Şöyle demiş âşık, evveli emirde kendine dair;
"Tevellüdüm merak ise, miladı otuz dokuz
Kasımın on yedisinde Zeynel Babadan geldim.
Döndü Anaya rahmolmuş, ehlibeyt meftunuyuz,
Ben faninin acısına, seyr-ü sefadan geldim."
Hikâye anlamlıdır.
Ankara Melek Sineması'nda Âşık Veysel’in assolist olarak sahne alacağı konseri vardır. Usuldendir, baş solist olarak sahneye çıkacak olan sanatçıdan önce, mekân sahiplerince başka sanatçılar sahneye çıkarılır ve bir nevi seyirci de sahne de hazırlanmış olur. İşte o gece Melek Sineması sahnesine Veysel’den hemen önce Mahzuni çıkar.
Pek heyecanlıdır. Çok saygı duyduğu destur ve el almak istediğidir Âşık Veysel. Bir başka içten okur o gece Mahzuni. Sahneden iner inmez kulise yanına çağırtır Veysel, Mahzuni’yi!
Hemen kulisin sahne arkasındaki kapısından heyecanla girer Mahzuni. Veysel, Mahzuni’nin kapıdan girdiğini gönül gözüyle görürcesine hissedip ayağa kalkar. Tevekkeli şair Ercan İntaş boşa kelam etmemiştir: “yalanım varsa iki gözüm önüme aksın / ben, Veysel’den başkasına ‘âşık’ olmadım”.
İşte o muhteşem Veysel’e göre hayli genç ve işin de epeyce başında olan Mahzuni’nin önünden Veysel’in ayağa kalkması orda olanları şaşırtır. Veysel, daha da şaşırtırcasına der ki; “Bu gelen Pir Sultan olmalı. Ve ayakta karşılanmalı”.
O günden sonra Aşık Mahzuni’nin sicilinde yepyeni bir sayfa açılır ve ölünceye kadar da “Asrın Pir Sultan Abdalı” ünvanı bir usta tescili olarak namıyla birlikte yürür. O gece o sahnede büyük usta Aşık Veysel’den duymuştur o ince deruni naif vurguyu; “yıllarca aradım ben beni” demiştir Veysel:
Yıllarca aradım kendi kendimi
Hiçbir türlü bulamadım ben beni
Hayal mıyım ürüya mı bilinmez
Hiçbir türlü bulamadım ben beni
İnsan mıyım mahluk muyum ot muyum
Ekilir biçilir bir nebat mıyım
Yoksa görünüşte bir sıfat mıyım
Hiçbir türlü bulamadım ben beni
Leyla mıyım Mecnun muyum çöl müyüm
Arı mıyım çiçek miyim bal mıyım
Köle miyim bir güzele kul muyum
Hiçbir türlü bulamadım ben beni
Varlığım yokluğum bir Veysel adım
Gök kubbede kalacaktır ses kadim
Elli üç yıl kendi kendim aradım
Hiçbir türlü bulamadım ben beni
Ve sonra, o milat olan geceden sonra artık kendi şahsi sahnesinin rüştü ile yürümüştür Aşık Mahzuni Şerif. Şerif Cırık imiş derler adı soyadı da, kimseler bilmemiş, bilse de telaffuza ve bilmeye ihtiyaç duymamış. Önünde “Aşık” ardında “Mahzuni” ve anadan babadan yadigar Şerif...
Merdo, Dom dom kurşunu, Yalan Dünya, Bilmem ağlasam mı ağlamasam mı, Han sarhoş hancı sarhoş ve İşte gidiyorum çeşmi siyahım’la birlikte ardında 20 bin civarında şiir, 453 plak, 71 kaset ve 11 kitap bıraktı. 1939’da başlayan yaşam serüveni 17 Mayıs 2002’de noktalanırken mezar taşı seslenmiştir sevenlerine...
Eğer bana gel gel olsa yüceden
Çırpar kanadımı uçar giderim
İsteğim yok gündüz ile geceden
Ben bir Mahzuni’yim naçar giderim
Benim, Aşık Mahzuni’ye dair bu yazıyı yazma isteğim; anlaşılmalı ki bir biyografik metin yazma meramı ile değildir. Bunu çok iyi bir şekilde yapmış sevgili dost Ali Öztunç. “Devr-i Mahzuni”* kitabından kıymetli dostlarım Alaaddin Kılıç ve Yaşar Seyman aracılığıyla haberdar oldum. Her ikisine de çok teşekkür ediyorum. Ali Öztunç dosta da kitabı imzalayıp tez elden ulaştırdığı için ayrıca teşekkür ediyorum.
Bu yazıyı yazma isteğim kadim Diyarıbekir’in camii kebir mahallesinde hayli eski bir mahalle değirmeninin yenilenerek “Dink Kafe” olarak düzenlenmiş orta yerinde tam karşımda duran ve bir zamanlar gözleri bağlı bir beygir tarafından kendi ekseni etrafında biteviye döneduran bazalt dink (değirmen) taşına o eski günleri flu bir film şeridi gibi bakıp hayal ederken, mekânın sahibi sevgili dostum Alaaddin Kılıç’ın ilk kez dinlettiği bir türkü üzerine oldu.
Türküyü ilk kez dinliyor(d)um, döne döne bir kaç kez tekrar ettiriyor(d)um. “Diyarbakır Geceleri” adını taşıyan parçayı Mahzuni’ydi çalıp söyleyen:
Bir de hikâyesi olduğunu anlatmıştı şarkının Alaaddin; “Altmışlı yılların sonunda Diyarbakır’ın eğlence dünyasında hayli ünlü Şato pavyonunun sahibi Özdemir’in o yıllarda Antep’te ikamet edip Maraş’ta öğrenci olan kız kardeşine aşık olmuş Mahzuni ve kızı bir başka aşık yardımıyla kaçırmış. Araya yıllar girmiş sonu evlilikle sonuçlanmıştı. İşte o uzun hikayenin şarkısı imiş meğerse...
Hikâye çok etkileyiciydi. Bir aşk, sevda ve o yıllarda ailenin onayı olmazsa ucu ölümlere hatta kan davalarına varacak bir kız kaçırma vakasının böyle bir güzellikle ve bir türkü ile nihayetlenmesi.
Merakım bu ya! Düştüm peşine türkünün hikâyesinin! “Diyarbekir Diyarım Yitirmişem Yanarım”** kitabımdan anımsıyordum. 1960, hatta 70’li yılların Diyarbakır eğlence dünyasında pavyonların çok özel bir yeri vardı.
Çok ünlü sanatçıların zaman zaman Diyarbakır pavyonlarında sahneye çıktıklarını afişlerinden biliyordum. Rahmetli Şair avukat İhsan Biçici ağabey Aşık Mahzuni’yi Özdemir’in pavyonunda dinlediğini söylemişti. Hem zaten o yılların Diyarbakırında pavyonlar ve bilumum eğlence âlemi Antep, Maraş taraflarından gelenlerce idare ediliyordu.
Sonra hikâyenin devamını toparlamak kolaylaşıyordu. Mahzuni, artık tek başına sahnelere çıkmaya başlamış ve ilk sahneyi de Antep’te almış. Antep’in Bahar sinemasında büyük izdiham vardır o gün.
Program bittikten sonra sahneden iner Mahzuni ve kendi anlatısı ile; “eli bastonlu, yüzü nurlu son derece gösterişi yerinde, kabadayı bir Anadolu kadınının, önümü kestiğini gördüm” der. Zalhey hanımdır o kadın ve asayı yere vurup “dur bakalım hiç bir yere gidemezsin. Bugün arkadaşlarınla birlikte bizim fakirhaneye mihmansınız” der. Bu ani davete şaşırır ve yanında olan Aşık Nesimi ile göz göze gelir Mahzuni. Asıl adı Zeliha olan Malatya Akçadağlı olup Antep’e yerleşen Malatya, Antep ve Maraş Alevi dünyasında hayli saygın bir aşiret hanım ağasıymış Zalhey Hanım. Ve meğerse bu davet işini zaman zaman Antep’e gelen değer verdiği sanatçılar için yaparmış Zalhey Hanım.
O gece konserden sonra Antep’in Yavuzlar mahallesinde bir evinde şark kilimleriyle bezeli ve duvarlarında Hazreti Ali ile Hacı Bektaşi Veli’nin portreleri asılı büyükçe odasında gecenin sabaha el edeceği vakitlere kadar çalınıp söylenir, yenilir içilir. Sabaha karşı meşk bitince konuklar diğer evlere misafir olur. Mahzuni ise Zalhey Hanım ve eşinin onur konuğu olur evlerinde.
Günün aydınlanmasından sonra uyanıp avluya çıkınca Mahzuni “günaydın” sesiyle elinde ibrik genç bir kızla yüz yüze gelir. O günü o karşılaşmayı anlatınca; “Bir saniye içinde yıldırım çarpmışa döndüm. Utangaç, Güler yüzlü, simsiyah gözleri, al al yanan yanakları incecik boynuyla huriler gibi karşımda duruyordu. “Günaydın” dedim. İlk defa âşık oluyordum.
“Zalhey ana da gelmişti. Çiçeklerin çok güzel, birini koparsam kızar mısın ana, dedim. ‘Kızmam ama senin çiçeğin var, elin çiçeğiyle işin ne?’ dedi. Verdiği cevapla yıkıldım. Zalhey ana adının Fatma (Fadime) olduğunu öğrendiğim kızının Maraş Öğretmen Okulunda öğrenci olduğunu söyledi. İzinli gelmiş meğer Antep’e. Bir gün sonra da dönecek okuluna Maraş’a. Ben de Ankara’ya...”
Fatma ile Mahzuni bu ruh halindeyken sesi bahçeye kadar ulaşan pikaptan Mahzuni’nin son plağının sesi akıyordur bahçeye;
Kimi gelir, kimi gider haber yok
Behey fani dünya sana n’edeyim
Kimi ağlar, kimi güler haber yok
Arada sürünen bana n’edeyim.
Mahzuni sahiden de iliklerine kadar aşık olmuştur Fatma’ya. Komşu evlere sabaha karşı dağılan arkadaşları; Aşık Nesimi Çimen, Aşık Hüseyin Çırakman ve Muhlis Akarsu birer birer o envayi çeşit donanmış kahvaltı sofrasına keyifle oturmuş. Ama Mahzuni durgundur ve iki lokma alıp köşeye çekilmiştir. Fatma da bir başka köşede hayli hüzünlü ağlamaklıdır.
Aşık Nesimi Çimen’in gözünden kaçmaz ve eğilir Mahzuni’nin kulağına “oğlum, ağlatma bu güzel kızı. Belli ki sana vurulmuş. Gel, otelden eşyalarını al geri dön, seni götürmeyelim” der.
Nesimi’nin bu sözleri üzerine karar verip kalır Antep’te Mahzuni. İlk kez yaşadığı gerçek aşkını ardında bırakmaya gönlü elvermemiştir. Konser için yerleştiği Gül Otelden eşyalarını alıp o gece konuk olduğu mahalleye geri döner. Zalhey Hanımın candan komşusu Afyonlu Ali Çavuş’un evine yerleşir Mahzuni. Mahalleli duyar Mahzuni’nin döndüğünü ve evin önünde toplanır. O gece de çalınıp söylenir ve Aşık az uyuyarak geçirir geceyi. Sabahı Zalhey hanım, Ali Çavuş, Fatma ve Mahzuni bir taksi tutup Maraş’a yollanırlar.
Meğerse Maraş’ta Fatma için kiraladıkları iki katlı gecekondunun üst katının ve evin sahibi Mahzuni’nin yakın köylüsü Kaşan’lı Yusuf Çavuş’un eviymiş. Yusuf Çavuş’un kızıyla, Fatma aynı okulda olunca durum kolaylaşmış. Yusuf Çavuş da Yusuf Çavuş hani! (1978’de Maraş katliamında kafası tuğla ile ezilip sonra yakılarak katledilir Yusuf Çavuş). Yıllar sonra Ozan Emekçi olarak hayli ünlenecek olan Haydar’ın babası. Haydar’la Fatma’nın arkadaşı Yusuf Çavuş’un kızı Fidan kapıya kadar gelip sevinçle karşılarlar gelenleri.
Sofra kurulur, yemekler yenir. Sonra Mahzuni çalar söyler de söyler o gece hep sevda türküleridir okudukları. Tam on gün kalır Yusuf Çavuş’un evinde. Her gece aynı minval üzere çalıp söyler Mahzuni.
Sonra, döner Ankara’ya Mahzuni. Günler geçer Aşık Veysel, Aşık Daimi, Davut Sulari gibi dönemin büyük ozanları ile kelimenin tam anlamıyla meşk edişleri yaşadığı günlerdir, zirvededir. Ama aklının ve kalbinin en baş köşesinde Maraş’ta bıraktığı Fatma vardır. Yıl 1967 sonbaharıdır ve Adana Belediye Tiyatrosu sahnesinde Muhlis Akarsu ve Mahzuni ile birlikte Aşık Veysel davetlidir. O gece kuliste pek güvendiği Muhlis Akarsu’ya aşkını sevdasını baştan sona anlatır Mahzuni.
Akarsu; “Vermezler sana o kızı. İki evlilikten 4 çocuğun var. Elin kızı seni alıp ne yapacak! Dul birine okumuş genç kızı verirler mi gardaşım?” der Muhlis Akarsu. Çok ama pek çok üzülür bu sözlere, adeta dünyası başına devrilir. Muhlis Akarsu, arkadaşının çok üzüldüğünü görünce döner ve “Boş ver, vermezlerse kaçırırız” der. Ve hemen o gece kararını verir, kaçıracak çaresi yok. O gece konser sonrası planı yaparlar.
Muhlis Akarsu’nun beraber yaşadığı Zeynep hanımı İstanbul’dan Adana’ya uçakla getirtip bir gece daha Adana İpek Palas’ta kalıp sabahı Erzincanlı Musa’nın 1967 model Chevrolet arabası ile 11 Kasım 1967 günü Zeynep, Muhlis Akarsu ve Mahzuni taksi ile Maraş’ta Yusuf Çavuş’un evinin yakınına park ederler. Fatma’yla görüşüp yol boyu hazırladığı plana göre; “Gelirken Antep’e uğradık. Baban biraz rahatsız. Sana da uğrayacağımızı söyleyince, ‘alıp Fatma’yı da getirin’ dedi. Biz de seni almaya geldik.”
Fatma; ‘hayret iki gün önce burdaydılar, babam iyiydi. Ne oldu acaba’ deyince! Muhlis Akarsu ‘kalbinden rahatsız olmuş galiba’ deyince babasına çok düşkün olan Fatma ‘o zaman hemen gidelim’ der ve yola çıkarlar.
Narlı kavşağından Antep’e değil de, Kömürler istikametinden Adana’ya yönelince taksi Fatma niyeti anlar ve “beni, nereye götürüyorsunuz?” der. Mahzuni de; “seni kaçırıyorum” der. Fatma “yapma, Şerif’im buna ne gerek var! El, alem ne der! Babam asıl şimdi hastalanır. Hem sen de biliyorsun ki ağabeylerim hiddetli adamlardır. Seni de beni de bulur öldürürler.” der.
“Öldürürler” sözü sarsar Mahzuni’yi. Fatma’nın ağabeylerinden Özdemir Diyarbakır eğlence dünyasında hayli nam sahibi ve çok da çevresi, ağırlığı olan etrafında silahlı adamları çok olan biridir. Üstelik Fatma’nın yaşı da küçüktür, cezası ağırdır. Duygusu baskın çıkar ve Fatma’yı Ankara’ya götürür. O gece haber Antep’e de ulaşır. Baba İbrahim bey savcılığa vermeyi düşünür ama Zalhey Hanım Mahzuni’nin sesine hayrandır ve engel olur “resmiyete düşmesi uygun olmaz! Hem Mahzuni hem de Fatma için” der.
Mahzuni, Fatma ile Ankara’dan İstanbul’a Zeynep’in Cihangir’deki evine geçerler. Ayrı odalarda kalırlar. Bütün bu işlerin hengamesi ile cebindeki para da tükenmiştir. Grafson plak şirketinin sahibi ve dostu Mihran Gürciyan’ı arar durumu anlatır.
Grafson plak şirketi 1958’de kurulmuş ve ilk plak olarak Zeki Müren’in plağıyla sahaya çıkmış, dönemin neredeyse bütün ünlü sanatçılarını bünyesinde barındıran bir şirkettir. Mihran beyle ertesi gün buluşurlar. Ve o yıllar için çok iyi para 7,500 lira nakit karşılığı arkadaşı Muhlis Akarsu ile bir gecede repertuarı hazırlayıp bir günde de stüdyo kaydını bitirir, hatta Fatma’yı da stüdyoya götürür. Şu dörtlüğü o plakta okur:
Dünya dedikleri mezarlık imiş
Bilmem ki ne zaman güldürür beni
Bize hücum etti cahil sürüsü
Dostlar ne korkutur ne de yıldırır beni
Ertesi gün PTT’den telefon daveti yollayarak Antep’i Fatma’nın ailesini ararlar. Fatma’nın yengesi Haney çıkar telefona, açar ağzını yumar gözünü misali saydırır Mahzuni’ye ve ekler “eğer kızı getirmezsen, Diyarbakırdaki abilerine haber verildi. Özdemir ikizinizi de öldürür bilesin!”.
Mahzuni; “kötü bir niyetim yok, yuva kurmak niyetindeyim. Yüzümüzün akıyla namusumuzla geri döneceğiz” der. Ankara’ya dönerler. Bu arada Fatma’nın ailesi de dediklerini yapmış. Fatma’nın abisi adamlarıyla Ankara sokaklarında Mahzuni ve Fatma’yı arıyorlardır. Sonunda bulurlar aşıkların izlerini. Mahzuni kendi ifadesiyle; “Asil ve sadakatli Fatmam senin ağabeyinin önünde ileri geri konuşamazdım. Özdemir Ağabeyinin kızgınlığını gidermek için senin bir müddetliğine gitmene rıza gösteriyorum” der. Ve Fatma’nın ağabeyi Fatma’yı Antep’e değil Diyarbakır’a götürür. Fatma okulunu Diyarbakır’da tamamlayacaktır.
Zaman hızla akıp gider. Buruk Mahzuni kendini gurbete vurur, Almanya’da ve bütün Avrupa’da konserler verip ününe ün katar. Fatma da okulunu bitirip Diyarbakır’da öğretmenliğe başlar.
1967’de başlayan bu destansı aşk hikâyesi uzun badirelerden sonra 26 Ağustos 1971’de tam dört yıl sonra ailenin de rızasıyla Antep Kızılay Düğün Salonunda evlilikle sonuçlanır.
İşte araya epeyi hatırlı kişilerin girmesi ve epey de zaman geçmesi üzerine aile evet demişti de! Ağabey Özdemir Bey de ‘bir şartla, Diyarbakır üzerine bir şarkı yap seni affedeyim’ demiş meğerse. Bunun üzerine Mahzuni bu parçanın sözlerini yazıp bestelemiş.
Bir geceye benzemiyor
Diyarbakır geceleri
Bulutları süzemiyor
Diyarbakır geceleri
Diyarbakır ovaları
İniliyor zarı zarı
Doğu'nun bahtsız diyârı
Diyarbakır geceleri
Mahzuni’yim ne diyorum
Canı dosta adıyorum
İşte geldim gidiyorum
Diyarbakır geceleri
Aman aman, aman, aman
İçtim, gene başım duman...
Hikâye bu, bir ozanın aşkının bir kente ve kentin mekân insan ilişkilerine izdüşümü. Ruhu şad devri daim olsun büyük ozan Âşık Mahzunî Şerif’in...(ŞH/EMK)
Not: Bu yazının yazılmasına vesile olan sevgili Alaaddin Kılıç’a, Dostum arkadaşım Yaşar Seyman’a ve tabi muhteşem bir Mahzuni biyografisi ile tanıklığı üzerine kurulu kitabının bu yazı için ilgili bölümünü kullanmama izin veren Ali Öztunç dosta içten teşekkür ediyorum.
Ve bu metnin yazılması yaklaşık bir ay sürdü. Kaderin tuhaf cilvesine bakın ki an itibariyle bu satırlara nokta koyduğumda fark ettim ki; 27 yıl evvel tam da bugün 2 Temmuz’da Sivas’ta Madımak otelinde diri diri yakılarak katledilmişti ozanlar. Oysa hayatın bizatihi kendisi de bilir ki ozanlar-âşıklar aşk insanıdırlar ve yolları sevgiye çıkanlardır. Onları yakanları, katledenleri tarih asla affetmez. Ozanlar ise dünya durdukça yaşar. Mahzuni gibi sözüyle, kelamıyla, adıyla...
*Devr-i Mahzuni, Ali Öztunç, Doğan kitap, 1. Baskı, 2017.
**Diyarbekir Diyarım Yitirmişem Yanarım, Şeyhmus Diken, iletişim yayınları, 5. Baskı 2018, İstanbul