Sonuç en net şekilde ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz'ın 4 Kasım günü yaptığı basın toplantısında ortaya konuldu. "3 Kasım seçim sonuçları siyasetin yeniden yapılanmasını gerektiriyor" Siyasi rasyonellere dayanmayan, aslolarak birer iktisadi sektör haline gelen sistem partilerin yol açtığı parçalanmışlık sona erdi gözüküyor. Burjuvazinin ve sistemin ihtiyacı olan ve uzun süredir kendini zorunlu bir ihtiyaç olarak dayatan merkez sağ ve merkez sol inşaası için artık yeni bir aşamaya gelindi
3 Kasım akşamı televizyon programlarına konuk olan burjuva fikir adamları ve siyasetçilerinin ilk değerlendirmeleri ve ilk refleksleri sistemin bir zamandır içine düştüğü siyasi temsil krizinin derinliğini kavramak açısından büyük önem taşımaktadır. Hangi partiden olurlarsa olsunlar, burjuva siyasi elitin refleksi bir rahatlamayı ifade ediyordu. Tek başına AKP iktidarı, "siyasi eliti" bitmek tükenmek bilmeyen irili ufaklı çıkar kavgalarının yol açtığı kriz girdabı içinde topyekun boğulmaktan şimdilik kurtarmışa benzemektedir. Parçalanmışlık ve dağılma bütünün niteliğini bozucu bir hale gelmişti, 'establisment'la olan tüm kültürel uyuşmazlığına rağmen, AKP'nin tek başına iktidarı ve iki partiden ibaret parlamento, uzun zamandır inandırıcılığını yitiren o büyük "fanteziyi" yeniden kurmak için çok uygun koşullar yarattı.
Hürriyet gazetesinin 4 Kasım günkü manşeti aslında değerlendirmelerin ortak paydasının iyi bir özeti olduğu gibi, bu manşetin burjuva siyaset elitinin ruh iklimini kavramak açısından önemli olduğunu düşünüyorum: "Sosyal patlama sandıkta oldu"
Burjuva siyasi eliti ve kurumları seçim sonuçlarını böyle değerlendirdi. Parlamentonun halk gözünde tükenen inanırlığı, popüler deyişle "siyaset kurumuna" olan güvensizlik ve inançsızlık temsil krizinin en önemli yanlarından biri haline gelmişti. "Siyaset kurumu" ile halk arasındaki ideolojik, kültürel ve politik ilişki kanalları kopma noktasına gelecek kadar aşınmış, bu aşınma sistemi tehdit eder hale gelmişti. Yukarıdaki deyimle "fantezi" artık iş görmez hale gelmişti. Genç Parti'nin oyun bozucu bir aktör olarak üç ay gibi kısa bir sürede elde ettiği yüzde 7'lik başarısının nedenlerini burada aramak gerektiği kanısındayım. Bu başarı ve Uzan Grubu'nun akıl almaz cüreti "her şeyin çığrından çıkmakta olduğunun, krizin ve kaosun boyutunun en önemli göstergelerinden biri olarak anlamlandırılmaya ihtiyaç hissetmektedir.
Sahip olduğu program ve politik söylemiyle, seçim çalışmaları boyunca iç ve dış finans çevreleriyle kurduğu ilişkiler ve verdiği garantilerle, seçim sonuçları belli olduğunda çizdiği profille, açık ve seçik bir şekilde, yıkılan merkez sağı temsil etmeye kararlı gözüken AKP, aslında elde ettiği sonuçla sisteme bundan fazlasını vaat etmektedir. "Siyaset kurumuyla" halk arasında ideolojik ve kültürel düzeyde iyice aşınmış ve temsil yeteneğini kaybetmiş ilişkileri yeniden kurmaya, bunun en güçlü adayı olduğunu (establisment'ın tercihine rağmen) fiilen ortaya koymuştur. Bu burjuva bloğunun tüm katmanları tarafından kısa vadeyi kurtaran çok önemli bir kazanım olarak okunmaktadır. Burjuvazi durumu doğru okumaktadır.
AKP iktidarının kazandırdığı zaman
AKP iktidarının burjuva bloğuna en az IMF kredi dilimleri kadar değerli bir zaman kazandırdığı açıktır. Bu zamanın nasıl kullanılacağı büyük önem taşımaktadır. Toplumun tüm kurumlarından yansıyan aşırı uzlaşımsal havanın kaynağını siyasi ilkeler, kültürel tutumlardaki değişiklikte değil cüzdanlarda aramak gerektiği kanısındayım. Eğer 3 Kasım'da olan bir nevi "deprem" ise siyasi tabakaların yeniden şekillenişine yol açan bu fay kırığı önemli bir enerjinin açığa çıkmasına yol açmıştır.
Açığa çıkan bu enerjinin yıktıkları ortadadır ve hasar sistem açısından beklenenden çok daha az olduğu gibi sahip oldukları imtiyazlardan dolayı bir türlü yıkılamayan "çürük" yapıların çökmesiyle yeniden inşaaya olanak açmıştır. (Sosyalist solun derme çatma barakalarının da bu depremde bir kez daha yerle bir olduğunu görmemizde fayda olduğunu düşünüyorum) Şimdi sırada bu depremin artçıları var. Süreç sıradan siyasi aktörler açısından yeni şoklara ve şaşkınlıklara gebe olmakla birlikte, burjuva sismograflar açısından korkulacak bir şey yoktur. Burada önemli olan kırılan fayın orta vadede tetikleyeceği yeni fay hatlarının ne olduğunu görmek ve buna hazırlıklı olmaktır. Bu egemen sınıf açısından önemli olduğu kadar emekçiler cephesi içinde büyük önemdedir.
Burjuva bloğu önümüzdeki süreç içinde AKP iktidarı etrafında kenetlenecek onun başarılı yönetimi için seferber olacaktır. Bunun şimdiden bütün emareleri ortaya çıkmıştır. AKP tek başına iktidarla bir rodeo yarışına girdiğinin farkında gözükmektedir. AKP iktidarı İslamı hareketin çıkarttığı siyasi kadroların "ateşle imtihanı" olacaktır. Ya bu ateşin içinden ufak tefek yanıklarla geçecekler ya da kendileriyle birlikte o ateşin içinde arkalarındaki siyasi tabanı da yakacaklardır.
AKP iktidarı ölüm döşeğindeki merkez sağa yapılan İslami bir aşı denemesidir. Bu aşı tuttuğu takdirde merkez sağın ideolojik terbindeki dini gericilik baskın bir hal alacak ve bu durum orta vade açısından sosyalist sol için çok önemli olumsuz sonuçlar doğuracaktır.
AKP'nin aldığı yüzde 34'lük oyun ciddi bir sınıfsal ve sosyal analize tabi tutulmaya ihtiyacı vardır. Fakat üstün körü bir ilk bakışla ortaya çıkan durumun şu olduğunu düşünüyorum. Bu yüzde 34'lük oyun çoğunluğunun en alt sınıflardan geldiğini düşünmüyorum. Bu oyun içinde en alttaki tabaka ve sınıfların oyu da bulunmaktadır, ama bu oyun önemli bir kesiminin özellikle İstanbul ve İzmir gibi büyük şehirlerde Genç Parti ve DEHAP tarafından temsil edildiğini düşünmeye eğilimliyim. Daha doğrusu oy yüzdesi içindeki büyük çoğunluğun böyle dağıldığını sanıyorum.
İlk olarak AKP'nin seçim boyunca dillendirdiği talepler ve söylem tarzının en alttakilerin çaresizliğini ve radikalliğini dikkate almamasının bir önemi olduğunu bunun bir tercih olduğunu görmek gerekiyor.
AKP, sağ popülizmin geleneksel mağdurlarını seçim propagandasının muhatabı kıldı. Tarım emekçileri değil, ama küçük ve orta ölçekli tarım üreticileri, çifçiler, esnaf , KOBİ'ler ve iktisadi periferisi, kent yoksulları, ama İslami cemaat ağları içindeki son 10 yılın geleneksel oyları. Ve tabii ki Anadolu kökenli ticaret ve sanayi burjuvazisi.
En alttakilerin, en yoksulların, informel sektör kölelerinin oylarının önemli bir bölümü, özellikle sanayi havzalarında ve onun varoşlarında yaşayan genç nüfusun önemli bir kısmı tercihini Genç Parti ve DEHAP'tan yana kullandı gibi gözüküyor. DEHAP ve GP'nin İstanbul ve İzmir'de aldıkları oyların toplamı yüzde 20'lere yaklaşmaktadır.
Ayrıca diğer kayıt dışı ekonominin, kaçak işsizliğin, varoş periferisinin güçlü olduğu Adana, Gaziantep, İzmit, Zonguldak, Bursa gibi sanayi havzalarında GP'in almış olduğu oylar da oldukça ciddi boyutlardadır ve buralarda da GP oyları ile HADEP oyalarının toplamı yüzde 10'u geçmektedir.
AKP'nin almış olduğu oyların sosyal terkibinde de benzer nitelikte oylar olduğunu ortadadır, ama en azından AKP'nin politik profili ve söylemi en alt sınıfların "acil ihtiyaçlarına" göre şekillendirilmemişti. AKP'nin başından itibaren temsiline soyunduğu sosyal sınıflar aynı zamanda AKP iktidarının müstakbel icraatları konusunda da bir fikir vermektedir.
Burada bir başka mesele üzerinde düşünmeye ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim. O da siyasi partilerin temsil ettikleri ideolojik ve politik değerlerin sadece politik ve iktisadi söylem ve talepler manzumesi ile sınırlı olmadığına ilişkindir. (Bunun sosyalist solun kendini anlaması açısından da önemli olduğunu düşünüyorum) Siyasi partiler (ve liderleri) ile temsil etmeye soyundukları kitleler arasındaki iletişimin son derece karmaşık bir yapısı var. Burada kullanılan dilin, ideolojik simge ve değerlerin, sahip olunan üslup ve tavırların iletişim sosyolojisi açısından önemli olduğunu düşünüyorum.
AKP, başından beri merkez sağın yerine aday bir söylemi öne çıkarttı. Bunu öylesine uzlaşımsal bir düzeyde tuttu ki, bu alanın şampiyonları Demirel ve Özal'ın popülist söyleminin yanına bile yaklaşmadı. Bu popülist söylemin gücünden yararlanmadı. AKP seçim boyunca burjuvaziye ve dünya finans çevrelerine konuşmayı tercih etti. Bunun iki nedeni vardı. Çünkü teşkilatın aracılığıyla temsiline soyunduğu sınıflarla kurduğu güçlü bağlara güveniyordu. Ve teşkilat aşağıda o kitlelerle farklı bir dille konuşuyor ve vaadlerini çekinmeden sunuyordu. İkincisi ise Tayip Erdoğan figürünün temsil ettiği ideolojik ve kültürel simgelerin kitlelerle kurmuş olduğu rezonanstı. Yanındaki başörtülü karısıyla İmam Hatip'li Erdoğan'ın zafer fotoğrafları bir anlamda İslami hareketin 28 Şubat'ın rövanşını aldığının fotoğrafıydı.
Kemalist elitin 28 Şubat sonrasında "siyaset kurumu" üzerinde kurduğu tahakküm ve saldığı korku, 2001 Şubat krizi ile birleşince AKP'nin de vakti geldi. Tayip ve başörtülü karısına verilen oylar, ekonomik kriz altında inleyen tarım emekçilerinin, çifçilerin, esnafın, küçük ve orta boy üreticilerin, özellikle informel sektör kölelerinin 28 Şubat'dan aldığı rövanştır.
AKP temsil krizinin çözümü olabilir mi?
AKP'nin önümüzdeki süreçte burjuva bloğunun temsil ve yönetim krizini çözmeye aday olduğunu söylemiştik. Bunun için çalışacak ve merkez sağın kitlesel partisi olmaya çabalayacak. Burjuva sınıf ve katmanları da bu ihtimalin öneminin farkına vardığından AKP'nin etrafında kenetlenmeye çalışacak.
Fakat burada sorunlar var. Sorun iki yanlı. Birincisi IMF Programını uygulamaya mahkum bir tek parti iktidarı, kendini iktidara taşıyan kriz mağdurlarını (ki bu emekçi sınıflarla sınırlı değildir) nasıl tatmin edecek. Sorun sadece oyunu aldığı mağdur kesimlerin iktisadi tatminiyle sınırlı değil, iktidarı için en büyük tehlikelerden birini oluşturan müstakbel bir toplumsal muhalefeti iktisaden nasıl doyuracak. Doyuramadığı sürece bu iktidar onun için tam anlamıyla bir ateşten gömlek olacak.
AKP iktidarı, burjuva blok içindeki belli bir doğrultuya girmiş sınıf kavgasına da yeni bir boyut getirecek. 2001 yılından itibaren Yüzde 10 gibi rekor bir düzeyde gerileyen milli gelir en çok en alttakileri vururken bu toplumun orta ve üst gelir grupları arasında da servetin yeniden bölüşülmesini beraberinde getirdi. En üst kesimdeki bir çok sermaye grubu, bankaları ve reel sektördeki işletmeler krizden paylarını aldılar, bankalarını, işletmelerini kaybettiler. Kapitalizm okyanusundaki vahşet tüm acımasızlığıyla hüküm sürdü. Büyük ve güçlü olan kendinden küçüğü yemeye başladı.
Ekonomik kriz, Türkiye sermaye sınıfının iktisadi açıdan da bir yeniden yapılanma sürecini ifade ediyor. Bir çok büyük sermeye grubunun batan bankalarıyla birlikte sistemden tasfiye olması sürecinin daha içindeyiz. Özellikle Anadolu kökenli ticaret ve sanayi burjuvazisinin bu kriz sürecindeki kayıpları ortada. (AKP'nin burjuva blok içindeki organik ilişkisinin bu kesimle olduğunu hatırlamakta fayda var.) Burjuva kamp içindeki bu iktisadi kapışmanın politik yansımaları yakın zamana kadar gözler önündeydi. Sermaye sınıfının bölüşüm kavgasının en önemli aktörünün siyasi iktidar olduğu gerçeğinden hareketle, AKP iktidarının bölüşüm ilişkilerinde yeni bir süreci başlatacağını ve bunun da başlı başına bir politik çatışma alanı olacağını sanıyorum.
Bütün bu faktörlerin bir arada değerlendirilmesinin önümüze koyduğu gerçek şudur, AKP iktidarı geçici bir süre rahatlamaya yol açsa da, egemen sınıflara ihtiyacı olan altın değerinde bir zaman kazandırmış olsa da, orta vadede istikrar sağlayamayacaktır. Bir başka gerginlik alanı da burjuva yaşam biçimleri arasındaki sürtüşmelerden, bunun iktisadi ve sosyal yansımalarından kaynaklanacaktır. AK Parti hükümetinin, devletin iktisadi bölüşüm/dağıtım mekanizmalarını aynı zamanda kültürel yakınlığa göre kullanacağı açıktır. İktidarın bölüşüm ilişkilerindeki bu kültürel tercihi burjuva blok arasıdaki gerginlikleri artıracaktır.
AKP, kısa vadede acil sosyal destek bekleyen sınıfları tatmin etmekte zorlanacaktır. Göstergeler açıktır. AKP IMF programını uygulamak zorundadır. Türkiye'deki gerçek işsizlik oranı yüzde 18, (kentlerde eğitimli gençler arasında yüzde 27) işsiz sayısı 3.5 milyon.
IMF'le yapılan anlaşmanın dördüncü gözden geçirilmesinin tamamlayacağını söyleyen AKP'nin yeni kredi dilimini serbest bıraktırması için önünde uygulamak zorunda olduğu ciddi özelleştirmeler var. Bunlar sırasıyla, TEKEL, THY, Telekom ve diğerli. Bunlar yeni işten çıkartmalar anlamına geldiği gibi bir de buna kamu sektöründeki istihdamı daraltmak zorunluluğunu ekleyin. Bunlar IMF programı gereği olmazsa olmazlardan biri. (AKP yöneticileri IMF'le pazarlık yapacağız ve programın sosyal yanlarına önem vereceğiz diyor, hep birlikte göreceğiz)
Kamunun iç borç toplamı 85 milyar dolar, dış borç toplamı da 55 miyar dolar. Borçaların büyük çoğunluğu büyük bankalara ve piyasalara. Toplam dış borç stoğu ise 125.8 milyar dolar. Yani milli gelirin yüzde 78'i dış borç. Bu borçların üçte ikisi "özel sektöre" Türkiye 2008 yılına kadar 148 milyar dolar dış borç anapara ve faizi ödeyecek. Türkiye sadece 2003 yılında 23,435 milyar dolar, 2004 yılında 24, 045 milyar dolar dış borç ana para ve faizi ödeyecek. Türkiye'nin 2003'teki büyüme hedefi ise (Bu da işler yolunda gittiği takdirde, savaşı filan burada düşünmemek gerekiyor) yüzde 3. Hesabı siz yapın. Diğer ekonomik verilerin ayrıntılarına girmeye gerek yok. Sadece bu veriler AKP iktidarının bölüşüm ilişkilerinde aşağıdaki sınıflara ayıracağı kaynakların sınırlılığını göstermektedir.
Buradan hiç çıkış yok mu? Evet yeniden düşük faizle borçlanmak ve ilk yılı bir takım sosyal pansumanlarla kurtarmak. Belki. Ama orta vadede bu iktisadi düzenlemeler içinde emekçi kesimlerin elde edeceği pek bir şey olmayacağı açık. AKP'nin de ana derdinin bu olmayacağı açık. AKP'nin temel derdi kendi burjuva sektörüne bölüşüm ilişkilerinden ne aktaracağıyla sınırlı olacak. Eldeki ekonomi programları zaten öncelikleri yeterince ortaya koymuyor mu? Mali milat, vergi indirimi gibi ilk elde yapılacakların hangi sosyal sınıfların pansumanı olacağı açık değil mi?
Önümüzdeki dönemin siyasi aktörleri ve solun görevi
İyi bir ihtimalle iki yıl sonra AKP iktidarının çivileri gevşemeye başlayacaktır. Bu nedenle sistemin süratle yeni stepnelere ihtiyacı vardır. Çünkü şimdilik burjuva siyasi tamirhanesinde kullanılacak bir yedek lastik/stepne kalmadı gözüküyor. Sistem bir an önce ıskartaya çıkan stepneleri onarmak ve bagajdaki yerine koymak zorunda. Bunu için elde kalanlar bellidir.
Önümüzdeki süreçte ANAP ile DYP'nin yeni bir lider altında birleştirilmesini beklemeliyiz Oyun bozucu bir rol oynamış olan Genç Parti'nin çaresine bakılmak zorundadır. Burjuva bloğu içindeki bu "yaramaz" grup iktisadi tasfiyesini, kazanmayı umduğu siyasi ağırlıkla engellemenin planını yaptı. Fakat bunu yaparken kastını aştı. Uzan Grubu'nu zor bir dönem beklemektedir. Genç Parti'nin elde ettiği yüzde 7'lik oy oranının ne işe yarayacağını hep birlikte gözleyeceğiz.
'Sol'da elde kalan CHP'dir. Önümüzdeki süreç CHP'ye çok önemli bir rol yüklemektedir. CHP'nin muhalefet yıllarını nasıl geçireceği önemlidir. Ama şu andaki kadroları ve programı ve ideolojisiyle sistemin ve devletin en önemli hasletlerinin temsilcisi olan CHP, AKP iktidarının istikrar sağlamasına yardımcı olacaktır. Çünkü sistemin genel çıkarları, onun istikrar bozucu değil istikrar sağlayıcı olmasını gerektirmektedir. CHP ve yönetimi bu gerekliliğe uygun davranacaktır.
MHP siyasi hayatın vazgeçilmez bir aktörü olmaya devam edecektir. Var olan siyasi partiler içinde teşkilat gücü ve ideolojik sağlamlığı en güçlü parti olduğunu ispat etmiştir. Bu en büyük alt üst oluş içinde bile klasik oy oranını korumayı becermiştir. MHP'nin önümüzdeki süreçte hangi politik misyonu üstleneceği tartışmalıdır.
DEHAP açısından seçim sonuçları önemlidir. Kürt siyasal hareketi artık kitlesel sınırlarını görmüştür. Yüzde 5 ile altı arasında oynayan bir siyasal güçtür. Üstelik bu siyasal gücün kalıcılığı tartışmalıdır. Kürt ulusal taleplerinin ifadesi olan bu siyasi hareket ideolojik düzeyde heterojendir ve bu heterojenlikle ne kadar sürekli bir hale gelir tartışmalıdır. Bu ideolojik havuzun terkibinde bir ayrışma süreci kaçınılmaz gözüküyor. Kürt siyasi hareketi artık bir karar sürecine itilmiştir. Önümüzdeki siyasi gelişmeler onun bu merkezi kararında etkili olacaktır. AKP iktidarının uygulamaları ve Kürt hareketine karşı tavrı bu hareketin tercihlerinde etkili olacaktır.
DEHAP'ın tabanıyla AKP tabanı arasındaki sosyal ve ideolojik akrabalık ilişkileri önem kazanmıştır. AKP iktidarının AB'ci tavrı DEHAP'ın işini kolaylaştırdığı sürece, DEHAP, hükümete karşı muhalefetin pasif öznelerinden biri olmaya adaydır. Hatta Kürt hareketinin AKP iktidarının rotasına girme olasılığı ciddi bir olasılıktır.
AKP iktidarı her ne kadar merkezde kalıcı olmaya çalışacaksa da bu iktidarın özel operasyonları ve özel ideolojik, kültürel etkileri olacaktır. Bu özellik siyasi İslamın hem merkezi hem çevreyi ideolojik düzeyde asimile etmesi olacaktır. Bu solun halk içindeki (zaten sıfıra tekabül eden ama hala bir atılım imkanı da içeren) ideolojik etki süreçlerini sekteye uğratacak, zaten gericilik ve sağcılık etkisi altındaki ezilen sınıflar içinde gerici ve geleneksel tutumlar pekişecek ve yaygınlaşacaktır. Bu ideolojik iklim genelde sol muhalefet tabanının yönelimlerini etkileyeceği gibi özellikle bu etki Kürt hareketi tabanında çok daha etkili olacaktır.
Bu seçim sonuçları sosyalist solu ise bir kez daha yenilgi ve moral bozukluğu ile karşı karşıya bırakmıştır. Tüm bu moral bozukluğuna rağmen orta vadede üzerine basarak bir açılım gerçekleştirmenin zeminleri ve imkanları hale vardır. Artık sosyalist sol için "temel hak ve özgürlükleri" eksene alan mücadele zemini iyice daralmıştır. Bunda inat eden bir sosyalist sol toplumsal düzeyden tamamen tasfiye olmak tehlikesi ile karşı karşıyadır. Sosyal mücadeleler zeminine iktisadi talepleri eksene alan bir politik açılımla boylu boyunca girmek, sosyalist solu içine düştüğü sıkışıklıktan kurtaracak tek stratejik yönelimdir. Bu görev tek tek örgütlerin ve grupların çapını aşmakta ve zorlamaktadır. Emekçi sınıflar cephesinde ancak toplumsal olarak görünür olan, kitlesel olan ciddiye alınır.
İdeolojik iklimin bu derece sosyalistler için boğucu hale geldiği bir dönemde, kitlesel açılım projelerine süratli ihtiyaç olduğu açıktır. Bunun için sosyalist solun ruh hali uygundur. Solda, bir kez daha başına gelenin anlamlandırılması ihtiyacı baş göstermiştir.
Sosyalist sola bugün hakim olan moral bozukluğu ve yorgunluğu görmek gerekmektedir. Yorgun kadrolar siyasette ve bir türlü karşılığını göremedikleri faaliyetlerine küsme eşiğine gelmiştir. Bu moral bozukluğu, tek örgüt ve grupların doğrusal büyüme stratejileri etrafında bir enerji yaratmanın önündeki en büyük engeldir.
3 Kasım sonrasının fikri iklimi
Milliyetçi ve "muhafazakar solun" örgütsel kalesi DSP tarihin eşiğine adımını atmıştır. Her türlü gerici, milliyetçi sol yanılsamanın üretim merkezi Ecevit, tabutunun çivilerini kendi eliyle mezar kazıcısına hediye etmiştir. Bunun marjinal kopyası Doğu Perinçek ve Partisi'nin de "milli kuvvetlerin" kartvizitiyle sürdürdüğü siyasetin karşılığı ortadadır. O kartvizitlerle Perinçek ve yandaşlarından sadece hela parası alınmamıştır.
Milliyetçi solun örgütsel ve ideolojik kalelerindeki yıkıcı hasar önemezdeki süreçte solun ulusal reflekslerinin ve ulusalcı tutumlarının önemini ortadan kaldırmayacağı açıktır. Küreselleşme adı altında emperyalizmin bu denli içsel bir olgu haline geldiği bir dönemde ve yerde solun anti emperyalizm refleksinin önemi artmıştır.
Önümüzdeki dönemin ideolojik ikliminde sol liberalizmin etkisi azalmaya devam edecektir. Solun, küresel piyasanın üst yapısal düzenlemelerinin önemli parçalarından birini oluşturan "insan hakları" ve "temel hak ve özgürlükler" alanına aklını kaptırmış olmasının yıkıcı etkileri artık daha net bir şekilde görünür hale gelmiştir. Emek eksenli bir mücadele perspektifi yerine liberal dogmalarla muğlaklaşmış solculuk döneminin toplumsal ölçeğin dışına doğru süpürülmekte olduğunun artık görülmesi gerektiğine inanıyorum. ÖDP'nin sosyalist soldaki konumu bunun en önemli haberci olmuştur. Fakat CHP aracılığıyla bu yanılsamanın bir süre daha yaşacağı ortadadır.
Sol liberalizmin Kemalizmle çiftlemesi sonucu "yenilendik" nidalarıyla sandıktan çıkan CHP'nin oyların sosyal bileşeni "solun" bir bütün olarak emekçi sınıflarla her türden bağını yitirmekte olduğunun en güçlü habercisidir. CHP önümüzdeki dönemde ezilen sınıfların lanetini absorbe edecek bir stepne olarak bile kullanılmayacak durumdadır. Bugün CHP'ye biçilen rol AKP iktidarının krikosu olmaktır. Derviş ve Baykal liderliğindeki CHP bu haliyle belki de son çıkışını yapmış bulunmaktadır.
İdeolojik kimlik deklarasyonu eksen alan buna dayalı politik söylem ve duruşun sınıf mücadelesinin bu konjonktüründe en ufak bir karşılığının olmadığı TKP örneğiyle bir kez daha doğrulanmıştır. İdeolojik kimlik deklarasyonculuğu "temel hak ve özgürlükler" sahnesinin bir reklam spotu olarak işlev görebilmiştir ancak.
3 Kasım'ın tetikleyeceği yeni fay tabakalarının yaratacağı depremin şiddetinin ne olacağına ilişkin bir kehanette bulunmaktan kaçınmak gerekmekle birlikte, gerekli dersler çıkartılıp gerekli hazırlıklar yapılmadığı takdirde solun bir bütün olarak orta vadede bu ülkede toplumsal bir olgu olmaktan çıkması tehlikesi ile karşı karşıya kalındığını düşünmeye eğilimliyim. Bu ülkede sosyal demokrasinin göreceği "sosyal" bir işlev kalmamıştır. Bu işlev ancak sosyalist sol tarafından yeniden oluşturulabilir.
Küresel piyasa düzenlemelerinin üst yapısal gereklilikleri olan "temel hak ve özgürlükler" eksenindeki bir siyasi mücadelenin sonuçları artık daha net görülmeye başlamıştır.
Burjuva kampta siyasi yeniden yapılanma sürecine, ezilenler safında yeni bir siyasi yapılanma eşlik etmelidir. Yoksa orta vadeyi tamamen kaybetmiş, kitlesel bir toplumsal olgu haline gelme şansını yitirmiş ve giderek hayat damarları kesilmiş, marjinalize olmuş bir sol bu ülke emekçilerinin kaderi haline gelecektir. Bu siyaseten yeniden yapılanmanın ideolojik, politik ve örgütsel ayakları üzerinde ciddi bir şekilde düşünme ve son on yılın ciddi bir analizini yapma vakti gelmiştir. Bu yapılmaksızın bu konulara doyurucu cevaplar vermeksizin önümüzdeki süreçte atılacak adımların bir anlamı olmayacaktır. (YE/EK)