Bir çocuğun adaletle tanışması, çoğu zaman hayata tutunacağı bir dal niteliğinde. Ama ya bu dal, çocuğun ellerine batıyorsa?
İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi, geçtiğimiz Mayıs ayında öyle bir çalıştay düzenledi ki, çocukların adalet sistemiyle kurduğu her temas yeniden mercek altına alındı.
Ardından ortaya çıkan politika belgesi, bugüne dek görmezden gelinen ama çocukların sesini taşıyan bir adalet çağrısı niteliğinde: Sistemde ne eksik, ne fazla? Hangi duvar yıkılmalı, hangi el çocuklara uzanmalı?
Politika belgesini hazırlayanlar arasında avukatlar Ayşegül Ağur, Kardelen Ateşci, Rumeysa Boşnak, Dr. Selmin Cansu Demir, Tuba Özel yer alıyor. Belgenin tam halini buradan okuyabilirsiniz.
“Suça Sürüklenen Çocuk” gibi evrensel hukuk kavramlarının tırpanlanması yönündeki talepler ve çocukların yetişkinlerin gibi yargılanması için yasal değişiklik ısrarının yeniden gündeme getirilmeye çalışıldığı bu dönemde, İstanbul Barosu’nun hazırladığı politika belgesine detaylıca bakmakta fayda var.
Suça sürüklenen çocuklarla ilgili kararlar verilirken, onun gelişimsel özellikleri yeterince dikkate alınmıyor.
Sosyal inceleme raporları yüzeysel, adli belgeler bilimden uzak ve tutuklamalar neredeyse refleks haline gelmiş. "Yetişkin gibi yargılanıyor" denilen çocuklar, aslında yetişkinlerin ürettiği bir sistemin "kurbanı” haline geliyor.
En çarpıcı eşitsizliklerden biri şu: Mağdur çocuklar için zorunlu uzman desteği sağlanırken, suça sürüklendiği iddia edilen çocuklara bu hak yalnızca "olursa iyi olur" seviyesinde sunuluyor. Hukuk önünde eşitlik sadece kitapta yazılı sıradan bir kural mı?
Çözüm önerileri
Belge, yalnızca sorunları değil, çözüm yollarını da sistemli ve cesur biçimde ortaya koyuyor. Öncelikle, çocukların özgürlüklerinden yoksun bırakılmaları son çare olmalı. Bu sadece bir ilke değil, bir çocuğun geleceğini kurtarabilecek tek yol.
Türkiye’nin ceza sorumluluğu yaşı hâlâ 12. Oysa bilim diyor ki: 14 yaşındaki bir çocuk bile henüz geleceği öngöremiyor, kararlarının sonuçlarını tam kavrayamıyor. Avrupa'nın birçok ülkesinde bu yaş 15–18 aralığında. Bu durumda sorulması gereken soru şu: Neyi koruyoruz ve kimi cezalandırıyoruz?
"Ceza değil çözüm" diyen onarıcı adalet modeli, çocukların hayatında gerçekten bir fark yaratabilir. Uzlaştırma, sosyal sorumluluk projeleri, mağdur-failler arası arabuluculuk gibi uygulamalarla, çocuğu sistemin içinde ezmek yerine, toplumla yeniden buluşturmak mümkün.
Ama bu da yetmez. Tüm aktörler hakim, savcı, sosyal hizmet uzmanı çocuk alanında özel eğitim almalı. Çünkü bir çocukla nasıl davranacağını bilmeyen bir sistem, adalet değil, korku üretir. Hatta elbette medya da çocuk odaklı habercilik alanında eğitim almalı.
"Bir ülkenin adalet sistemi, onun çocuklara nasıl davrandığıyla ölçülür” derler. Tam da bu nedenle bu politika belgesi, adalet arayanların, sadece suça değil, neden suça sürüklendiklerine de bakması gerektiğini hatırlatıyor.
Mevcut sistemin temel sorunu şu: Çocuklar, yetişkinlerin kurduğu ama onlar için olmayan bir düzende, “yetişkinmiş gibi” yargılanıyor. Oysa çocuklara dair her kararda, onların bireysel geçmişleri, gelişim düzeyleri, sosyal çevreleri dikkate alınmalı.
Ancak gerçek şu ki: Türkiye’de sosyal inceleme raporları hâlâ her çocuk için zorunlu değil. Çocuk Koruma Kanunu'nun 35. maddesi ve ilgili yönetmelik yalnızca belli yaş gruplarındaki ya da sağır-dilsiz çocuklar için SİR (Sosyal İnceleme Raporu) düzenlenmesini zorunlu kılıyor. Diğerleri içinse bir tür “lütuf” gibi.
Oysa çocuk, çocuktur. 12 yaşında da olsa, 17 yaşında da. Sadece bir kısmına hak tanımak, diğerlerini sistemin karanlığına terk etmektir.
Bu nedenle politika belgesi, çok haklı bir taleple geliyor:
SİR tüm çocuklar için yasal olarak zorunlu olmalı. Ve bu raporlar, çocuğun sadece zekâ seviyesini değil, aile yapısını, sosyal koşullarını, gelişim düzeyini, geçmiş travmalarını, eğitim durumunu da içeren bütüncül bir yaklaşımla hazırlanmalı.
Uygulamadaki adli raporlar ise başka bir soruna işaret ediyor. Bugün hâlâ birçok çocuk hakkında "zeka geriliği veya psikiyatrik rahatsızlık bulunmadığı için cezai sorumluluğu vardır" şeklinde klişe ifadelerle kararlar veriliyor.
Bu çocuklar hakkında düzenlenen raporlar, onların kim olduklarını değil, kim olmadıklarını tarif ediyor.
Oysa bir çocuğun cezai sorumluluğu yalnızca akıl sağlığına indirgenemez. Planlama yeteneği, dürtü kontrolü, olaylar arası neden-sonuç ilişkisini kurabilme becerisi… Bunların hepsi gelişmekte olan bir beyinde henüz tam oturmamış olabilir. Ve evet, kabul edelim çocuklar bazen yalnızca bir arkadaş grubundan dışlanmamak için suç işleyebilir.
Bunu anlamayan bir sistem, çocukları yargılar ama anlamaz ve en kötüsü de bir suç bataklığı yaratılmış olur, çünkü sistemin anlamadığı her çocuk da bir gün o sisteme tekrar geri döner.
İstanbul Barosu Çocuk Hakları Merkezi, bu belgeyi yalnızca bir yayım değil bir çağrı ve sorumluluk daveti olarak ilan ediyor. Bu politika önerilerinin, raflarda tozlanmaması için gerekli izleme, ölçme ve savunuculuk çalışmalarının kararlılıkla takipçisi olacaklarını kamuoyuna açıkça beyan ediyorlar.
Gazeteciler, sosyal hizmet uzmanları, akademisyenler, elbette hukukçular, toplumun hemen her kesimi çocukların suç bataklığında yok olmaması için için çocuk odaklı çalışan avukatların seslerine kulak vermek zorundayız.
(EMK/AB)







