bir sebeple veya işin yürütüm şartları yüzünden uğradığı geçici veya sürekli hastalık, sakatlık ve ruhi arıza halleridir" (506 sayılı SSK Kanunu Mad.11B).
Meslek hastalığı tespitinde iki önemli sorun var:
* İlk tanımda sigortalı denildiği için aynı iş kazasında olduğu gibi çalışanların yüzde 20'sinin dikkate alınabileceği bir kümeyi kastediyor olması. Yani sigortalı derken sadece SSK'li işçiyi kastetmesi ile başlayan ve memurun, çiftçinin ve serbest çalışanın kapsam dışı bırakılmasından kaynaklanan sorun.
* Diğer sorun ise meslek hastalığının tespitinde anahtar rolü olan meslek hastalığı hastanelerinin sayıca ve donanım olarak yetersizliği.
Türkiye'de sadece üç hastane var
Belçika'da altı bin, Almanya'da 84 bin, İtalya'da 54 bin ve Amerika Birleşik Devletleri'nde (ABD) 28 bin meslek hastalığı tespiti söz konusu iken ülkemizde bu sayının 400 oluşu meslek hastalığı tespitinin yapılmadığını açıkça gösteriyor.
Meslek hastalığının tespiti ya meslek hastalığı hastanelerine çalışanın şikayeti ile olabiliyor ya da periyodik muayenelerde ortaya çıkan meslek hastalığı tanısının iş yeri hekimince meslek hastalığı hastanesine sevki ile tespit süreci başlıyor.
Ankara, İstanbul ve Zonguldak'ta bulunan üç meslek hastalığı hastanesinin ilk bakışta kapsam olarak ne kadar yetersiz olduğu açık.
Örneğin Adana'da, Mersin'de, Diyarbakır'da ve hatta İzmir'de meslek hastalığına yakalandığını düşünen bir çalışanın hastalığını tespit ettirmesi zor değil imkansız.
Hasta eden işveren, mağdur işçi, SSK
Bilindiği üzere iş kazasında SSK çalışana tazminat, maluliyet aylığı ve tedavi giderleri sağlar ve bunu işverenin kusuru oranında işverenden tazmin eder.
Bu da SSK'nin sürdürülebilirliğini sağlar. İşveren de bu tür tazminatları tekrar tekrar ödememek adına önlem alır. Paranın tek değer ve belirleyen olduğu kapitalist sistemde önlem aldıran araç da para olacaktır.
Meslek hastalığının tespit edilememesi tedavi giderlerini her durumda üstlenen SSK'nin ekonomik olarak yıpranmasına neden olur.
SSK, çalışanın mesleki hastalığının tedavisi için adı konmasa dahi para harcar.
Ancak bu harcamayı hastalığın meslek hastalığı olarak tespit edilememesi nedeni ile işverenden tahsil edemez.
Demek oluyor ki meslek hastalığına neden olan iş yeri ve işveren olduğu halde mağduriyet bir işçi ve çalışan kuruluşu olan SSK'den çıkıyor.
Çalışanın hastalıkla bedensel ve ruhsal mağduriyetini ve hatta erken yaşta ölümünün asıl sorun olduğunu şüphesiz göz ardı etmiyoruz.
Bu mağduriyetin bir devrim kurgusuna kadar sürmemesi ve çalışanın bugünden daha sağlıklı iş koşullarına ulaşabilmesinin koşullarını irdelemeye çalışıyoruz.
Eğer bunun olanaksızlığı ortaya çıksa dahi bu satırların bir sistem eleştirisi olması ve başka bir dünyaya ne kadar çok gereksinmemiz olduğunu bir kez daha ele almış olabiliriz.
Kapitalist ve kalkınmacı düzende meslek hastalığı sistemin bir çıktısı.
Sistem yasa tarafında bu mağduriyete parasal bir karşılık öngörür ise de bugün Türkiye'de çalışan bu karşılığı dahi alamıyor.
Bu yüzden sadece cezai nedenlerle önlem almaya alışmış olan işveren için caydırıcılık söz konusu değil.
Meslek hastalığına sendikalar nasıl kayıtsız kalır
Bu tablonun en azından 'birliğine' olan inancımızı yitirdiğimiz Avrupa'nın düzeyine çekmek ve meslek hastalığını bilinir hale getirmek için Çalışma Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı kurumları ile devlet ve işçi ve işveren sendikalarının üzerine görev düşüyor.
Devlet kanun çıkarır ve işlerin düzeleceğini umar. Denetimler yapsa dahi sistemi rahatsız etmemek birinci kural olduğu için hayat ve kanunlar başka mecralara akarlar.
İşveren sendikaları tahmin edilenden öte işi sahiplenirler. Kitaplar yayınlarlar, uzmanlar çalıştırırlar. Ancak bu alanın açılmasından doğacak maddi külfetin bilincinde olarak meslek hastalığını sadece yetersizliği ile ele alırlar.
Bu işin asıl tetikleyicisi olacak işçi kuruluşlarının bugüne kadar ki hiçbir taleplerinde meslek hastalığının yüzde bir oranında tespitinin ele alınmayışı ise çok düşündürücü.
Asıl mağdurlarının üyeleri olduğu bir yapının bu işe yeterli duyarlılığı gösterememesi anlaşılır değil.
İşçi sendikalarının meslek hastalığı direniş argümanları ne zaman olacak?
Yani çok belirsiz ve yetersiz bir talep olduğunu düşündüğüm "insanca yaşam için insanca ücret" yerine "insanca yaşam için insanca çalışma koşulları" demek gerekmez mi?
Sendika, oda ve partiler kendilerini sorgulamalı
Eğer çalışma koşullarının iyileştirilmesi ve meslek hastalıklarının önlenmesi çabası kapitalizm içinde mümkün değilse o halde sendikaların bu çabası aynı zamanda kapitalist sistemin sınırlarını zorlayan ve insanlığın sonunu getirmeden ortadan kalkmasını ya da en azından etkisinin azaltılmasını sağlayacak önemli bir çaba olmaz mı?
Adında devrimci sözcüğü geçen, oda, sendika, parti ve tüm gruplar bu noktada kendilerini sorgulamalıdırlar.
Başka bir dünya eğer öbür dünya değil ise bugün yapılabilecekleri kapitalizmin sınırlarını zorlayarak (ve tabi ki kendi sınırlarını da) tartışmak ve ortaya çıkarmak devrimci bir görevdir.
Bugün görev, meslek hastalığının tespit edilememesi utancının ortadan kaldırılması işçi sınıfı veya geniş anlamı ile çalışan insanların yaşam sürelerini uzatmak ve hayat kalitesini artırmaktır.
Başka bir dünya öbür dünya olmasın... (AA/EZÖ)