Platforma çıkarmak için kalabalığı yaramadılar, omuzlara çıktı. Kafalara basa basa yetişti sahneye. Yukarı çektiler. Sahneye çıkar çıkmaz, Kürtçe seslendi kalabalığa:
"Bahar bayramınız Newroz kutlu olsun"
"Newroz" diyerek Kürtlere göz kırptı, "Bahar Bayramı" diyerek zevatı kurtardı.
En meşhur Kürt
Bu ay, "tanımadığım" meşhur bir Kürt'ü madde yapmak istedim ansiklopedime. Tanımak, ille de oturup muhabbet etmek midir, yazıyı sonuna kadar okursanız eğer, karar sizin olacak.
14 yaşına kadar nüfus cüzdanı olmadı. Bir mağarada dünyaya geldiğini söyledi. Sekiz kardeştiler, dördü kız. 60'a yakın yeğeni vardı. Babası Urfa'da ciğercilik yapardı. Ciğerci Ehmo'nun oğlu olarak bilindi.
Pavyonlarda başladı türkü söylemeye. Düğünlerde Kürtçe türkü söyledi.
Sonra İstanbul'a geldi.
Ve "Ayağımda Kundura"yı söyledi, meşhur oldu.
Urfa'da yoksul bir türkücüyken filmlerde görüp hayran kaldığı birçok kadınla beraber oldu, onlardan bir sürü çocuk yaptı, dövdü. Cemal Süreya 'nın deyimiyle kadınları "kümes hayvanı olarak" gördü.
Film çevirdi, ilk filminde kendi sesini kullandı. Sonra şivesinden utandı, dublaj yaptırdı. Aradan yıllar geçti, tekrar özüne döndü. Şimdi kendi şivesini, ondan hiç utanmadan her yerde kullanıyor. Hatta onu kullanırken, kendi kendisinin taklidini bile yapıyor.
Türküleri yoldan çıkardı
Türkücülük monoton bir iştir. Skandalı yoktur, tekdüzedir, başı sonu bellidir, salon işidir, efendilik gerektirir.
Sezgileri kuvvetli olduğu için, türküye anarşist arabeski karıştırdı, ikisini barıştırdı, hareket getirdi. Türküleri yoldan çıkardı.
Yarattığı sentezle, arabeski sosyete evlerine bile soktu. Sonra oturdu, bunun keyfim sürmeye başladı. Yeni konumu artık hem skandala, hem de sürprize açıktı.
Böylece çeyrek asırlık şöhret tarihinde, üst üste bir sürü skandala imza attı. O kadar büyüdü ki, Reha Muhtar 'a bile kafa tuttu.
Atatürk'e Hitler benzetmesi
"Almanların Hitler'i varsa, bizim de Atatürk'ümüz var"diyerek Hitler'le Atatürk'ü karıştırdığı için yaptığı basın toplantısında, bir arkadaşının hediyesi, kadranında Atatürk resmi bulunan saatini göstererek Atatürkçülüğüne belge yaptı.
Biri ona mal edilen, öteki ise ona ait iki söz kadar, Tatlıses'i bütünüyle anlatan, başkaca bir metin bulmak zor.
Bu iki söz, en az onun kadar meşhurdur. Biri "Urfa'da Oxford vardı da, biz mi okumadık?" sözüydü ki, o söylemedi.
Ancak herkes bu sözü onun söylediğini sanıyor. O da bu durumdan çok memnun. Her vesileyle bu söze sahip çıkıyor.
İnanıyorum artık kendisi de bu sözün kendisine ait olduğuna inanacak kadar, ona yabancılaşmıştır.
Urfa'da Oxford Var mı?
Aslında bu söz, Gani Müjde'nin, 1990'lı yılların başında, o zaman yeni yeni parlamaya başlayan Uğur Yücel'in tek kişilik gösterisi için yazdığı İbrahim Tatlıses skecinden alınmadır.
Sözün içindeki Demirelvari (Petrol vardı da biz mi içtik?) tınıya dikkat edin, bir mizahçının kaleminden çıktığı her halinden belli.
Ancak bu sözün Gani Müjde tarafından mı yazıldığı, Uğur Yücel tarafından mı meşhur edildiği, İbrahim Tatlıses tarafından mı söylediğinin, şimdi o kadar önemi yok.
Bu sözün asıl önemi, aslında okumuş olmak da pek matah bir şey değil, fikrine gerekçe yapılması ve cahilliği mubah gösterme aracı olarak kullanılması. İbrahim Tatlıses, şimdi bu sözü sık sık kullanıyor ve böylece birçok "kusurunu" örttüğünü sanıyor.
Kürtçe konuşmasam dilim şişer
"Günde bir kez Kürtçe konuşmasam dilim şişer" sözü ise bütünüyle ona aittir ve yıllar önce Cumhuriyet için bir söyleşi yapan Mert Ali Başarır'a söylenmiştir.
Her hakkı onundur, İbrahim Talısesçe bir sözdür ve ondan başkası kolay kolay söyleyemez. Çünkü anadiliyle ilişkisini ancak dost meclislerinde kurabilen,(Kürtçe serbestisinden sonra Beyto Can'ın "Rinda min" şarkısını söyledi. Beyto'dan sonra, ancak böyle bir sese yakışırdı; her yerde o kadar çok söyledi ki, bu türküyü Mehmet Ağar'ın bile Batman'da okumasına vesile oldu) onunla kendini ifade etme imkanından yoksun biri.
Yabancı bir dille, milyonlarca insana "dert anlatmak" zorunda kalmış, yepyeni bir arenaya, tam anlamıyla vakıf olmadığı bir dille çıkmak zorunda kalmış bir insan, ancak; kendi durumunu bu kadar özlü, net ve kısa ifade edebilir.
Peki dil nasıl şişer? Siz günde bir kez olsun kendi anadilinizi kullanmayın, bakın bakalım şişiyor mu şişmiyor mu? İsteyen denesin!
Cahilliği örtme çabası
Birinci sözde ne kadar cahilliği örtme çabası varsa, ikincisinde o kadar aidiyetini yüksek sesle ifade etme var. Birinci söz, ne kadar uydurulmuş, kurgulanmış bir söz havasını taşıyorsa, ikincisi o kadar hakikidir.
Toplumsal belleğini sözle korumak zorunda kalan bir toplumda, deng-bej meclisleri kurulur ve bu meclislerde herkes filozofça konuşur. Bu meclislere diz kırıp oturmuşluğu olacak ki, ağzından ikinci söz gibi içinde bilgelik barındıran laflar çıkabiliyor İbrahim Tatlıses'in.
Kendini, "yabancı bir dille" ifade etmek zorunda kalmış, sahneye çıktığı zaman gırtlağının ele verdiği, konuşmaya başladığı zaman şivesinden kaçamayan, köyünde kalsa dengbejadayı olacak, şehirde şöhret olmuş Kürt türkücülerin içinde şöhreti en uzun taşıyanlardan biridir İbrahim Tatlıses.
Diyarbakırlı Celal Güzelses'ten tutun da, Nuri Sesigüzel, İzzet Altınmeşe, Burhan Çaçan, Selahattin Subaşı, Mahmut Tuncer, Mahsun Kırmızıgül'e kadar; hiçbir türkücü, İbo'nun ulaştığı "mertebeye" ulaşamadı.
Bunların içinde bir tek İzzet Altınmeşe hep türkücü olarak kaldı; İbrahim Tatlıses ise arabeske türkü kıvamını getirdi.
Fırat'ın türküsünü o patlattı
Memleketin en ücra köşesine arabeski de o götürmüş olacak ki, İzzet Altınmeşe'nin _kendini bildi bileli söylediği "Fırat" türküsü, ancak İbrahim Tatlıses söyleyince herkes tarafından bilindi.
Türkü piyasasında Kürt icracıların hakimiyetini anlamak için, Şivan Perver'i bilmek gerekiyor. Şivan Perver'i bilmeden, yukarıda adını saydığım türkücülerin, neden bütün zamanların starı olduklarını, halk müziğinde neden Kürdi sesinin baskın olduğunu anlamak güçleşir.
Şivan sesini bir saksafon gibi kullanıyor ve gırtlağıyla kendini ele veriyor. Türkü piyasasında Kürtleri star yapan gırtlaklarıdır ve yeryüzünde İbrahim Tatlıses'in kıskandığı tek bir ses varsa, o da Şivan Perver'in sesidir; yine dost meclislerinde bunu kendisi söylüyor.
Cane Cane, devrimci türkü
Bu böyle olduğu için, Şivan Perver'in 25 yıldan beri söylediği "Cane Cane" türküsüne Türkçe sözler yazdı, söyledi. Türkü bir anda meşhur oldu, şimdi futbol maçlarında tezahürat aracı olarak kullanılıyor. Oysa türkü bir direniş türküsüdür:
"Cana cane, were meydane/ Dile min pir xweşe bi ve dîlane/ Dîlan e, şoreş e, herkes pe serxweşe/ Erd û esman şen bun bi ve dîlane"
(Güzel, güzel, haydi meydana koş/.Düğünün güzelliğinden/ gönlüm pek hoş,/ Devrim düğünüdür bu,/ herkes coşku içinde/ Yer gök yeşerdi,/ bu düğünün güzelliğinden.)
Yani sizin anlayacağınız bu türkünün sözlerinin, İbrahim Tatlıses'in uydurduğu, "Cane cane, işte meydani / İyi günün dostu nerdesin hani " sözleriyle hiçbir alakası yoktur. Bu türküde size geçen ezgidir, Şivan Penver'in gırtlağıdır ve Kürt müziğinin hem içe dokunan, hem yerden hoplatan tınısıdır.
Tatlıses, önceden tasarlamaz
Tatlıses'e sadece, bunu Türkçe söylemek kalmış. Bunun nasıl bir etki yapacağını da, sezgileri söylemiş ona. Onun portresini yazan Cemal Süreya, şu saptamayı yapıyor:
"Skandal, olay, yankı, Tatlıses'te önceden tasarlanmaz. Her şey olup bittikten sonra, doğal şeylermiş gibi algılar onları. Adam kaldırma, kadın dövme, Kürtçe şarkı söyleme de öyle..."
Bu böyle olduğu için, 1991 yılının nisan ayında, Kürtçe'nin üzerindeki yasağın kalkmasıyla birlikte yeni kaseti "Vur Gitsin, Yemin Ettim"e iki Kürtçe parça okuyarak bu alanda bir öncülük yapmaya kalkıştı.
Kürtçe okudu, kulağı çekildi!
Madem böyle bir dil vardı, İbo da o dili biliyordu, o vakit o dilden türkü okumak kadar "doğal bir şey" olamazdı.
Hem yakın dostu, sesine hayran Turgut Özal'dan da izin almıştı. Ancak gelin görün ki, kaseti çıktı, birkaç gün sonra birileri kulağım çekmiş olacak ki, dağıtılan kasetleri toplandı, Tatlıses de, iki Kürtçe türkünün yerine, iki Türkçe türkü okudu.
Hatta birisinin makamını bile değiştirmedi, aynı makamın üstüne Türkçe sözler okuyarak durumu kurtardı.
12 Eylül darbesine karşı Ertuğrul Özkök'ün bile imzalamadığı meşhur Aydınlar Dilekçesi'ni de imzaladı. Mahkemeye çıkınca, "Ben kooperatif için imza topluyorlar sandım, onun için imzaladım" dedi.
İşte o günlerde Cumhuriyet gazetesine verdiği bir demeçte, "Kürtçe bir kaset yaparsam, kesin 3 milyon satar" dedi. Aradan yıllar geçti, hala üç milyon satacağı kasetin düşünü kuruyor ve bir türlü o gün gelmiyor.
Dili şişmekten kurtuldu!
Son kasetine "Ridma min"ı alarak, "İbo Şov"da arada bir aynı türküyü söyleyerek, dilini şişmekten kurtarmakla yetiniyor şimdi.
Efsanesi yoktur İbrahim Tatlıses'in. Yükselişini anlatmak için uydurulan.hiçbir efsane de tutmadı şimdiye kadar.
Hiçbir şey, filmlerinde anlattığı gibi olmadı, inşaatta türkü söylerken keşfedilmedi, keşfedildiği efsanesini de kendisi yıktı.
Bilgisizliğinden utanmadı, arada bir cahilliğini kalkan olarak kullandı, ancak bu cahilliği anlatırken bile, "ben cahil başımla sizden daha becerikliyim" duygusunu yaşattı karşısındakine. Cüretini hiç saklamadı, cahil cesaretidir, ne yapsa yeridir'e verdirdi, birçok şeyi.
Sezgileri çok kuvvetli. Ve şimdiye kadar yaptığı her şeyi savunurken veya kendim anlatırken, diline bir dobralık egemen oldu, bir tek televizyon kameralarına yakalanan Asena'ya dayak hadisesinde çocuk kandırmaya kalkıştı.
Müzik yapmıyor, savaşıyor
Hepsinin üstüne, karşımıza geçip konuştukça bize bu adam içtendir duygusunu yaşattı.
Yine Cemal Süreya, "Onun için müzik bir dövüştür" dedi: "Sanki müzik yapmıyor da cephede savaşıyormuş gibi davranıyor."
Şöhretini korumak, malını çoğaltmak, servetine halel getirmemek için giriştiği savaşı, yaptığı sanatla eşdeğer tutuyor. İşletmecilikle sanatçılığı birbirine karıştırıyor. Lahmacunculuk, isotçuluk, otobüsçülük, televizyonculuk,dergicilik, radyoculuk, otelcilik mi, yoksa sanatçılık mı diye sorsanız,
"Benim yanımda 600 kişi ekmek yiyor"cevabını alırsınız.
Yılmaz Güneyefsanesini yaşatmak istedi. Hatta onun için Şerif Gören bile çalıştı. Şerif Gören, " Alişan" filminde ona bir Yılmaz Güney rolü verdi. Kürt'tü, yoksulluktan geliyordu, esmerdi, sesi güzeldi, cesurdu, hırslıydı, yetenekliydi, zekiydi ve şöhretliydi.
Yılmaz Güney olması için her şey vardı. Ancak olmadı.Çünkü sol duyusu eksikti ve bilinçsizdi.Star olmasaydı, iyi bir kebapçı olurdu.(MK/AD)