İnsan hakları savunucuları olarak bizler için barış gerçekten çok önemli. Çünkü bizler, özellikle 90'lı yıllarda bu coğrafyada yaşayan insanların çok büyük bir bölümünün görmediği, görse bile inanamayacağı kadar büyük hak ihlallerine şahit olduk.
Gözümüzün önünde yakılan köyler, katledilen insanlar, katledildikten sonra yerlerde sürüklenen insanlar, gözaltında kaybedilenler...
O kadar büyük acıların tanıklığını yaptık ki barış istemek zaten bizim için bir zorunluluk. O nedenle de insan hakları savunucuları olarak ve İnsan Hakları Derneği olarak barış her zaman çalışmalarımızın içinde en önemli yeri tuttu. Hep barışçıl çözümleri savunduk.
Bugün yine bir barış sürecinden söz edilmekte. MHP lideri Devlet Bahçeli’nin yaptığı açıklamalar, aslında biraz da toplumda şok edici bir etki yarattı.
Bütün bu sözleri Bahçeli’nin söylemesi toplumu gerçekten çok şaşırttı. Ama ben, yıllardır bölgede olanları yakından bilen ve bir Kürt olarak, şunu çok iyi biliyorum: Kürt meselesi uluslararası bir mesele. Aslında bir Kürdistan meselesi.
Yani sadece Kürt meselesi deyip geçmek çok eksik kalır. Bu sadece bizim coğrafyamızda değil, Irak, İran, Suriye ve Türkiye’yi ilgilendiriyor. Tabii bütün bu parçalardaki gelişmeler birbirini etkiliyor ve tetikliyor.
Bugün Ortadoğu’da kartların yeniden dağıtılması, İsrail’in oldukça saldırgan politikası, savaş teknikleri açısından bölgede güç kazanması Kürt meselesini etkiliyor.
Çünkü İran tehlike altında artık. İran’a yönelik tehlike -her zaman olabilme ihtimali olan- Türkiye’ye de yönelik bir tehlike. Bütün bunlar, aslında Kürt meselesinin ne kadar boyutlu bir mesele olduğunun en açık göstergesi.
Ben, bugün Bahçeli’nin söylediklerini -ki ben bunun devlet projesi olduğunu düşünüyorum- sadece iyi niyetle, "barış yapalım" diye söylenmiş sözler olarak görmüyorum.
Ortadoğu’daki gelişmeler bence bunu artık zorluyor. Kaldı ki, özellikle İmralı tecridi ve Öcalan’ın hükümlülüğünün 25 yılı buluyor olması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarındaki "umut hakkı" tanımının artık zorunlu hale gelmesi... Bütün bunlar birlikte düşünüldüğünde yapılan açıklamalar aslında şaşırtıcı değil.
Ancak burada esas önemli olan şu: Uygulanan güvenlikçi politika ve özellikle şiddetin devlet diliyle meşrulaştırılması, adeta toplumun son derece ırkçılaşmasına neden oldu. Böyle bir zamanda, bugüne kadar ırkçı ve ayrımcı dili en yoğun olarak kullanan bir kişinin bu çağrıyı yapması gerçekten ilginç oldu.
Ama nedeni ne olursa olsun, bizler insan hakları savunucuları olarak her zaman barışı savunmaya devam edeceğiz. Barışçıl çözümlerin her zaman mümkün olduğunu düşünüyoruz.
Aslında barış, savaştan daha kolaydır. Savaş, bazı çevreleri zengin eder. Savaşın ganimetlerinden yararlananlar ancak savaşı isterler. Oysa barışçıl çözümler her zaman halklar adına ön açıcı olacaktır.
İnsan hakları savunucuları olarak, gerçekten bir an önce artık barışçıl çözümlerin her zaman tartışılmaya başlanmasını ve toplumun her şeyden önce bu barışçıl akla yönlendirilmesini bekliyoruz.
Yazının Görseli
Origin, Oscar adayı vizyoner yönetmen Ava DuVernay tarafından yönetilen ve Oscar adayı Aunjanue Ellis-Taylor (King Richard) ile Jon Bernthal'ın (The Bear) sürükleyici performanslarıyla dikkat çeken etkileyici bir belgesel tadında film.
Pulitzer ödüllü bir gazetecinin çok satan kitabından uyarlanan yapım, ABD seçimlerinin yaklaşmasıyla birlikte giderek daha da yankı bulan güncel sosyal adalet temalarını derinlemesine inceliyor.
2023’te Avustralya’daki bölücü Voice referandumu sonucunun ardından toplumsal çatlakların daha da belirginleştiği bir dönemde, Origin bu meseleleri evrensel bir perspektiften ele alıyor.
Film, sosyal hiyerarşilerin ve bunların yol açtığı yıkımların üzerine eğiliyor, ancak izleyiciyi dışlamadan, bizi ayıran unsurlardan çok bizi bir araya getiren bağları ön plana çıkarıyor. Origin, toplumsal adaleti ve insani bağları etkileyici bir sinematik dilde keşfederek, izleyicilere düşündürücü ve çarpıcı bir deneyim sunuyor.
(EK/EMK)