26 Ağustos'ta yayınlanan Kanun Hükmünde Kararname ile hocalarımızın hasta eşliğinde pratik yapmaları; hastaların tanı, teşhis ve tedavilerine katılmaları yasaklanmıştır. Bu, bizim eğitimimizi sekteye uğratan bir karar ve uygulamadır.
Hocalarımız hasta muayene edemediği için, hasta başında almamız gereken eğitim yerine teorik dersler almaktayız. Böyle giderse; hasta muayenesini öğrenmeden, uygulamalarını hocalarımızın gözetimi altında yapmadan mezun olacağız. Nitelikli hekim olamamaktan, bilgi ve tecrübe eksikliğine bağlı hatalar yapmaktan korkmaktayız. Bundan olumsuz etkilenecek olan ise halkımızdır. Unutulmamalıdır ki; bir doktorun yaptığı en ufak hata, bir insanın hayatına mal olabilir.
İstanbul Tıp Fakültesi bu yıl Türkiye'nin en iyi tıp fakültesi seçilmiştir. Bizce bunun sebebi; köklü eğitim geleneğimizden yetişmiş hocalarımızın yıllardan gelen tecrübeleri, dünya çapında kabul gören yayınları ve hepsinden önce sağlığa ve eğitime adanmış hayatları ile fedakar kişilikleridir. Onların bilgi ve tecrübeleri ile harmanlanmış kıymetli fikirleri ve bakış açıları; bizim eğitimimizin, dolayısıyla halkımıza vereceğimiz sağlık hizmetinin niteliğini yükseltmektedir.
Üniversite sınavında iyi bir sonuç aldığımızda İstanbul Tıp Fakültesi'ni tercih etme nedenimiz, bulunduğu şehir ya da binası değildir. Bu fakülteye nitelikli ve başarılı hocalardan eğitim almak amacıyla geldik. Tıp eğitiminin gerektirdiği şekilde; hasta görerek, hasta başında, gerçek birer hekim olarak yetişmek istiyoruz. Hocalarımızın kalitesinden, tecrübelerinden, bakış açılarından faydalanmak istiyoruz. Buna izin verilmemesi ise bizim açımızda oldukça üzücü bir durum.
Tıp fakültelerinin sıradan bir hastane olmadığı, tıp eğitiminin yegâne temeli olduğu bilinmelidir. Şu da akıllardan çıkmamalıdır ki, üniversitenin esas amacı eğitimdir. Üniversitede verilen hizmet, eğitimin kaliteli bir yan ürünüdür.
Tıp fakülteleri de, sadece hastaların tedavi edildiği sıradan birer hastane değil, geleceğin hekimlerinin yetiştirildiği eğitim merkezleridir. Gelecekteki halk sağlığının kaderinin çizildiği yerlerdir. Üstelik böyle iyi hocaları bir arada bulundurmuş kurumların sayısı oldukça azdır. Bu vasıfları ile İstanbul Tıp Fakültesi, Türk tıbbının hazinesidir. Bu hazine dağıtılmamalı, yıpratılmamalıdır.
Düzenleme ve uygulamalarla alakalı "gürültü kopan" diğer "3-5 yer" de tıpkı bizim fakültemiz gibi seçkin birer hastane ve eğitim kurumudur. Bu kurumları üstün yapan da onları kuran ve geliştiren hocalardır. Bu hocaların kaybedilmesi halinde yeni istihdamlar yahut "hastaları yurtdışına göndermek" gibi çözüm önerileri gülünç kalacaktır.
Biz, servislerimizde yatmakta olan hastalarla görüştük. Özellikle kronik hastaların bu durumdan dolayı çok mağdur olduklarını gördük. Önceden, düzenli olarak kontrol ve tedavi oldukları profesörlere; artık muayene olamadıklarını, onlar tarafından tedavi edilemediklerini üzüntü ve çaresizlik ile söylüyorlardı.
Eğitimimiz sırasında muayene veya kontrol sırasında, her bir hastaya 20 dakika ayrılması gerektiğini öğrendik. Bugün, performans sistemi sebebi ile bu süre 2-3 dakikaya indirildi. Sonuçta doktorlar; hastanın yüzüne bakarak konuşmak, dikkatle muayene etmek gibi tıp hizmetinin temel gereklerine uymamakta; bunun yerine çoğunlukla gereksiz olan tetkikler isteyip hem devletimizi hem de hastayı istemeden zarara uğratmaktadırlar.
Bu sorunlar günlük gibi görünse de, uzun vadede; niteliksiz ve eksik yetişmiş hekimler, tedavileri eksik ya da yanlış yapılan hastalar, astronomik sağlık giderlerinden beli bükülmüş bir ekonomiden müteşekkil, bir hüsran tablosu ortaya çıkacaktır.
Biz bu olaylara duyarsız kalmak ve niteliksiz hekim olmak istemiyoruz. Bu nedenle önlüğümüzün üzerine mavi kurdele takıp "Tıp eğitimi hastayla olur" diyoruz.
İstanbul Tıp Fakültesi Öğrencileri (HK)
http://tipogrencilerindenacikmektup.blogspot.com