İklim İçin kampanyası dahilinde kömürlü termik santrallere karşı mücadele veren şehirlere ziyaretimin üçüncü ayağındayım. Çanakkale, Diyarbakır-Silopi’den sonraki durak Muğla. Muğla diğer şehirlere göre daha farklı, orada hala aktif bir direniş varken Muğla’da direnişin tarihi var.
Muğla ve direniş denince akla ilk olarak 447 gün süren ve geçtiğimiz senenin Aralık ayında son bulan Yatağan Direnişi geliyor. Muğla’daki kömürlü termik santrallerin özelleştirilmesine karşı olan işçilerin başlattığı direniş özelleştirmeyi durduramasa da sendika ve işveren arasında anlaşmaya varılmış ve işçilerin haklarının korunması sağlanmıştı.
Ama bir de Muğla’nın kömürlü termik santral karşıtı direnişi var, bundan 30 sene önce başlayan bir hareket.
Muğla’nın ilk kömürlü termik santrali Yatağan Termik Santrali 1984’te, ikinci termik santrali Yeniköy Termik Santrali 1987’de devreye alınıyor. Kemerköy (Gökova) Termik Santrali’nin ilk ünitesinin devreye alındığı tarih ise 1993.
Gökova (Kemerköy) Termik Santrali karşıtı ilk eylem 1984 yılında santralin yapımının kesinleşmesi ile birlikte Türkevi Köyü kadınları tarafından yapıldı. Santral alanına hafriyat için gelen makinelerin önüne yatarak çalışmasını engellediler.
Gökova’da herkesi harekete geçirecek etkinlik ise 8 Mayıs 1993’te (Aliağa termik santrali zaferinin yıl dönümünde*) “Termik santraller mi? Sağlıklı çocuklar mı? Haydi Gökova’ya” sloganıyla ypılan Gökova körfezine çıkartması. Aynı tarihte mecliste Cumhurbaşkanlığı seçimi için birinci tur oylaması yapılacağından Gökova kimsenin umurunda olmayacak diyenlere verilen cevap ise barizdir: “Bir Cumhurbaşkanı bu memlekette çooook bulunur, ancak Gökova bir kez gitti mi bir daha bulunmaz.”[i]
Sürekli eylemliliğin devam etmesi için Gökova Sürekli Eylem Kurulu kurulur.
Yatağan’a yaptığım ziyarette Kurulun sürekli eylemlerinden biri olan 1 Eylül 1993’te Ankara’ya yapılan çıkartmayı Gökova Sürekli Eylem Kurulu’ndan Reşat Uygun’dan dinledim. Bana termik santralin zarar vereceği tüm canlılar (evet tüm canlılar: defne dalları, zeytinler, kaplumbağalar, keçiler, oğlaklar) ile birlikte otobüslere doluşup Güvenpark’a eylem yapmaya gittiklerini anlattı.
Her ne kadar sekiz saatlik otobüs yolculuğunun sonunda Ankara’nın göbeğine varan kuzular, koyunlar ve kaplumbağalar yeterince ilginç olsa da bu eylem Gökova Sürekli Eylem Kurulu’nun ne en ilginç ne de en radikal eylemi.
Onlar da bizler gibi ve tüm diğer çevre mücadelecileri gibi “istemezükçülük” ile suçlanıyorlar.
HES’lerden, termik santrallere, yeşil yollara, köprülere karşı çıkan herkes bilmeden konuşmakla itham ediliyor. 1988’de 3. Köprü fikrinin ilk ortaya atılmasından 2015’teki Yeşil Yol’a, 1993’teki Gökova kömürlü termik santralinden 2023’e planlanan 80 yeni kömürlü termik santrale kadar biz hiç bilmiyoruz, devlet ise en iyisini bildiğinden son 35 yıldır aynı planları önümüze “büyümek, gelişmek” olarak koymaya devam ediyor.
Bundan daha da kötüsü, devletin “büyüme” söylemine yalakalık eden medyanın da sayesinde Türkiye’nin gelişmekte olan bir ülke olarak çok fazla enerjiye ihtiyacı olduğu ve bu enerji ihtiyacını karşılamak için yerli kaynağı kömür yatırımlarının arttırılması gerektiği iddiasının artık herkesin diline düşmüş bir şehir efsanesi halini alması.
Bu konuyla ilgili son dönemde çıkan bir sürü rapor var:
Türkiye’de fosil yakıt ve yenilenebilir enerji teşvikleri
Kömür Raporu: İklim değişikliği, ekonomi ve sağlık açısından Türkiye’nin kömür politikaları
Türkiye için düşük karbonlu kalkınma yolları ve öncelikleri
Bu konu üzerinde çalışan uzmanlar, akademisyenler, aktivistler tarafından hazırlanmış raporların dediği özetle şu:
Türkiye büyüme modelini çok fazla enerji talep eden sektörler üzerinden kurguladı. Özellikle gayrimenkul, inşaat gibi uzun vadede değer üretmeyen, anlık büyüme yaratan bu sektörler aynı zamanda enerji ihtiyacı da çok yüksek olan sektörler. Büyüyen enerji talebini karşılamak için artan elektrik arzı ve buna bağlı elektrik fiyat dengesini korumak ve enerji güvenliğini sağlamak için Türkiye enerji politikalarını kömür teşviki vermek ve de kömüre yatırımı desteklemek üzere kurdu. Böylece küresel iklim değişikliğine neden olan karbon emisyonlarını da teşviklemiş bulunuyor.
Öte yandan, Türkiye 2°C hedefi içinde payına düşen sorumluluğu yerine getirebilmek için alacağı basit politika tedbirleriyle, ekonomik büyümeye negative etkisi olmaksızın, 2030’da karbon emisyonlarını %23 ile %40 arasında azaltabilir.
Türkiye mevcut politikalarla kömürü enerjinin merkezinde tutmaya devam eder, planlanan termik santralleri yaparsa fosil yakıtlara daha da bağımlı hale gelerek yenilenebilir enerji teknolojileriyle rekabet etmesini daha da zorlaştıracaktır.
Bu işin daha da özeti Prof. Erinç Yeldan’ın İklim Forumu’nda dediği gibi:
“Türkiye, iki sanayi devrimi dalgasını kaçırdı. Şimdi üçüncü devrimin eşiğindeyiz. İstesek, yenilenebilir enerjinin çok önemli aktörü olabiliriz. Bunun fantezi gibi seyredilmesi çok canımı acıtıyor.”
Ya da:
Türkiye sanayi devrimlerini o kadar geriden takip ediyor ki, bir önceki yüzyıldan kalma “taş devri” planları önümüze icat diye koyuyor. Taş devrinden kalan bu enerji politikalarını istemezük.
Ve son olarak:
80’lerden beri bir bildiğimiz var. Çok hükümet değişir, ama bu gezegen olduğu gibi kalır. Neticede “devlet bizim sayemizde devlettir”[ii]. (ÖK/NV)