Diyarbakır’ın Sur ilçesindeki tarihi Dört Ayaklı Minare önünde 28 Kasım 2015’te açıklama yaparken öldürülen Diyarbakır Barosu Başkanı Tahir Elçi, katledilişinin 8’inci yıldönümünde vurulduğu yerde anıldı.
Cumhuriyet Halk Partisi İstanbul Milletvekili Türkan Elçi’nin, eşi Tahir Elçi için yaptığı konuşmanın tam metnini yayımlıyoruz.
Kırlangıç günde beş kez su içmeye inince ‘içimizde bir şeyler ölüyor’ dediğimiz, kol saatimizin kırıldığı ve yine zamanın durduğu bu yerdeyiz.
Her yıl bu kuşluk vaktinde kalbi bu minarenin altında insanlık için, adalet için, eşitlik için, kardeşlik için atanlara selam olsun. Biz zulme uğrayanlar, adalet ve vicdan arayanlar, yıkılan köprülerin altından sallarla karşı kıyılara ulaşanlar, gözlerindeki yas izlerini ve mezarlıklardan topladıkları karanfilleri suya bırakanlar, bugün bu minarenin dört ayağına dolanan yalanı yeniden sormaya geldik. Bu ülkede vatandaş olmaktan, insan olmaktan kaynaklı hakkımızı, adaleti sormaya geldik. Kullar arasında ayırım yapmadan, kul hakkı yemeden, adil olmanın bir mecburiyet olduğunu duyamayanlar!
Günde beş vakit bu minareden Allah’a sığınmaya çağıran ezan yükselir.
Kutsal sayılan bu avlunun bin yıllık kara taşına damlayan kanın izini silmekle mükellef makamlar!
Adaleti tesis etmekle sorumlu olduklarını bu sesle idrak edebiliyorlar mı?
Ezanın bizleri Allah’a sığınmak kadar, fazilete, adalete ve kul hakkına riayete davet ettiğini duyabiliyorlar mı? Bizler her yılın tekrarı gibi, bu hüzün vaktinde bir mazlumun yüzündeki masumiyeti, kederi ve kaybımızın ardındaki özlemi ifade eden bu karanfilleri, yerde yatan bir bedenle yeniden buluşturmaya geldik. Bugün yine bu çıkmazdayız.
Zulme uğrayanların derin bir uykuya daldıklarını, onların bir daha uyanmayacaklarını ve bir ülkenin karanlığında ışığı aramanın ne demek olduğunu ne yazık ki bizlere bu sokak öğretti.
Katillerin korunduğunu, saklandığı dehlizlerin karanlık ve muhkem olduğunu bizlere bu sokak öğretti.
Çocukluğumuzun, gençliğimizin geçtiği şehrimize ait kültürel, toplumsal, binlerce yıllık tarihsel hafızamızın savaşın acımasız eliyle nasıl yakılıp yıkılıp, yok edildiğini bu sokak bize öğretti.
Siz avlumuza incir ağacı dikenler, penceremizi ışıksız bırakanlar!
Bize yaşatılan zulmü unutturmak isteyenler, kötülüklerinden mahcubiyet hissetmeyenler!
Biliniz ki aradan yıllar geçse de acımız hala ilk günkü kadar taze.
Ve biliniz ki minarenin ayakları altındaki buluşmalar bizi günden güne çoğaltacak.
Çünkü biz acılarda çoğalan, acılarda bir araya gelen bir ülkeye dönüştürüldük. Ve biz acıda buluşanların, yekvücut olanların gözyaşlarının renginin, etnik kökeninin, dilinin, milliyetinin, ırkının olmadığı da bilinmelidir. Bizi balık gibi susturmak isteyenler! Biliniz ki biz adalet arayanların, zulme uğrayanların, acı çekenlerin damla damla umutlarından mütevellit, gece gündüz demeden içinde yüzdüğümüz uçsuz bucaksız bir denizimiz var. Bu denizde özgür, huzurlu, kardeşçe, insan onuruna yaraşır, şiddetsiz bir dünya hayalimiz var.
Acıya, zulme, haksızlığa, hukuksuzluğa dur diyebilmek için her yıl bu vakitlerde burada bir araya geldiğimizde uzaklardan, çok uzaklardan bir ses bizi çağırır. ‘Silah, çatışma istemiyoruz’ diyen bir ses. Zalimleri rahatsız eden, susturulmak istenen bir ses.
Bizler bu sese milyonlarca sesle ‘kahrolsun savaş’ diyerek karşılık veriyoruz. Hiç durmadan ve usanmadan ‘yaşam hakkı kutsaldır, yaşam hakkı kutsaldır, yaşam hakkı kutsaldır’ diyor ve demeye devam edeceğiz.
(VC)