Son günlerde, Anayasa referandumu tartışılırken demokrasiye değgin kimi fanteziler okuyoruz.
Demokratlığı müseccel yazarlarımız bile demokrasiyi her türlü düşünceyi savunma özgürlüğü olarak tanımlamakla yetinmiyor, otoriter rejimlerin kurulması için çaba göstermeyi bile aynı kapsama almakta sakınca görmüyorlar.
Özellikle OHAL koşullarında, otoriter tek insan yönetimine evet demekle buna karşı çıkmanın birbiriyle eşdeğer demokratik haklar olduğunun açıklaması dikkat çekiyor.
Oysa anayasası, hukuk sistemi, özerk ve bağımsız kurumlarıyla oturmuş demokratik bir toplumda rejimin demokratik özüyle bağdaşmayan bir düşünceyi savunmakla, bu düşünceye dayalı yeni bir rejim kurma girişiminin aynı şey olmadığı açıktır.
Örneğin 3 yüzyıldır demokrasiyle yönetilen ve rejimin hukuksal güvenceleri, özerk kurumları ile demokratik gelenekleri toplumda kök salmış olan Fransa gibi bir ülkede Ulusal Cephe (FN) hareketinin ırkçı, milliyetçi ve İslam karşıtı söylemleri düşünce özgürlüğü bağlamında tolere edilmektedir. Keza bu partinin toplumun desteğini alarak demokratik yoldan iktidara gelmesi ve anayasa içinde kalarak programını uygulaması bile katlanılabilir sayılmaktadır. Ancak Fransız anayasasını, ülkenin demokratik kurumlarını, siyasal partilerini, basın özgürlüğünü ve yerleşik değer yargılarını ortadan kaldıracak biçimde faşist bir rejim kurma girişiminde bulunması ise asla demokratik bir hak olarak kabul edilmez ve savunulamaz.
Aynı demokratik hoşgörü Almanya’da Ulusal Demokratik Partisi (NDP) için de geçerlidir.
Front National gibi Alman Ulusal Demokratik Partisi’nin yöneticileri de çok iyi bilirler ki, onları iktidara getiren anayasal düzeni ortadan kaldırmaya, basın özgürlüğüne son vermeye ve çok partili düzeni tasfiye etmeye giriştikleri anda, kendi tabanları dâhil bütün ülke ayağa kalkar ve demokrasiyi yok ederek faşist bir rejim kurma hevesleri kursaklarında kalır.
Fransa ve Almanya toplumlarının aşırı sağ partiler karşısındaki davranış örnekleri bize sistem ve rejim değişikliği arasındaki temel farkın ne olduğunu göstermektedir. Bu gerçeği göz önüne alarak demokrasiyle yönetilen bir ülkede, anayasal sisteme bağlı kalmak, kurulu düzenin kurum ve kurallarına saygılı olmak koşulu ile şiddet dışı her türlü düşüncenin savunulması demokratik bir hak sayılabilir.
Ancak demokrasiyi yok ederek totaliter bir rejim kurma sonucunu doğuracak herhangi bir girişimin hak sayılması bir yana, aksine, karşı çıkılarak mücadele edilmesi gereken hukuk dışı bir kalkışma olduğu unutulmamalıdır.
Unutmamak gerekir ki, demokrasiyle yönetilen bir ülkede totaliter bir rejim kurma girişimi hiçbir zaman demokratik kurallar içinde başarılı olamaz. Bu tarz girişimlere ancak askeri darbeler döneminde ya da hukukun devre dışına çıkarıldığı olağanüstü koşullarda başvurulduğu herkesin malumudur. Ama bu tür zorba rejimler hiçbir zaman uzun ömürlü olamaz. Bu rejimler bölgesel hatta kıtalar çapında savaşlara ve büyük yıkımlara neden olur. Arkalarında ölüm, açlık, yokluk, yoksulluk ve işsizlik gibi toplumsal felaketleri bırakarak çekilip giderler. Kendi toplumlarına ve insanlığa büyük acılar çektirerek…
Bugünkü OHAL koşullarında anayasada köklü rejim değişikliği yapılarak ulaşılmak istenen hedef, demokrasiye açık bugünkü toplum düzenini ortadan kaldırmak ve yerine otoriter nitelikte tek adam yönetimi kurmak olduğu açıktır.
Ülkenin KHK’lerle yönetildiği bugünkü koşullarında rejim değişikliği önerisini halkoyuna sunmanın meşruluğu tartışmalıdır.
KHK’lerle 300 bini aşkın devlet memuru görevden alınmış binlercesi de tutuklu. Üstelik hukuksal itiraz yolları da kapalı tutulmakta…
Türkiye’nin ikinci büyük muhalefet partisi HDP’nin iki eş genel başkanı ve 12 milletvekili ile partinin Belediye başkanları tutuklu. Belediyeler idarenin atadığı kayyumlar tarafından yönetilmekte. Bugün her vatandaş yaptığı bir konuşma ya da yazdığı eleştirel bir yazı yüzünden her an terör suçlusu olarak gözaltına alınmak hatta tutuklanmak korkusu içinde.
Bu derece ağır psikolojik koşullar altında yapılacak bir halkoylamasının sonuçlarını normal koşullardaki oylamanın sonuçları ile karşılaştırmak akılcı olamaz. Yapılacak halkoylamasında kullanılan evet ya da hayır oylarının, vatandaşların özgür iradesini yansıtan eşit ağırlıkta tercihler olduğunu öne sürmek ise tam bir aldatmacadır.
Bu durumda yapılacak oylamanın ve gerçekleşecek rejim değişikliğinin meşruluğunu tartışma konusu yapmaktan kurtarmanın görevi Sayın Cumhurbaşkanına düşmektedir.
Anayasa değişikliğinin evresel demokratik kurallara uygun hale getirilmesi için yeniden görüşülmek üzere Meclis’e iade edilmesi ya da onaylanarak süresi içinde AYM’de iptal davası açılması mümkündür. Aksi halde referandum sonrası meşruiyet tartışmaları bitmeyecek ve toplumdaki bölünme derinleşerek devam edecektir.
Bir de her devlet insanının titizlikle göz önünde bulundurması gereken tarihin hükmü vardır. Bu hükmün parlak olması herkesin temennisidir. Ne var ki, kanun tasarısının hazırlama biçimi, içeriği ve ağır OHAL koşullarında halkoylamasına sunulması nedenlerinden ötürü bu hükmün yüz güldürücü olacağını söylemek olası görünmüyor. (TZE/EKN)