*DR. Ali Bektaş, koronavirüs testleri üzerinde çalışıyor.
Amerika Birleşik Devletleri'nin (ABD) California eyaletindeki Oakland Genomik Merkezi'nde çalışan moleküler tespit uzmanı Dr. Ali Bektaş, koronavirüs ile ilgili yeni soru işaretlerimizi, teslerin nasıl işlediğini ayrıntılarıyla anlattı. Hemen ona geçelim...
Şu anda bildiğimiz kadarıyla testler üzerinde çalışıyorsunuz. Çalışmalarınız ne aşamada?
Evet, uzmanlık alanlarımdan biri moleküler tespit yöntemleri. Dahası bu tekniklerin yaygınlaştırılması, ve benim gibi uzmanların kontrolü dışında halkın kendisi tarafından yapılabilir hale getirilmesi.
İçinde bulunduğum kısıtlı bir akademik cemiyet uzun süredir bu tür teknolojileri geliştirmek ve daha da basitleştirmek üzerine kafa yoruyor.
Pandeminin başlaması ve haliyle bununla baş edemeyen test altyapısının çökmesi bir çok biyoloğun bu tür alternatif test paradigmalarını keşfetmesine yol açtı.
Aslında, sermaye eksenli merkeziyetçilik yerine halk sağlığı eksenli dağıtım (decentralization), bir politik duruşun ötesinde bir gereksinim.
Birbirine zıt iki test paradigması var
Moleküler biyolojinin demokratikleşmesinin gerekliliğini içinde bulunduğumuz durum açıkça ortaya koyuyor. Birbirine zıt iki farklı test paradigmasını karşılaştırarak netleştirmeye çalışayım.
A. Merkezi ve bireye yönelik moleküler testler:
- Talebin yüksekliği karşısında çöken, merkezi darboğazlar oluşturan laboratuvarlar. Pandemi gibi ansızın gelişen durumlar dışında yüksek bir talep olmadığı için sermaye tarafından kapasitenin artırılması için yatırım da yapılmıyor. Halk sağlığı ve moleküler biyoloji de özelleştirmenin getirdiği baskılara yenik düşmüş. Testler ise özellikle bireylerin taranması için geliştirilmiş. Mesela "antikor testi"olarak anılan, evde yapabilen testler hem hassaslık seviyesinde sınıfta kalıyor hem de fahiş fiyatlara satılıyor.
B. Dağıtık, topluluklara yönelik moleküler testler:
- Her mahallede, okulda, kültür merkezinde vs. moleküler test kapasitesi. Salgın hastalık ve epidemiyoloji biliminin öğrettiği doğrultuda bireylerin taranması yerine havuz örneklemesi (pooled sampling) ile topluluklar taranıyor. Kar güdüsü yerine halk sağlığı önemseniyor, biyoteknoloji şirketlerinin patentleri kaale alınmıyor, gerekli kimyasallar yine dağınık bir ağ tarafından üretilip sağlanıyor.
"Çalıştığım test 1 saate sonuç veriyor"
Görünen köy kılavuz istemez, "A" şu an içinde bulunduğumuz durum, "B" ise politik olarak ütopik görünse de teknik olarak mümkün.
Mesela benim bizzat üzerinde çalıştığım test yöntemi (bilenler için RT-LAMP (Reverse Transcription- Loop Mediated İsothermal Amplification – Geri Transkripsiyon – Halka Araçlı Isothermal Amplifikasyon), test başına 1 dolara mal oluyor ve sonuçlar 1 saatte belli oluyor.
Hassasiyeti ise "PCR test'" ile ayni seviyede ve patentlere tabi değil. Araştırma geliştirme açısından içinde bulunduğumuz aşama seri üretime geçiş aşaması. Tabii bir yandan sürekli yeni fikirlerin tasarıma eklenmesi ve tıbbi onayı.
"Türkiye'nin son vaka verileri skandal"
Türkiye'deki test sistemini nasıl buluyorsunuz?
Çok yakından takip edemesem de kötü buluyorum. Öncelikle verilerin şeffaflığı konusunda kötü bir sınav verildiği aşikar. "Hasta" sayısından "vaka" sayısına geri dönüldüğünde ortaya çıkan skandal ortada.
Dahası yeterince test yapılmadığı bariz. Gerçek COVID-19 vefat sayılarını öğrenmek için geçmiş yıllardaki vefat sayılarını bu senekilerle karşılaştırmamız ve ek ölüm hesabı yapmamız gerekmesi tam bir absürdlük.
"Testlere herkes erişebilmeli"
Bu testler cenazeler üzerinde bile yapılmalı; eğer salgının yaygınlığını tam olarak kestiremezsek salgınla baş edemeyiz.
Ayrıca testler ücretsiz olmalı, her isteyen istediği zaman test olabilmeli, hastane hatta sağlık ocağına gidilmesi bile gerekmemeli, sonuçlar en çok saatler içinde belli olmalı ki karantina, izolasyon gibi önlemler etkin şekilde alınabilsin.
Sadece Türkiye'ye özel birşey değil bu, mesela ABD'deki durum da fena, iki hafta sonuç bekleyen insanlar var.
Yeni mutasyon: "Hipotezler kanıtlanmalı"
Şu ana kadar Sars-Cov-2 virüsünün 4.000'den fazla mutasyonu tespit edildi. Evrimsel biyoloji açısından da bu normal görünüyor. Peki İngiltere ve Güney Afrika'da tespit edilen yeni varyantların farkı ne?
Evet, son haftanın COVID-19 gündemine hakim olan konu bu. Neyse ki durumu açık ve net izah edebilen Emrah Altındiş, Çağhan Kızıl gibi biyologlar var. Bilindiği gibi bu b.1.1.7 varyantının daha hızlı yayıldığı ama daha zararlı olmadığı söyleniyor.
Bu tür haberler karşısında soğukkanlı olmak gerektiğini düşünüyorum. Haliyle, moleküler biyoloji tarihinde bu kadar kısa zamanda bu kadar detaylı incelenen bir virüs daha yok.
"Sekans fetişizmi, bilgi kirliliği yaratıyor"
Hergün farklı insanlarda bulunan yüzlerce farklı SARS-CoV-2 sekansı veri tabanlarına yükleniyor. Laboratuvarda çalışan bir biyolog olarak bu tür hipotezlerin modellemelerin ötesinde, deneysel olarak kanıtlanması gerektiğini düşünüyorum.
Bir nevi sekans fetişizmi, biyolojik bilgi kirliliğine yol açıyor.
Bu varyantın İngiltere'de hızla yayılmasının virüse özgün bir değişiklikten mi yoksa sosyal dinamiklerin salgın ile etkileşiminden mi (founder effect – kurucu etki, yani az sayıda bireylerin (virüslerin) başlattığı popülasyonun, rastlantı sonucu, çıktığı popülasyondan genetik olarak farklılaşması) kaynaklandığını henüz tam olarak kestirmek zor. Ama yakında açıklığa kavuşur gibime geliyor.
Aşı sorunsalı: İki farklı küme nasıl işliyor?
Aşıyla ilgili endişeler de var telkin edici açıklamalar da... Hangisine inanalım?
Bir defa her aşı birbiriyle eş değil. Tabii ki, biraz küçümsenerek anılan "Çin Aşısı" ya da markası ön plana çıkartılan "Pfizer aşısı" gibi tanımlamaları kastetmiyorum.
Bence bu konuda konuşulması gerekilen, aşı teknolojisi ya da platformu. Piyasaya sürülen ya da sürülmesi beklenen aşıları ben aslında iki farklı kümeye koyuyorum, merkez dogma aşıları ve klasik aşılar. Açayım:
Moleküler biyolojinin merkez dogması olarak bilinen paradigma hücrelerde DNA'dan proteine doğru (ve bu ikisinin arasında mRNA'nın aracılık ettiği) istisnasız ve tek yönlü bir sürecin olduğunu öne sürüyor.
Yani eğer siz belli bir DNA molekülünü incelerseniz, bu DNA molekülünün hangi proteinin sentezinide rol oynayacağını birebir kestirebilirsiniz. Burada anlatıyı basitleştirilmiş şekilde sundum.
Öğrencilere lisede öğretilen, medyada uzmanların düşünmeden tekrarladığı bu merkez paradigman anlatım şekli aslında daha da vahim; "genetik kod," "DNA harfleri," "hücrelere verilen komut" "şu yada bu özelliklerden sorumlu oldukları keşfedilmiş genler" vs.
DNA ve RNA'nın hangi bağlamda bulunduğu önemli
Bu paradigma aslında çoktan iflas etti ama o kadar derine işlemiş durumda ki hala genel olarak dolaşımda.
Oysa nükleik asitler yani DNA ve RNA, statik komutlar değil, hangi bağlamda (hem hücresel hem de çevresel) bulundukları çok önemli ve farklı farklı amino asitlerin üretiminde rol alabilirler.
Aşı konusuna geri dönecek olursak, Pfizer/BioNtech ve Moderna'nın geliştirdiği mRNA aşıları ile Astra Zeneca'nın ve Gamaleya'nın geliştirdiği Sputnik V adenovirus vektör aşıları nükleik asitlere dair merkez dogma tarzı bir anlayış üzerine kurulu.
Yani vücudunuza yada virüs vektörüne "komutlar" veriliyor ve hücrelerinizde bu komutlar doğrultusunda bir protein üretiliyor; bu örnekte SARS-CoV-2'nin yüzeyinde bulunan spike (çivi) proteinini.
Şimdiye kadar insanlarda kullanılmış bir mRNA aşısı yoktu, adenovirüs vektör aşıları ise çok küçük çapta Ebola için kullanıldı.
Fazla tartışılmayan başka bir konu ise (şirketlerin fikri mülkiyetine girdiği için incelemeniz aslında mümkün bile değil) mRNA'ların servis edildiği lipid nanoparçacıklar.
İki tip aşı da yüreklendirici
ABD'de bu yöntemi kullanan onaylanmış sadece bir ilaç var ve o da çok nadir görülen Corino de Andrade hastalığının "gen susturucu" tedavisi için 1000 kişiye yakın insan üzerinde, yani çok az miktarda kullanılıyor.
Klasik aşılar ise güçsüzleştirilmiş ya da SinoVac'in aşısında olduğu gibi etkisizleştirilmiş virüslerden oluşuyor. Üretimi biraz daha meşakkatli olsa da etkisi kanıtlanmış aşı platformları.
Rekombinant proteinlerden oluşan aşıları da merkez paradigma aşıları yerine klasik aşı kategorisine yerleştirmeyi tercih ediyorum, bu aşılar bireylere enejkte edilen proteini bünyenin dışında üretiyor (mesala insülin gibi) ve on yıllardır kullanılıyor.
Sadete gelecek olursak, hem mRNA aşılarının hem de SinoVac'in şimdiye kadar paylaşılan verileri oldukça yüreklendirici. Hiç değilse kısa dönemde ciddi yan etkilerinin olmadığı ortada. Ne kadar uzun ömürlü koruma sağlarlar, onu hep beraber öğreneceğiz.
Ne zaman tam olarak normalleşmeye başlarız?
DSÖ, en son açıklamasında pandeminin bitiş tarihi olarak 2021'in son aylarını öngördü , bu mantıklı bir öngörü mü?
Kehanette bulunmak çok zor bu konuda. Tamamen aşılamaya bakar.
Eğer aşılar genel kabul görürse ve ucuz veya bedavaya dağıtılırsa neden olmasın. Bana bir kış daha atlatmamız gerekecek gibi geliyor, yani 2022 baharı daha gerçekçi.
Neye dayalı bu tarih derseniz net bir cevap veremem.
"Türkiye'nin pandemiyle mücadelesini kötü buluyorum"
Türkiye'nin -takip etme fırsatını bulduysanız- pandemiyle mücadele yöntemlerini genel olarak nasıl buluyorsunuz?
Kötü buluyorum. En başta hedefin doğru konması gerekiyor; sağlık sisteminin kaldırabileceği azami vaka yükü ile sınırlandırılmış şekilde ekonominin işletilmesi değil, minimal insani kayıp hedeflenmeli.
Salgın önce katı önlemlerle bastırılmalı; yani gıda, sağlık, altyapı gibi toplumun kendini yeniden üretebilmesi için zorunlu olanlar dışındaki işlerin tamamen askıya alınması gerekiyor. Mesela inşaat, turizm gibi sektörlerin bu süreçte yeri yok.
Sonra her adımın sonuçlarının beklenip gözlemlendiği kontrollü bir açılma uygulanmalı. Sıkı taramalar yoluyla (test paradigmalarından B şıkkı) yeni salgın kümeleri hızla tespit edilip lokal karantinalar ile yangınlar büyümeden söndürülmeli.
Bu plan doğrultusunda yapılması gereken en önemli şey insanların karşı karşıya kaldıkları maddi zorluğun hafifletilmesi ve böylece geçim kaygısıyla ulaşım araçları ve işyerlerinde ortaya çıkan kalabalık toplanmaların olabildiği kadar önüne geçilmesi.
"Kiralar askıya alınmalı, gıda dağıtımı yapılmalı"
Bu çerçevede başka adımların da atılması gerekiyor, mesela kiraların, faturaların, borç geri ödemelerinin iptali ya da en azından askıya alınması, gıda dağıtımı vs. Türkiye'de ise insanların çalışma hayatı dışında kalan özgürlük alanları azami ölçüde kısıtlanıp, zorunluluk alanlarındaki faaliyetlerin yani çalışmanın sürdürülmesi yoluna gidildi.
Oysa Çin ve Yeni Zelanda gibi salgını bastırabilmiş ülkeler örnek alınabilir.
Üstelik gördük ki bu ülkelerdeki ekonomik toparlanma da salgını yönetmede başarısız olan ülkelere kıyasla daha sağlam; diğer ülkeler ikinci kapanmalar ile karşı karşıyayken bu ülkelerde hayat büyük ölçüde normale döndü.
Son olarak topluma ve karar verici merciilere vermek istediğiniz bir öneri var mı?
Yukarıdaki önerileri dikkate almalarını tavsiye ediyorum.
(PT)