Kültür ve Siyasette Feminist Yaklaşımlar Dergisi’nin “Toplumsal Cinsiyet Karşıtlığı ve Feminist Mücadele Deneyimleri” seminer serisinin ikinci etkinliği 12 Ekim Perşembe günü gerçekleşti.
Çevrimiçi etkinlikte, konuşmacılar, Södertörn Üniversitesi’nden Jenny Gunnarson Payne ve Linnaeus Üniversitesi’nden Sofie Tornhill “Neoliberalizm, Toplumsal Cinsiyet Karşıtı Politikalar ve Feminist Stratejiler” başlıklı bir sunum gerçekleştirdiler.
Örnekler
Payne ve Tornhill konuşmalarına, 1980’lerden beri artan neoliberalizmle beraber bazı feminist taleplerin, sistem tarafından, bir yandan normalleştirilirken bir yandan da araçsallaştırıldığını vurgulayarak başladılar. Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler gibi uluslararası kurumların yanında küresel şirketlerin de ekonomik büyüme, kalkınma ve sürdürülebilirlik hedefleri için bir ön koşul olarak gördükleri toplumsal cinsiyet eşitliği ve kadınların güçlendirilmesi konularında yatırım yaptıklarını belirttiler.
Örneğin, küresel şirketlerin kadınların güçlendirilmesini destekleyen, güçlü kadın imajlarının ve LGBTİQ mesajlarının yer aldığı reklamlarını bir “femvertizing” (feminist pazarlama) pratiği olarak nitelendirdiler. Bu tarz girişimlerin şirketlerin itibarını arttırmalarına hizmet ettiğini ifade ettiler. Böylece küresel şirketler için bir “kazan-kazan” durumunun yaratıldığını vurguladılar.
Toplumsal cinsiyet karşıtı siyaset
Toplumsal cinsiyet karşıtı tepkilerin yeni bir durum olmadığının ancak 1990’lardan itibaren bu tarz tepkilerin farklı biçimlerde ortaya çıkmaya başladığının altını çizen Payne ve Tornhill, toplumsal cinsiyet karşıtı siyasetin yükselişinde iki ayrı Birleşmiş Milletler konferansının öneminin altını çizdi. 1994’te Kahire’de gerçekleşen Uluslararası Nüfus ve Kalkınma Konferansı ve 1995’te Pekin’de gerçekleşen, Dünya Kadın Konferansı’nda, bazı Katolik grupların, toplumsal cinsiyetin bir hak olarak ele alınmasına karşı çıktıklarını hatırlattılar.
Bu gruplar, toplumsal cinsiyeti, Batı ve Hristiyan medeniyetine bir tehdit olarak dünyaya yayılan tehlikeli bir Truva atı virüsü olarak tasvir ediyor ve toplumsal cinsiyeti “ortak bir düşman” olarak nitelendiriyorlardı. Konuşmalarının devamında, toplumsal cinsiyet karşıtı aktörlerin toplumsal cinsiyete bakış açısını ortaya koyabilmek için Katolik muhafazakâr yazar Dale O’Leary’in kitabından aşağıdaki alıntıyı yaptılar:
"Toplumsal Cinsiyet Gündemi'ni destekleyen gruplar koalisyonunun liderleri kendilerini feminist olarak adlandırmaktadır, ancak Toplumsal Cinsiyet Gündemi'nin savunuculuğu, kadınlarla ya da temel kaygısı feminizm olanlarla sınırlı değildir. Toplumsal Cinsiyet Gündemi'ne destek, hepsi birbiriyle ilişkili ya da çıkarları örtüşen ama yine de ayırt edilebilen aktivist gruplardan gelmektedir: 1) nüfus kontrolcüleri; 2) cinsel özgürlükçüler; 3) eşcinsel hakları aktivistleri; 4) çok kültürcüler; 6) neo-Marksist ilericiler; 7) postmodernistler/yapısökümcüler. Toplumsal Cinsiyet Gündemi aynı zamanda büyük devlet liberalleri ve bazı çok uluslu şirketler tarafından da desteklenmektedir" (O'Leary 1997: 22).
Toplumsal cinsiyet gündeminin bir çifte açmaz yarattığını vurgulayan Payne ve Tornhill, küresel şirketleri de kapsayan güçlü ekonomik aktörler toplumsal cinsiyet eşitliği ve LGBTİQ haklarını ekonomik çıkarları için önemserken, feminist ve LGBTİQ hakları karşısında sağ kanat muhafazakâr seslerin yükseldiğinin altını çizdiler. Ortaya çıkan bu ikili açmaz karşısında da feminist eleştiri ve siyasetin nasıl bir cevap üretebileceği sorusunu tartışmaya açtılar.
"Mutlu bir evlilik"
Toplumsal cinsiyet karşıtı tepkilerin ve hareketlerin 1990’lı yıllara dayandığını vurgulayan konuşmacılar, toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin sağ kanat popülist ve otoriter aktörlerle “mutlu bir evlilik” içerisinde olduğunu belirttiler. “Geleneksel değerleri” ve milliyetçiliği benimseyen muhafazakâr, popülist ve otoriter yönetimlerin hızlı yükselişiyle eş zamanlı olarak toplumsal cinsiyet karşıtı hareketin de 2010’lu yıllarda yükselişe geçtiğini belirttiler.
Bu gelişmelerle paralel olarak, “demokrasi açığı”nın -kararların demokratik etkinin dışında verilmesi-, 2008 kriziyle beraber artan ekonomik eşitsizlikler ve kemer sıkma politikalarının, “sıradan insanların” mazlumlar olarak düzen karşıtı bir siyaset izlemelerine yol açtığını anlattılar. Bu nedenle de, bugün toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin, hem toplumsal cinsiyetin anaakımlaştırılması siyasetine hem de sol kanat alternatiflerin eksikliğine dair bir tepki olarak okunması gerektiğini belirttiler.
Şirket iktidarına eleştiri
Konuşmacılar, toplumsal cinsiyet karşıtı hareketlerin şirketlere yönelik eleştirilerini, Kanada merkezli Katolik web portalında yer alan -blog yazıları, podcastleri, ve haberleri inceledikleri- LifeSite’ın analizine dayanan araştırmaları üzerinden anlattılar.
LifeSite adlı web portalının kürtaj ve LGBTİQ karşıtı paylaşımlar yaptığını, toplumsal cinsiyet karşıtı diğer organizasyonlarla aktif bir şekilde ilişkilendiğini belirttiler.
Yaptıkları araştırmaya göre, toplumsal cinsiyet karşıtı hareketler öncelikle küresel şirketleri/küresel yönetişimi eleştirirken, feministleri ve LGBTİQ hareketini de şirketler tarafından desteklenen ve bu nedenle de demokratik olmayan elitlerin bir parçası olarak tanımlıyorlar.
Payne ve Tornhill, bu toplumsal cinsiyet karşıtı aktörlerin, şirketlerin “eşcinsel lobisi” tarafından yönlendirildiği, eşcinselliği normalleştirdiği ve toplumsal cinsiyet ideolojisini yaydığı konularında hemfikir olduklarını vurguladılar.
Son olarak, yazarlar, toplumsal cinsiyet karşıtı aktörlerin, feministlerin kadınların seçim hakkı olarak tanımladığı kürtaj ve korunma yöntemlerinin, küresel şirketlerin kar odaklı politikalarının bir parçası olduğuna ve kadınların sağlığına zarar verdiğine inandıklarını belirttiler.
(BÜ/EMK)