Türkiye son aylarda alkol ve kürtaj gibi milyonlarca insanı doğrudan etkileyen konuları tartışıyor. Bunun nedeni bu konularla ilgili hali hazırda çok büyük toplumsal sorunlar yaşanması değil. Zaten istatistikler ortada, alkol tüketiminin gayet az olduğu, bazı ülkelerin onda birini geçmediği basında sık sık vurgulandı.
Bu konuda iktidarı acil önlemler almaya çağıran aşağıdan gelen bir kitlesel talep falan da yok. Örneğin muhafazakar, anti-komünist cemiyetler yollara düşüp “ahlak elden gidiyor,” “kutsal değerlerimize hakaret ediliyor” falan da demiyorlar. Meselenin ülke gündemini değiştirmeye indirgenmesi de oldukça sığ bir görüş, çünkü giderek iktidarın “ustalık” dönemiyle her düzeyde otoriterleşmesini sahnelediği Türkiye’de belirli bir tarzda “nesiller” yetiştirilmesinin istendiği açık ve net bir şekilde vurgulanıyor, dillendiriliyor. Uzun dönemli böylesi hesaplar olduğu gizlenmiyor zaten. Eskiden “muasır medeniyetler” için yapılan dayatmalar, şimdi “ahlaklı,” “dini hassasiyetleri” gelişkin nesiller yaratma söylemiyle gündeme getiriliyor.
Türkiye’de devlet eski alışkanlığı olan “ahlaken neyin doğru olduğunu” insanlara dayatan yöntemini AKP iktidarıyla bir üst perdeden sahneye koyuyor. Ancak yaşanan bu sürecin bir madalyonun öteki yüzü olduğu, yani Kemalizm’in dayatmalarıyla “aynı şey” olduğu anlamını çıkarmamak lazım kesinlikle. Çünkü AKP iktidarının dayatmacılığı tarihsel ve toplumsal anlamda çok daha farklı ve tabii ki çok daha tehlikeli bir dayatmacılık.
Şöyle ki: Kemalizm 20. yüzyıl elitlerinin değer yargılarının geniş kitlelere dayatılmasıydı. AKP dayatmacılığı ise geniş kitlelerin “kasaba ahlakının” metropolleşen 21. yüzyıl Türkiye’sine dayatılması.
İlkinde kitleler sonuçta hem günlük hayat içinde “mahalle baskısı” gibi yöntemlerle, hem de sandıkta bu dayatmaları dengeleyerek kendi değerlerini bir şekilde müdafaa edebilmekteydi. Keza Kemalizm’in muhafazakarlara kıyasla özel hayatın derinliklerine girmeye görece olarak hem daha az niyeti, hem de daha az aracı mevcuttu. Kemalizm’in geniş kitleler neznindeki organik gücünün zayıflığı bu tür bir denge durumuna imkan veriyordu.
AKP iktidarı ise üç nedenle bu noktada farklılaşıyor.
Birincisi AKP’nin devleti tümüyle ele geçermiş olması. Kuvvetler ayrılığından söz edebilmek Türkiye’de giderek zorlaşıyor.
İkincisi bugünkü iktidarın karşısında ciddi, donanımlı, projeleri olan, gelecek tasavvurları gelişkin, AKP icraatlarını tepkiselliğin ötesinde eleştirebilen ve sosyolojik bir temele oturtabilen (belki BDP bu noktada biraz farklı) sahici bir muhalefetin yokluğu. (BDP’nin siyasal tahayyülleri var ama özel hayata ilişkin kendine has bir tahayyül dünyası yok, CHP’nin, bazı sorunlarla dolu da olsa, özel hayata ilişkin yaklaşımları olmasına rağmen sahici siyasal tahayyülleri yok).
Üçüncüsü AKP’nin toplumun dini, muhafazakar ve rövanşişt hassasiyetlerini manipüle ederek elde ettiği hatırı sayılır kitlesel destek. Organik bir kitlesel bir desteğin de olduğu bir iktidar AKP. Bütün bunlar bugünkü otoriter, dayatmacı ve tahakkümcü rejimin çok daha farklı bir tarihsel olgu olduğunu gösteriyor. “Madalyonun öteki yüzü” tespiti son derece yersiz, dahası yanlış, üstelik tarihsellikten uzak bir yorum.
Peki neden alkol bu kadar fırtına koparıyor özellikle?
Alkol üzerine bu kadar hassasiyetin “İslami” bağlantıları mı var? İlla da olması gerekmiyor (ama Türkiye’de haklı olarak böyle bir endişe var). Önemli olan şu: toplumsal çıkarların bireysel çıkarlardan önemli olduğu; kendisini devlette cisimleştiren Rousseau’cu “genel iradenin” toplumun çıkarı adına neyin doğru, neyin ahlaki olduğuna karar vermesi. 19 Yüzyıldan beri tüm dünyada alkol meselesi çok çeşitli ülkelerde bu noktadan savunulageldi, hemen her yerde yasakçı uygulamalara gidildi. Örneğin ABD’de 1920’den 1932’ye 13 yıl boyunca alkol kapsamlı biçimde yasaklandı.
Türkiye’de de Birinci Meclis içindeki muhafazakarların dayatmasıyla çıkan ilk kanunlardan biri Men-i Müskirat kanunuydu. Yani kısaca içki yasağı kanunu. Bu kanunla dört yıl süreyle Türkiye’de de alkol yasaklandı (1920-1924). Amerika’daki gibi, Türkiye’de de yasak sözde kaldı, doğru dürüst uygulanamadı. Cumhuriyet tarihi boyunca kürtaj tartışmalarında gördüğümüz komedi, yani ağır cezalar olmasına rağmen her yıl yüzbinlerce kişinin yasağı delmesi ve karşılığında yılda üç beş kişinin ceza alması, aslında daha önce yaşanmıştı. Hem alkol, hem de kürtaj uygulamaları hukukun ciddiyetini sorgulamaya yol açtı. Kolayca herkesin suçlu, herkesin ikiyüzlü olabileceği bir dünya yaratıldı. Ahlak, din ve bilim adına sonuçları ikiyüzlülüğü besleyen bir süreç yaşandı.
Gerek Amerika’da, gerek Türkiye’de, gerekse de dünyanın hemen her yerinde alkolü yasaklama ya da kısıtlama denemeleri başarısızlık ve fiyaskoyla sonuçlandı.
Damıtılmış yüksek dozlu alkollü içkilerin yanında bira, şarap gibi insanlık tarihinde derin izler bırakmış içeçekler de yasaklamalardan nasibini aldı.Bu tür yasaklamaların uygulanabilirliği zaten son derece kısıtlıydı.
Bugün AKP’nin Türkiye’de alkol üzerine sınırlamalar getirmesi ve mekansal olarak içilen içilmeyen ayrımını keskinleştirmesi; insanları içen, içmeyen diye hem de katı biçimde ayırmaya giden politikaları ülkeyi giderek daha da kutuplaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Taşra ahlakı savunucularıyla bağımlı alkolikler arasında kalan milyonlarca insan bu kutuplaşma içinde köşeye sıkıştırılmak istenmekte, toplum adeta militarist tarzda disipline edilmek istenmektedir. (Başbakan’ın “içeceksen git evinde iç” buyruğu bu açıdan manidardır.) Oysa aslında bu ortaki grupların varlığı bizzat en kıymetli insani özelliğimiz olan empatinin varolabilmesi, toplumda kök salabilmesi için elzemdir. Ayrıca birçok nedenden dolayı yoksullar bu yasaktan daha fazla etkilenecektir. Cebinde sadece denize bakarak bir bira içmek isteyen insanlar balık lokantalarında içebilenlere göre daha çok etkilenecektir.
Gelecekte AKP’nin tarihini yazacaklar herhalde en çok da “kutuplaştırma” kavramı ekseninde bu yılların hikayesini anlatacaklardır. Eskinin “devletlü” kutuplaştırıcı taktikleri AKP’nin organik ve toplumsal kutuplaştırma pratiklerinin yanında mumla aranacak gibi görünmektedir.
AKP önderlerinin ağızlarından düşürmedikleri savunma biçimi bilimsel olarak alkolün zararlarıdır. Alkolün zararları bilinmeyen, yeni bir bilgi değil, özellikle de alkol oranı yüksek içkilerin. Ancak şarap gibi az içildiğinde kalp hastalığına olan faydaları da bilim tarafından vurgulanmaktadır. Dünyada ve ülkemizde ölümlerin bir numaralı nedeninin kalp hastalığı olduğu da bilimsel bir gerçektir. Ayrıca evrim teorisi gibi bilimin göz bebeği teoriler söz konusu olduğunda eleştiride ve reddiyede sınır tanımayanlar işlerine geldiklerinde “bilim böyle emrediyor” gibilerden nutuklar atmaktan imtina etmeyerek ikiyüzlülüğü yukarıdan aşağıya doğru adeta bir siyasal üslup haline sokmaktadırlar. İkiyüzlüleşen iktidarlar ve toplumların ne kadar çürümeye yüz tuttuklarını anlamak için alkol ve kürtaj gibi meselelerin tarihine bakmakta, buralardan dersler çıkarmakta fayda var.
Bağımlılık yaratan maddelerin neden olduğu sorunlar hiç kuşkusuz önemlidir ve de bu sorunların enine boyuna araştırılması sosyolog, psikiyatrist gibi bilim insanlarının ele alması gereken meselelerdir. Ancak bu tür sorunların asli kaynağının sosyoekonomik meseleler olduğuna dair de hatırı sayılır bilimsel çalışma mevcuttur.
Çarpık kentleşme, gelir dağılımının bozukluğu, eğitimin yetersizliği, kapitalizmin zorlukları velhasılı modern dünyanın sayısız sosyal meseleleri dururken herşeyin başı alkolmüş gibi bir söylemin ciddi bir yanılsama olduğu da unutulmamalıdır. Muhafazakarların herşeyin başı ahlak bozukluğu gibi bir söylem tutturmaları gerçekliğin karmaşık doğasıyla çelişmektedir. Örneğin Rusya gibi ülkelerdeki alkol sorunlarının kökeninde büyük altüst oluşlar ve toplumsal sorunların yattığı bilinmektedir. Bunlar yokmuşcasına herşeyi alkole bağlamak kolaycı ve tepeden tırnağa yanlış yaklaşımlardır.
Alkol ve kürtaj gibi bu tür tartışmalar aslında son derece olumludur. Türkiye’nin yakın geçmişinde önde çıkan tartışmalar daha çok siyasal tahayyülün yapısına ilişkindi. Devletin merkeziliği, ordunun vesayeti, düşünce özgürlüğü, etnik kimliğin yasaklanması, toplumun yukarıdan siyasal olarak biçimlenmesi, ekonomik sömürü ve buna benzer konular ağırlıklı olarak çözülmesi gereken meselelerdi.
Şimdi Türkiye daha farklı bir yöne doğru gidecektir. Asıl büyük tartışma da bana göre buralarda yaşanacaktır, çünkü Türkiye hiçbir zaman çok daha temel şeyleri derinlemesine tartışmadı. “İnsan nedir, kadın nedir, evlilik ilişkileri nedir, ahlaki ilkelerin temelleri nereden kurulmalıdır, eğitimi nasıl daha kaliteli, bilimsel yapabiliriz, bilime neden hayatımızda yer yok, ikiyüzlü nesiller yetiştirmekten nasıl uzak dururuz?” gibi meseleler es geçildi. Bunların yokluğunda siyasal meseleler üzerine gidildi, bunların yokluğu yüzünden de hiçbir konuda gerçek, samimi ve derinlemesine tartışmalar da olamadığı gibi nihayetinde hayatın temel anlam noktaları konusunda bir toplumsal uzlaşma da sağlanamadı.
Şimdi önümüzdeki asıl tartışma, gecikerek de olsa, bunlar olursa böylece tüm toplumun içine çekildiği sahici tartışmalar yaşayabiliriz. Madem AKP Amerikan muhafazakarlarının değerler üzerinden yaptığı tarzda bir siyaseti benimsiyor, ona muhalefet edenlerin de bu konularda net ve bilimsel argümanlar geliştirmelerinin zamanıdır.
Ayrıca madem Amerika örnekleri veriliyor, Amerika’ya içki yasağının nelere mal olduğu hakkında da bilimsel bir raporun Başbakan’ın masasının üzerine konulmalıdır. (Bu konuda içinde Sultan Abdülhamid’in de olduğu ve alkol yasaklarının başka kötü alışkanlıkları nasıl tetikleyebileceğini göstermesi açısından öğretici bir belgesel için bakınız Hooked: Illegal Drugs and How They Got That Way: Marijuana, History Channel)
* Dr. M. Asım Karaömerlioğlu, Boğaziçi Üniversitesi