*Atlas Sarrafoğlu, İstanbul'daki sel baskınında bu fotoğraf paylaşmıştı.
Merhaba ben Atlas Sarrafoğlu, 12 yaşındayım ve iklim aktivistiyim.
Bianet'te bana ayrılan köşede sizlere İsviçre'nin Lozan şehrinde yapılan ve basınla birlikte 500 kişinin iklim krizini ve Fridays For Future'un geleceğini, strateji ve taleplerini tartışmaya geldiği SMILE (Summer Meeting in Laussane/Europe) organizasyonundan bahsedeceğim bu kez.
31 Temmuz'da başladığımız bu yolculukta maalesef ki Cenevre'ye kadar uçmam gerekti (buna özeleştiri deniliyormuş).
Bunun nedeni ise şöyle; tren ile seyahat etmeyi seçseydim yolculuğum yaklaşık 5 gün sürecekti.
Artık sadece trenle gideceğim!
13 yaşındaki bir aktivist olarak, bu yolculuğun benim için biraz zor olduğuna karar verdik. Ama iki sene sonra grupla (annem olur, aktivist arkadaşlarım olur...), 18 yaşıma geldiğimde ise tek başıma tren yolculuğu ile İsviçre'ye gideceğim.
Bu yolculuğun sonrasında kendime bu sözü verdim. Yapacağım!
Sonuç olarak, ben de üzülerek iklim krizinin tartışıldığı yere uçmak zorunda kaldım. Uçak yolculuğum yaklaşık 3 saat sürdü.
Size ufak bir bilgi:
Bu 3 saatlik kısa yolculuk benim 0.713 ton karbon salmama neden oldu.
Türkiye'de kişi başına düşen karbon salımı ise 5.9 ton. Siz de yaptığınız yolculuklar yüzünden ne kadar karbon salımına neden olduğunuzu bu adresten hesaplayabilirsiniz
Lozan sokaklarında ilk dikkatimi çeken şey sakin ve çok temiz olmasıydı. Arabalar mutlaka yaya geçidi olmasa bile durup yol veriyorlar. Kendimi güvende hissettim bundan dolayı.
İnsanları da oldukça yardımsever ve kibardı, konuştuğumuz kişiler bizimle de çok ilgiliydiler. Yakamızdan hiç çıkarmadığımız yaka kartlarımızdan dolayı hemen hemen herkes bizim SMILE için orada olduğumuzu biliyor ve ilgi gösteriyordu.
Meğer gazetelerde bayağı haberimiz çıkmış, ondan dolayı biliyorlarmış.
Lozan'da her yere metroya gidebildik
Lozan'da hemen her yere metro ile gidebildik, alt yapısı oldukça iyi idi. Kampta olduğumuz günlerde sadece üç gün oldukça sıkı yağmur vardı.
Geceleri normalde soğuk olurmuş ama bizim orada olduğumuz zamanlarda gece göle girebileceğimiz kadar sıcaktı.
Eh ne diyeyim, iklim krizinden burası da etkilenmiş. Evinde kaldığımız evin babası bahçelerindeki çimlerin bu sene ilk defa kuruduklarından şikayet ediyordu, normalde hiç böyle olmazmış.
Lozan ile ilgili tek şikayet edebileceğim şey ise fiyatlarıydı. Annem Türk Lirası'nın değer kaybettiğinden dolayı böyle dese de orada yaşayanlar da pahalı olduğunu söylediklerine göre bir gerçeklik payı var söylediğimin.
İsviçre köyleri ve geri dönüşüm
Annemin bir arkadaşı ile İsviçre programlarımız aynı olduğu için SMILE'a katılmadan önce onun 'Gstaad bei Gsteik' diye bir köyde bulunan evinde kaldık bir kaç gün boyunca ve Heidi gibi çizgi filmlere konu olan İsviçre köylerini gezdik.
Köyler şehirden çok farklıydı. Şale denilen ahşap evler dağların yamaçlarına yapılmış ve yoğun bir yapılaşma halinde değildi.
Köylerde İsviçre'nin sembollerinden biri olan inekler ise oldukça fazlaydı. Sütleri de beslendikleri otlardan olsa gerek, oldukça yoğun.
İsviçre'de ineklerine çok önem veriyorlar.
Onları süslüyorlar ve arada da güzellik yarışmalarına sokuyorlarmış. Hayvanlara verilen değer beni sevindirdi.
Köylerin dışında büyük geri dönüşüm alanları vardı. Alüminyum, kağıt, plastik, şişe için farklı konteynırlar var. Eğer geri dönüşümünüzü oraya atmazsanız, çöpünüzden geri dönüşüm yapılabilecek malzeme çıkarsa, para ceza veriyorlar.
Bir de araba içinde beklerken kontağı açık tutamıyorsunuz. 1 dakikadan fazla çalışırsa arabanız, yine ceza geliyor. Halk birbirini polis gibi izliyor. Bir hata yaptığınızda hemen uyarı geliyor.
Annemin arkadaşına bizi evinde ağırladığı için teşekkür ettikten sonra bir sonraki durağımız olan Lozan'a geçmek için yola koyulduk. 3 tren değiştirerek Lozan şehrine vardık.
İlk olarak Lozan Garı'nda bizi karşılayan SMILE ekibi ile tanıştık. Bize yemek fişlerimiz, gerekli bilgileri ve yaka kartlarımızı teslim ettiler. Hemen sonrasında da bizi etkinlik sırasında ağırlamaya gönüllü olan ailenin evine gittik.
Eve gidince üç çocuk ile tanıştık. Birlikte yemek yedik ve hemen evlerinin yannda olan eve yerleştik. İki katlı ve gayet geniş bir evdi.
Gece güzel bir uyku çektikten sonra, ertesi sabah kalktık ve yola koyulduk ev Lozan Üniversitesi'ne çok yakındı.
Üniversiteye vardığımızda ilk yaptığımız şey ekmeğe reçel sürmek oldu, yemekler vegan olduğundan dolayı Türkiye'deki kahvaltılara benzeyen hiç bir şey yoktu.
Greta karşımdaydı!
Fakat sonra hayatımdaki en mutlu edici olayı yaşadım. Kelimelerim ağzımdan yavaşça çıkıyordu. Gözlerim karardı ve sevinçten ağlamamak içi kendimi zor tututtum.
Çünkü Greta Thunberg karşımdaydı. İklim hareketlerine onun videolarını izleyerek başlamıştım. En büyük hayalim işte o an gerçekleşmişti.
İlk kez onunla birazcık da sohbetim olsun diye "günaydın" dediğimde bana kafa salladı ve bütün sabah bunun şokundan çıkamadım. Ben zayıf yapıdayım ama Greta 16 yaşında olmasına ragmen, benden de küçüktü. Oysa yaptıkları ne kadar da büyük!
Kahvaltı etmek için bir masaya oturduk. Sanırım Moldovyalı bir kıza Greta'nın burada olduğunu söyledim. O ise bana humus isteyip istemediğimi sordu.
Herkes çok heyecanlıydı fakat herkes soğuk kanlı davranmaya çalışıyordu çünkü öncesinde uyarılıp ona herhangi bir katılımcı gibi davranmamız söylenmişti. İçim içime sığmıyor teriminin ilk defa ne anlama geldiğini anladım.
Günün akışında katıldığım ilk etkinlik açık forum oldu.
Hepimiz kendimize göre önemli bulduğumuz farklı konular üzerinde tartışma yapıyor ve sonra o konular hakkındaki yorumlarımızı uygun renkteki yapışkanlı kağıtlara yazıyorduk.
Sonra ise en ilgi çeken yorum okunuyor ve katılımcılar arasında bu yorumlar strateji ve talepler çalışma gruplarına göre ayırılıp oylanıyordu. Tanışma ve brainstroming ile dolu İlk gün böylece bitti. Yaklaşık 11 saat süren yorucu bir günün ardından yatağa girip uyudum.
"Okul yerine neden greve gidiyorsun?"
Ertesi gün neredeyse her şey daha ciddiydi fakat Cuma günü yapacağım konuşma için özel bir grup ile çalıştık. Ayrıca belirlediğimiz her farklı konuda, farklı gruplarla çalışmamız dolayısı ile farklı ülkelerden bir çok genç activist ile tanışıp, kaynaşma olanağım oldu.
Gün içinde aktivistler arasından seçtikleri, Greta'nın da dahil olduğu benimle birlikte 8 kişi ile ilgili bir "No Words Needed/Söze gerek yok" kampanyası için fotoğraf çekimlerimiz yapıldı.
Bana en çok gelen soru olan "Greve gitmek yerine neden okula gitmiyorsun?" sorusuna benim cevabım da aşağıdaki fotoğrafta görüldüğü gibiydi.
Çarşamba günü taleplerimizi belirlediğim gündü ve bu konuda açık forumda bir fikir anlaşmazlığı yaşandı. Bir grup sadece iklim adaleti talep edilmeli derken öbür grup ise diğer taleplerimizin de göz ardı edilememesi gerektiğinde ısrar ediyordu.
O gün Greta ile en fazla bir araya geldiğimiz gündü.
Çalışma gruplarının en çok bir araya geldiği yer yemek yediğimiz alandı. Önünde kocaman bir çayır ve sonrasnda göl vardı.
Sloganlarımız ve şarkılarımız
Bir araya geldiğimiz her an hepimiz el ele tutuşuyor "Hey ho, take me by the hand. Strong in solidarity we stand. Fight for climate justice, fight for climate justice" (Hey ho, elimi tut. Dayanışmamızla güçlüyüz. İklim adaleti için mücadele et.) ile başlayıp, "Ciao Bella" ile bitiriyorduk. Öğrendiğim sloganları keşke Türkçe'ye çevirebilsek!
Çarşamba öğleden sonra Lozan şehrini dolaşmaya çıktık ama yine içimizde bir heyecan; akşama şehrin göl kenarındaki meşhur parklarından birinde 'die-in' yapacaktık. Biraz zamanımız olduğu için şehri gezmeye can atıyordum.
Lozan'ın önce meşhur katedraline gittik. Muhteşem bir tepede yer alıyordu. O tepeden çatıları açık kahverengi olan Ortaçağ evlerini gözleyebiliyorsunuz.
Neredeyse hala orta çağda yaşadığınız hissini veriyor şehir. Katedralin etrafında biraz dolaştıktan sonra karşımıza devasa simsiyah bir kale kapısı çıktı.
İçeriye girdiğimizde atmosfer beni yine orta çağa götürdü. Hani kiliselerde olan renkli camlar olur ya onlardan kapı üstlerinde ve katedralin üst kısmında bol bol vardı. Tabii ki her kilisede olduğu gibi devasa bir kilise orgu da vardı.
Katedralin yanında Lozan'ın tarihini anlatan bembeyaz dekoru ile Lozan Tarih Müzesi'ni bulduk. Lozan zamanında meğer moda merkezlerinden biriymiş.
Bundan dolayı birinci katta sadece Lozan'ın kuruluş zamanlarından itibaren tarihi boyunca moda olan giysiler ve o giysilerin hammadesi olan deri ve kumaşlar sergileniyordu.
Bir ekranda 1600'den 2019'a kadar kullanılan giysilerin kadın ve erkek modeli olarak gösterimleri vardı. Üst kata çıktığımızda Lozan'ın kocaman bir maketi vardı. Bu maket kilden yapılan Ortaçağ binaları ile döşenmişti.
Arkasında dev ekranda tarihi anlatırken maket üzerinde de bahsedilen bölümler ışıklandırılmıştı. Ben bundan çok etkilendim. Yine aynı ekranda, istediğin zamanı ve mekanı seçip değişimleri görebiliyorsun.
Ne istiyoruz? İklim adaleti!
Akşam 7'de buluşacağımız parka geldik. Göl kenarında biraz muhabbet sonrasında caddeden görünen tarafına geçtik parkın. Karşımızda kocaman eski çağlardan kalma bir kilise vardı.
Kilisenin çanları akşam 8'de çalmaya başladığında daha önce hepimiz de anlaştığımız üzere düşüp ölmeye başladık. (durun! Merak etmeyin, ölme eylemi bu, gerçekten ölmedik yani.)
Bu eylemde dünyada bulunan yaşamların ölümünü temsil etmek amaç, bu konuda duyarlılığa davet etmek bizi görenleri... Sonra megafondan bir ses;
What do we want? (Ne istiyoruz? Biz: Climate Justice, (İklim adaleti) Megafondan ses: When do we want it? (Ne zaman istiyoruz?) Biz: Now... (Hemen şimdi) naraları ile yerde yatmaya devam ettik.
Kalkarken ise hepimiz bir ağızdan; Oceans are rising, so are we (Denizler yükseliyor, biz de) sesleri ile dirilmeye başladık.
Sonrası ise kalabalık olmanın ve tek ses olmanın heyecanı idi. Lozan bizi dinliyordu. Biz iklim adaleti istiyorduk. O heyecanla sonunda hepimiz kendimizi havuza attık.
Zaten şiddetli bir yağmur başlamıştı eylememiz başladığında, dolayısı ile ıslanmakla ilgili çok sorun yaşamadık. Nasılsa ıslaktık, nasılsa gençtik, nasılsa iklim adaleti için sesimizi duyuruyorduk. Günün sonu da böylece gelmiş oldu.
İklim krizin arttıkça başımıza gelecekler beni korkuttu
Perşembe günü ise hemen gün programına baktım ve bir de kimi göreyim.
Extinction Rebellion "Yokoluş İsyanı"nın kurucusu Roger Hallam ile sabah konferansı.
Yetişmek için koştum ve başlamadan yetiştim. Evet bilgilendirici bir konferans bekliyordum ama tokat yemiş gibi oldum konferans sırasında.
Yaklaşık üç saat boyunca ayaklı bir iklim mağduru, aktivist, bilim insanı, çevreci gibi farklı karakterleri içinde Hallam'ı dinledik.
Yokoluşumuzun kaçınılmaz olduğunu vurgularken; buzullar eridiğinde geri dönülmez nokta başlamış olacak, karalar ısınacak, permafrosttan metan gazları açığa çıkacak, atmosferdeki karbon gazı artışı insanların yaşayamayacağı noktaya gelecek diye anlatıyordu.
Üstelik denizlerin yükselmesi gibi bir tehlikeden çok da korkamamız gerektiğini söylediğinde iyice şok yaşıyordum artık; denizler yükselmeden önce kuraklık, açlık ve göçlerle mücadele etmek zorunda kalacağız.
Ekonomik ve sosyal çöküş insanlığın sonunu getiren başlangıç olacak diyordu. Bu kadar şok bana yeterdi. Karar alıcılar, fosil yakıt lobisi sesimizi duyun diye bağırmak istedim.
"Kaz Dağları hepimizin!" videosu
O sabah FFF Türkiye olarak beraber kampa katıldığım arkadaşım Selin Gören, Greta ile birlikte IPCC raporunun açıklanmasının hemen ardından raporun yazarlarından olan bir profesör ile buluşmaya gitmişti.
Bildiğiniz gibi bu günlerde Kaz Dağlarında muazzam bir çevre katliamı yaşanıyor. Bunun için Selin, Greta Thunberg'e Türkçe olarak "Kaz Dağları Hepimizin!" dediği bir video çekti yolda. Bunu yaptığımıza çok mutlu olduk.
Grev günü geldi çattı. Metroda bir kaç katılımcı ile günün nasıl geçeceğini konuştuk. Herkes olaya pozitif bakıyorlardı. Okula vardığımızda deklarasyonumuz onaya hazırdı, tüm çalışmalarımız sonucunda kocaman bir gelecek önümüzdeydi artık.
Öğleden sonra yola çıktık. Metro çıkışında grevciler slogan atmaya başlamıştı bile. Toplanmamız çok çabuk oldu. Hemen ben de katıldım fakat konuşmam olduğu için beni en öne aldılar hemen grev grubunu motive etmeye başladım.
Fakat Lozan polisi oradaydı. Biz de onlara görünce "Hangi cehennemde bu hükümet" diye bağırdık. Sıcaklık 33˚C'ydi. Gölge yoktu, üstelik kalabalıktık ve çok heyecanlıydık.
4000 kişi bir araya gelmiştik. Benim için bu duygu bir ilkti. Hepimizin suratı sıcaktan pancar gibiydi ama çok mutluyduk. Lozan sokaklarında yürürken herkes bizim videolarımızı ve fotoğraflarımızı çekiyorlardı. Basından da büyük ilgi vardı.
Konuşmamızı yapacağımız parka vardığımızda sahneye doğru ilerledik ve hemen sahneye çıktık.
Benim gibi yedi kişi daha konuşma yaptı. Normalde hazırladığım konuşmam daha uzundu ama zaman sınırlı olduğndan ve sıcakta daha fazla kimseyi tutmamak için konuşmayı biraz kısaltmak zorunda kaldım. Normalde konuşmam aşağıdakiydi:
İklim felaketleri çocukları öldürüyor
Merhaba ben Atlas Sarrafoğlu, 12 yaşındayım ve iklim aktivisitiyim. Türkiye'den geliyorum. Bana ayrılan bu kısa sürede size bir hikaye anlatmak istiyorum. Geçtiğimiz Ocak aynın son günlerinde Türkiye'nin
Antalya şehrinde bir hortum meydana geldi. Bir portakal bahçesinde çalışan 13 yaşındaki çocuk bir sezonluk tarım işçisi öldü. Adı Berivan Karakeçili'ydi.
Patronları o sırada işçilere "Gökten taş yağsa bile çalışacaksınız" diyordu.
Hayatında ilk defa gördüğü hortum karşısında şok olan Berivan'nın kafasına çatıdan kopan saç bir levha çarptı ve onu öldürdü. Gelir adaletsizliği yüzünden orada olan Berivan'ı iklim adaletsizliği öldürdü.
Ayrıca bu sene Türkiye'de sellerde 15 yaşındaki Ceylan, 11 yaşındaki Musa, 4 yaşındaki Pınar, 7 yaşındaki Sinem, 3 yaşındaki Kaan, 10 yaşındaki Funda, ve 11 yaşındaki İsa hayatlarını kaybettiler.
Dünyada iklim felaketi yüzünden ölen çocukların sayısı her geçen gün artıyor. Bence biz çocuklar bunu durdurmak için grev yapıyoruz.
İklim adaletsizliği önce fakir ülkeleri ve savunmasız insanların canına mal oluyor. Biz çocuklar bir araya gelerek bunu durdurabiliriz.
Greta'nın dediği gibi dediği gibi değişim başladı. Sadece geleceğimizi değil bugünümüzü de kurtarmak için harekete geçtik ve bunun için sizlere teşekkür ediyorum.
Kampta çok şey öğrendim
Konuşma sonrasında ise göl kenarındaki parkta şahane bir eğlence vardı.Hep beraber göle girdik, dans ettik. Koca bir hafta sıkı çalışmamızın acısını çıkardık.
Bir de tabii tanıştığımız ve arkadaş olduğumuz başka ülkelerden arkadaşlarımızdan ayrılmamız için artık saatler kalmıştı.
Hırvatistan, Danimarka, İran, Lübnan, Hollanda, Meksika, İspanya, Portekiz, Litvanya, Moldova, İsveç, Estonya, Sırbistan, Rusya, Polonya, Fransa, Avusturya, Almanya, Kıbrıs, Yunanistan, İsviçre, İngiltere, RomanyaIrlanda, Italya gibi ülkelerden aktivistler tek ses olmuştuk. Ayrılık zordu. Nasıl ayrılacağız diye düşünürken, gök yarıldı.
Şiddetli bir yağmur başladı. Kaçacak yer fazla yoktu. Dağıldık. Bir dahaki buluşmamıza kadar yazışmaya, konuşmaya, tartışmaya devam edeceğiz.
Bu kampta çok şey öğrendim ama en önemlisi de 38 farklı ülkeden farklı yaşlar, farklı kültürlerden gelmemize rağmen yapacaklarımızın daha çok olduğu ve birlikten güç doğduğuydu.
Döndükten sonra 20 Eylül'deki büyük iklim grevinin hazırlıklarına daha büyük bir motivasyonla başladım. Devam ediyorum.
Bizden ayrılmayın... (AS/PT)