Sosyalist Feminist Kolektif'in iki hafta bir düzenlemeyi planladığı Feminist Buluşmaların ilkinde "aşk"ı tartıştık: "Aşk Politiktir".
Aşk konusu seçilmişti çünkü feminizmin aşk hakkında birçok sorusu vardı. Daha doğrusu modern aşkın sorgulanması amaçlanıyordu. Özel olan politiktir söylemi üzerinde aşk konuşulmaya karar verilmişti. Aşkı yaşama biçimleri, kültürel kodlar, aktarımlar, aşk yanılsaması, iktidar, ideoloji, aşkın fiziksel boyutu gibi kavramların tartışılmasıyla başlayan konuşmanın temel meselesi feministlerin aşkı nasıl yaşadığıydı veya nasıl yaşaması gerektiğiydi.
Feminizmin aşkı sorgulama ihtiyacı nereden geliyor?
Belki bu soru üzerinden aşk kavramı etrafında politik bir alana çıkabiliriz zira bu yazının amacı sevgililer günü arifesinde aşk tanımı üzerine bir kavramsallaştırma amacı taşımıyor. Aksine aşkı politik yapan kamusal söylemlerin üzerine gitmeyi hedefliyor.
Aşk beraberinde iktidar-dışlama-tahakküm adına konuştuğumuz, sorunsallaştırdığımız bütün kavramları, durumları beraberinde getiriyor. Çünkü kadın-erkek ilişkisine bağladığımız romantik aşkın sonucu olan evlilik ve kuşkusuz üreme, her şeyin devamı. Bunun dışında kalan her ilişki biçimi aşkın ne kadar politik olduğunu bize gösteriyor. Kadın-erkek aşkı dışındaki aşklar her zaman bir açıklamaya maruz bırakılıyor, dışlanmasalar bile anlaşılmaya çalışılıyor, ki çoğu zamanda dışlanıyor.
Aşkın politikliği onun idealize edilmesinden geliyor. Dengi dengine yaşanan aşk ancak mutlu sona ulaşabilir. Onun dışındaki aşklar da farklı duygular, farklı arzular hatta patolojik sebeplerle yaşanır!
İki erkeğin aşkı, iki kadının aşkı, üç kişinin aşkı, ikisini de üçünü de sevmek vs. Burada önemli olan aşkı mutlak bir tanımdan ya da ideal bir hale ulaşma takıntısından çıkartmak bence. Aşkın obsesif bir durum olarak yaşanması günümüz dünyasında çok da şaşırtıcı bir durum değil zira çevremizdeki uyaranlar kaynağını heteroseksüel matrisin destanlarından, hikayelerinden alıyor.
Toplumsal belleğimize işlenen bu aşk hikayeleri, destanlar, efsaneler biz kadınları rahatsız ediyor, tabi ki sadece kadınları değil pamuk prenses-beyaz atlı prens hikayesinin dışında kalan herkesi rahatsız eder bir şekilde.
Aynı şekilde günümüzün aşk hikayelerini yazmaya çalışan evlilik programları da makul beyaz atlı prensler ve beyaz atı olmayan prenseslerin hikayesini yazmaya çalışıyor. Tam da böyle bir nokta dışlayıcılığı üzerinden aşkın ne kadar da politik bir alana hatta ekonomik bir alana indirgendiğini gösteriyor bize...
Bir de şu bildiğimiz aşk ateşi var ki, tarih boyu kadınların yakasını bırakmaz. Aşk ateşi "sönmesi gereken bir yangın"dır. Yangın kadın bedenindedir; erkeğin gelip bu yangını söndürmesi mubahtır, olması gerekendir, normaldir. Yoksa bu aşk ateşi kadını yakar, kül eder.
Bu aşk ateşinin yol açtığı yangına, hastalığa histeri adı verilmiştir. Büyük tesadüftür ki histeri sözcüğü Yunanca'da uterusun (hysteron) dolaşması anlamına gelir. Uterus ise döl yatağı yani rahim anlamına gelmektedir.
Platon bu hastalığı şöyle tarif eder: "rahim çocuk yapmak için çıldıran bir hayvandır. Bu hayvan büluğa erdikten sonra uzun bir müddet çocuk yapmazsa bu hale tahammül edemeyerek münfail olur. Artık bütün bedene saldırmağa, teneffüsü durup hava borularını tıkamağa başlar. Bu suretle hastayı aksayi mehalike götürerek muhtelif hastalıklara vesile olur; ta ki hasta, bir erkekle çiftleşerek çocuk vücude getirmek suretile arzu ve aşkını tatmin etsin."[1]
Tarih bize kadınları aşk ateşiyle birlikte anıldığını gösteriyor. Erkekler de bu aşk ateşinden muzdarip olabilirler ancak onlar bir şekilde bunu göstermezler ve saklarlar. Kısaca histerikleştirilmezler.
Histeriyi bu noktada kısaca tanımlamak gerekir ki histeri psişik yaşama, egemen ideolojiye direnen kişidir. Bu bağlamda histerik kişi de egemenin diline karşı direnen, mücadele eden, onu bozan ve kendi dilini üreten kişidir.
Bu yazının konusu kuşkusuz histeri de değil. Bu yazıda amaçlanan aşk üzerinden tanımlanan histeriğin kimleri korkuttuğu.
Aşkın uygun şekilde uygun kişilerle yaşanması da yaşanmaması da bir sorundur bu düzlemde. Aşkı politik yapan tam da bu uygun halidir, aşkı yaşama biçimleri de bu uygunluğa göre belirlenmiştir.
O zaman kısaca uygunluk dışındaki aşklara devrimci, yıkıcı anlamlar yükleyebilir miyiz? Ya da kim korkar histerikten ya da kadından? Bir aşk politiktir yazısı nasıl bir aşk hastalığı yazısı haline gelir? Gerçi hastalıkların politik, tarihsel, heteroseksist ve homofobik olduğunu yadsıyamayız. İç içe geçen kavramlar, birbiriyle kesişen duygular üzerine olan sorular ve cevaplar kuşkusuz sonsuzdur ve zıtlıkları beraberinde taşır. Aşk ve nefret gibi. Bu yazının bitme zamanı gelmiştir ancak bir son söze ihtiyaç vardır;
"Aşk Aşk, Hürriyet! Uzak Olsun Nefret!" (BB/ÇT)
[1] Froydizm Psikanalize Dair Beş Ders kitabının çevirmeni M. Şekip'in notu. (1931: 10-11)