Türkiye Cumhuriyeti devletinin tarihi, öldürülen gazetecilerle doludur.
Cumhuriyetin kuruluş yıllarının öncesine dönersek, gazetecilere yönelik devlet kaynaklı öldürme eylemleri en çok Ermeni gazetecilere uygulanmıştır.
Soykırım öncesi ve devamı süresince birçok Ermeni gazeteci İttihat-ı Terakki Cemiyeti ve onun tetikçi örgütü Teşkilatı Mahsusa tarafından katledilmişlerdir.
Temel problem de buradadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devletinin de kuruluş ideolojisini oluşturan "tekçi, şoven ve militarist ittihatçı zihniyet", kendi yarattığı "kırmızı çizgi"lerden farklı düşünen aydın ve gazetecileri, daima düşman olarak görmüştür.
Ve bu zihniyet, bugüne dek çok sayıda gazetecinin yaşam hakkını ellerinden almıştır.
Kendi adıma ben de "yarı gazeteci" sayılırım.
Bugün, Özgür Gündem gazetesinin eş genel yayın yönetmenlerinden biriyim.
Aslında, tabii ki gerçek anlamda bir gazeteci değilim.
Benim bu görevi kabul etmemin birincil nedeni, kendi hatıralarıma bağlılığım ve çok yakından tanıdığım gazeteci arkadaşlarım ve büyüklerimin ölümlerine duyduğum korkunç acı ve öfkedir.
Özgür Gündem yayına başladığı ilk günden itibaren yıllarca avukatlığını yaptım.
90'lı yılların başlarıydı.
Öyle günlerdi ki, hem kendimiz her gün tehditler alıyorduk hem de bir yandan "bugün kimi yitireceğiz?" korkusu ve kuşkusu ile uyanıyorduk güne.
Tarihlerden 5 Ağustos 1992 idi.
Henüz çocuk yaşta sayılabilecek Özgür Gündem muhabiri Burhan Karadeniz kontrgerilla güçleri tarafından vuruldu.
Çok kısa bir süre içinde arkadaşlarımız tarafından yurtdışına çıkarıldı.
Burhan ölmemişti, ama bacakları felçli kalmıştı.
Yaşadığı süre boyunca bir tek tekerlekli iskemleye mahkum edildi.
Brüksel'de yıllarca televizyonda çalışmıştı.
Oraya her gittiğimde, onunla her konuştuğumuzda, tekerlekli iskemlesiyle işini yaparken hep tutmadığım gözyaşlarımı hatırlıyorum.
Yeni bir programa başlayacaktı. Beni aradı ve "Abla ilk konuğum sen ol istiyorum" dedi.
Program çekilmeye başlandı. Baktım ki, hiç siyaset sormuyor. Hep yaşamla ilgili sorular soruyor.
"Hangi rengi seversin, nasıl müzikten hoşlanırsın?" ve benzeri sorular.
Çok şaşırmıştım.
Programdan sonra bu şaşkınlığımı ona da belirttim.
Cevabını bugün bile hatırlıyorum.
"Abla be" dedi. "Bizi hiç yaşatmadılar ki. Biraz da başka insanlar gibi olalım" istedim.
Tabi ben yine kendimi tutamadım.
Burhan, hem Kürdistan'a gelmek istiyordu, hem gelemiyordu.
Aklı hep oradaydı. Ve bir gün bir insanın yapabileceği en zor şeyi yaptı.
Kendi yaşamını, kendisi sonlandırdı.
İşte ben Burhan Karadeniz için Özgür Gündem'deyim.
Günlerden 8 Ağustos 1992 idi.
Yani Burhan'ın vuruluşundan tam üç gün sonra.
Bu kez Özgür Gündem yazarı Hüseyin Deniz katledildi.
Sevgili Musa Amca onun ardından çektiği acıyla bir yazı yazmış ve yazıyı "Senin toprağını öpeyim Hüseyin" diye bitirmişti.
Oysa yaklaşık bir buçuk ay sonra aynı güçler 73 yaşındaki Musa Anter'in de canına kıyacaklardı.
Aslında bu ölüm, haber vere vere gelmişti.
Olaydan bir hafta önce Musa Amca'nın evine kontra güçler tarafından bir saldırı gerçekleşmiş ve tehditler savrulmuştu.
Bir hafta sonra Musa Amca, sevdiklerinin tüm engelleme çabalarına rağmen bir toplantıya katılmak üzere Diyarbakır'a gitti.
Ve orada açıklaması yapılamayacak kadar korkunç bir cinayete kurban gitti.
Tüm Kürt halkının sevgili Ape Musa'sı acımazsızca katledildi.
İşte ben Musa Anter için Özgür Gündem'deyim.
Günlerden 8 Temmuz 1993'tü
Ferhat Tepe'nin babası İshak Tepe, Demokrasi Partisi'nin (DEP) Bitlis İl başkanıydı.
Bizzat Jandarma komutanı Korkmaz Tağma tarafından açıkça tehdit ediliyordu uzun süredir.
Oğlu Ferhat ise Özgür Gündem'de çalışıyordu.
28 Temmuz günü, Ferhat kayboldu.
8 Ağustos'a kadar kendisinden hiçbir haber alınamadı. 8 Ağustos günü Hazar Gölü kıyısında korkunç işkencelere maruz kalmış ölü bedeni bulundu.
Tepe ailesinin acılarına yıllarca tanıklık yaptık.
Katiller kana doymadılar.
Bir süre sonra yine gazetede çalışan Ferhat'ın kuzeni Sayfettin Tepe'yi de kaybettiler.
Komutan Korkmaz Tağma, ifade vermeye dahi gitmeyecek kadar kendisine güveniyordu.
Çünkü o zaten devletin ta kendisiydi.
Daha birçok gazeteci arkadaşımızın ölümüne tanık olduk.
Gazetemizin bombalandığını gördük.
Özgür Gündem ve bu geleneğin devamı olan gazetelerde çalışan tüm gazeteciler, Türkiye Cumhuriyeti devletinin en çok korktuğu şeyi yaptılar.
Kürdistan'da yaşanan acıları birincil elden kamuoyuna duyurdular.
Bunu yapmak için yaşamlarını ortaya koydular.
İnsan yaşamı gerçekten çok kıymetli.
Ancak, bu kıymetin karşılığını verecek bir hukuk sistemi ne yazık ki yok.
Bugüne dek, öldürülen gazetecilerin katilleri iç hukukta yargılanmadılar.
Yazımın başında da değindim gibi devletin kuruluş ideolojisini oluşturan zihniyet, yargı sistemini de oluşturdu.
Coğrafyamızda her ne kadar yönetim yapısında "kuvvetler ayrılığı ilkesi"nden söz edilse de, bunun aksine yasama, yürütme ve yargı her zaman tekçi, militer, totaliter ve şoven anlayışın güdümünde oldu.
İşte ben ve benim gibi düşünenler insan yaşamına verdiğimiz kıymet ve ölülerimize duyduğum borç nedeniyle hala yapacağımız şeylerin olduğuna inanıyoruz.
Kendi adıma bu nedenle Özgür Gündem'deyim. (EK/EG)
* Eren Keskin, avukat, Özgür Gündem eş genel yayın yönetmeni, İnsan Hakları Derneği İstanbul Şubesi başkanlarından, Gözaltında Cinsel Taciz ve Tecavüze Karşı Hukuki Yardım Bürosu kurucusu
** Öldürülen Gazeteciler ve Cezasızlık dizisindeki diğer yazılar için tıklayınız.