Başbakan Erdoğan’ın, partisinin İstanbul il örgütünün düzenlediği iftar yemeğinde yaptığı ve seçim propagandası havası taşıyan konuşmasında azınlık vakıflarına iade edilen mülklerle ilgili sözleri üzerinde titizlikle durmamız gerekiyor. Çünkü Erdoğan, hayli iddialı ve haklı olduğunu düşündüğü bu konuda gerçeklerin önemli bir kısmının üzerini örtüyor; kamuoyunu yanıltıyor.
Başbakan, Haliç Kongre Merkezi’nde verilen iftardaki konuşmasında şu ifadeleri kullandı: “Geçen yıl, azınlık vatandaşlarımızın bizlere verdiği bir iftar vardı. İftar sofrasında kendilerine ‘En kısa zamanda gayrimenkullerinizi sizlere vereceğiz’ demiştim. Şu ana kadar 2,5 milyar dolarlık gayrimenkulü azınlıklara teslim ettik ve hâlâ yargı devam ediyor ve kararlar çıktıkça da gayrimenkullerini veriyoruz. Bunu bugüne kadar Türkiye'de hangi iktidar yaptı? Hiçbir iktidar buna cesaret edemedi ama biz bunu başardık.”
Bu sözler üzerine, önce eğri oturup doğru konuşalım; Sezar’ın hakkını Sezar’a, Erdoğan’ın hakkını Erdoğan’a verelim. Azınlık vakıflarının önceki dönemlerde gasp edilen mülklerinin iadesi yönünde ilk ciddi çabalar sahiden de AK Parti döneminde atıldı. Cumhuriyet dönemi öncesinde ve tüm Cumhuriyet dönemi boyunca Ermeni, Rum, Süryani mülklerinin gaspı, son derece planlı ve sistemli bir devlet politikasıydı. Bu politika, son yıllara kadar kesintisiz sürdürüldü.
Son olarak, Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in 2008’de, azınlık vakıfları hakkındaki bazı adaletsizlikleri giderme yönünde değişiklikler içeren yeni Vakıflar Yasası’nı, ulusal çıkarlara aykırı olduğu gerekçesiyle veto etmesi, bu zihniyetin devletin en üst katında dahi sürdüğünü gösteriyordu. Sosyal demokrat olma iddiasındaki CHP’nin İstanbul milletvekili Bayram Meral’in, AK Partililere yönelik, “Hep Agop’un malını savunuyorsunuz, biraz da Mehmet’in malını savunun!” çıkışı ise, bir utanç gölgesi olarak, bugünün ‘yeni’ CHP’sinin de üzerine düşüyor.
Bu açıdan bakıldığında, AK Parti politikası, önceki tüm hükümetlerin politikasıyla taban tabana zıt bir yöne bakıyor. Başbakan bu konuda haklı ve bu haklılığı teslim etmek de hakkaniyetin gereği.
Ancak bu tespit, Başbakan’ın söyleminin veya mevcut uygulamaların bütünüyle adil olduğu, sorunların köklü çözüm bulduğu anlamına gelmiyor. Aksine, mülklerin iadesiyle ilgili yasal ve bürokratik süreç, bu kangrenleşmiş sorunun sadece çok küçük bir kısmını çözüyor; büyük resme dair hiçbir öneri sunmuyor. Sunmadığı gibi, resmin karanlıkta kalan kısmı hiç yokmuş gibi davranarak, gerçekliği eğip büküyor, böylece önümüze çarpıtılmış, yani sahte bir manzara koyuyor.
Peki sorun nerede?
* Sorun öncelikle, Başbakan’ın ve hükümet temsilcilerinin, mülk iadesini bir hak değil, bir lütuf, kendi hanelerine yazılması gereken bir yücegönüllülük meselesi olarak sunmasında. Oysa ortada derin yaralara neden olmuş bir devlet uygulaması var ve bunun telafisi, bir yanlışın doğrultulması anlamına geliyor. Kimse kimseye bir şey lütfetmiyor; bu ülkenin vatandaşlarından zorla alınanlar, olması gerektiği yere dönüyor.
* İşin teknik boyutunda ilk vurgulamamız gereken, bugüne kadar azınlık mülklerinin iadesiyle ilgili yasal düzenlemelerin, bazı çok büyük sorun alanlarına hiç dokunmamış olması. Bu sorun alanlarını, kabaca, İstanbul dışındaki binlerce okul ve kilise ile bunlara bağlı ortak cemaat mülklerinin yanı sıra 1915 ve sonrasında yurdundan ayrılmak zorunda kalan Hıristiyanların özel mülkleri olarak tanımlayabiliriz.
* Yani mevcut düzenlemeler, Anadolu’daki sayıları binleri bulan Ermeni, Rum, Süryani, Keldani ve diğer gruplara ait okul ve kiliselerin iadesiyle ilgili hiçbir söz söylemiyor. Ayrıca, yine yasa ve uygulamalar, gerçek şahısların sahip olduğu, ev, bağ, bahçe, işyeri gibi mülklerin gaspına dair de hiçbir iade koşulu öngörmüyor. Meseleyi buradan ele alırsak, hangi hesaba dayanarak “2,5 milyar dolarlık gayrimenkulü iade ettik” dediğini bilemediğimiz Başbakan’ın verdiği rakamın devede kulak olduğunu anlarız.
* Buna paralel olarak, AK Parti döneminde gerçekleştirilen ve sürekli propagandası yapılan düzenlemeler çok sınırlı bir alanı kapsıyor. Mesela, bir Ermeni vakfına ait olan, ancak daha sonra adil olmayan mahkeme kararlarıyla üçüncü şahıslara geçen mülklere dair hiçbir telafi adımı atılmıyor.
* Son kararnameye göre, eğer bir vakıf mülkü üçüncü şahıslara yargı kararı değil de bir devlet kurumu tarafından satılarak geçmişse, bu defa kaybın tazmin edilmesi öngörülüyor. Ancak tazminat hesabında, o mülkün yıllar boyunca ilgili vakıf tarafından kullanılamamış olmasından doğan devasa maddi kayıp dikkate alınmıyor.
* Yasal düzenlemelerin kapsamı çok sınırlı olmasına rağmen, azınlık vakıfların hazırladığı dosyaların önemli bir kısmı reddediliyor. En iyi ihtimalle, başvuruların yüzde 25’ine olumlu cevap verileceği tahmin ediliyor. Yargı yoluna gidilen mülklerin akıbeti ise belirsiz.
* 2011’den sonra azınlık vakıflarının yaptığı 1542 iade başvurusuna verilen yanıtlar şöyle: 253 iade, 829 ret, 460 değerlendiriliyor, 18 tazminat. Yani, Kararname ilk yayımlandığında Agos’un ‘Vakıf talanına eksik telafi’ manşetiyle duyurduğunu doğrular şekilde, gaspın sadece yüzde 16’sı telafi ediliyor.
* Vakıf yöneticileri, yaptıkları başvuruları hazırlarken, bürokrasinin koridorlarında hâlâ türlü zorluklarla, ayrımcı uygulamalarla karşılaşıyor.
* Devlet, elinde tüm tapu ve mahkeme kayıtları olmasına karşın, gasp edilen mülkleriyle ilgili ispat zorunluluğunu vakıflara yüklüyor. Vakıflar, türlü şekillerde kendilerinden gizlenen belgelere ulaşamadıkları için, uğradıkları haksızlıkları kanıtlayamıyor.
Bütün bu hususlar, azınlıklara mülk iadesi konusunun, bugüne kadarki resmi politikayı kökten değiştiren, sorunun bütününü ele alan ve dahası, devletin gayrimüslimlerle gerçekten barışını, haksızlıkların kayıtsız şartsız telafisini hedefleyen yepyeni bir bakış açısıyla ele alınması gerektiğini gösteriyor. AK Parti, evet, bu konuda bazı adımlar attı; ancak gıdım gıdım sağlanan adalet, gerçek adaletin yerini hiçbir zaman tutmuyor. (RK/NV)
* Bu yazı Agos gazetesinin bu haftaki sayısından anlınmıştır.
* Konuyla ilgili Agos gazetesinin ayrıntılı haberi için tıklayınız.