Öyle tarihler vardır ki her yıl günlerce önceden insanın yakasına sarılır, coşkun bir gelecek beklentisinin ortasına elem dolu bir kaybın gölgesini düşürüverirler.
İşte böyle günlerdir 31 Mayıs, 30 Mart ve 6 Mayıs. Takvimler yine 6 Mayısa yaklaşırken, 38 yıl önce insafsızca koparılıp ezilen üç isyan çiçeğimizin hatırası yine yüreğimi dağlıyor.
Deniz...
Deniz Gezmiş'i fazla tanımazdım. Biz Sosyalist Fikir Kulübü (SFK) olarak ODTÜ'de mücadele ederken, Deniz'in önderlik ettiği Devrimci Öğrenci Birliği (DÖB) de İstanbul'da antiemperyalist öğrenci hareketinin başını çekiyordu.
Deniz'i sırf o dönemden tanıyan ve bu genç devrimcinin 23 yaşında Ankara'ya geldikten sonraki gelişimini bilmeyenler, daha sonra ona ulusalcı, hatta ittihatçı diye iftira etmiş ve ne yazık ki bir kısım gençleri buna inandırabilmişlerdir.
Elmalı'daki toprak işgallerinde, Ürdün'deki Filistin kamplarında hep farklı zamanlarda bulunduk. Deniz sonunda ODTÜ'ye yerleştiğinde ise, artık farklı siyasi hareketlerdeydik.
O yüzden onunla tanışıklığım güler yüz ve merhabadan öteye gitmedi. Kendi açımdan hep hayıflandığım bir şeydir.
Hüseyin...
Hüseyin İnan tanıdığım en kararlı devrimcilerden biriydi. Nice iddialı teorisyeni cebinden çıkaracak kadar kavrayışlı ve bilgili olmasına rağmen alçakgönüllülüğü hiç elden bırakmadı.
Haliyle tavrıyla insana güven telkin eder, davranışıyla da o güvenin boşa olmadığını kanıtlardı. Kürtçe bilmeyen bir Kürt'tü. Ateistti, fakat içinden geldiği Aleviliği ve Alevi kültürünü ciddiye alırdı.
Ona "Dede" derdik hep, biraz Aleviliğine takılmak için, ama daha çok saygımızdan. Bana eğitim için Filistin kamplarına gitmeyi teklif ettiğinde tereddütsüz kabul etmiştim.
Dönüşte yakalandık ve 11 kişi Diyarbakır Cezaevinde 8 aydan fazla aynı odada yattık.
Yaşı herkesten küçük olmasına rağmen, hepimiz son sözü söylemeye yetkili görürdük onu. Hep ağırbaşlı ve güler yüzlüydü. Ama sululuktan hoşlanmazdı. Kendini rahata alıştırmamaya çalışırdı.
Öfkelendiğini pek ender gördüm. Kızdığı zaman bile arkadaşlarını kırmazdı. Göz göze gelince, kara gözlerinin ardında yanan ateşi görmemek mümkün değildi.
Yusuf...
Yusuf Aslan 6 Mayıs şehitlerinin en iddiasızı ve benim yakın bir dostumdu. Onunla devrimci heyecanların yanı sıra birçok sıkıntımızı, efkârlı ve neşeli zamanlarımızı da paylaştık.
Hep iyimser, her zaman öğrenmeye istekliydi. Ben Diyarbakır'da hapisteyken annemi babamı her fırsatta aramış ve ilgilenmişti.
Aradan yıllar geçtikten sonra bile annemin bazen gözleri yaşarır, ne oldu deyince Yusuf'u hatırladığını söylerdi.
Deniz, Hüseyin ve Yusuf'u anlatmak, THKO'lu yakın mücadele arkadaşlarının yanında belki bana düşmez.
Ama onlar hakkında bildiğimi ve hissettiğimi insanlara, özellikle de gençlere anlatmanın boynumun borcu olduğunu düşünüyorum.
12 Mart döneminde devrimci hareketin bağrından kükreyip fışkıran ve ilkyaz rahmeti gibi kara toprağı kucaklayan arkadaşlarımız kalbimizde ve bayraklarımızda yaşıyorlar.
Halkımıza bugün bile azim ve güç kazandırıyorlar. Ama Deniz, Hüseyin ve Yusuf'un, Sinan (Cemgil), Kadir (Manga) ve Alparslan'ın (Özdoğan), Ulaş'ın (Bardakçı), Mahir (Çayan) ve Cihan'ın (Alptekin), Koray'ın (Doğan) ve say bitmez nicelerinin eksikliği halka neler kaybettirdi... İşte bunu hiçbir zaman bilemeyeceğiz.(BB)