Belki de 1992 yılının Şubat ayında eski adı Etap Marmara olan Tepebaşı'ndaki otelin teras katında düzenlenmiş ve örgütleyicileri arasında yer aldığı Helsinki Yurttaşlar Derneği'nin "Kürt Sorunu İçin Barış İnisiyatifi" toplantısında veya ertesi yıl gene kurucuları arasında yer aldığı "Kürt; Aydın İnisiyatifi"nin o ünlü "Kürt Realitesini Tanımanın Gerekleri" toplantısında; belki de daha önceleri Kuruçeşme'deki meşhur Mülkiyeliler Birliği toplantılarında; hatırlamıyorum ama dönüp geriye baktığımda Ümit Fırat adı hafızamda o kadar eski, o kadar eski ki, ne kadar geriye gidersem gideyim hikayenin başlangıç anını yakalayamıyorum.
En canlı anılardan biridir; "Sevgili" filmini izlemiş, sinema çıkışında, biraz sonra adının Mehmed Uzun olduğunu öğreneceğim bir yazarla tanıştırmıştı beni; onlar da aynı filmden çıkıyordu.
1992 yılının başları olsa gerek. Birlikte yürümüş, Çiçek Bar'da bir muhabbete oturmuştuk; biraz sonra masamıza Yaşar Kaya da gelmişti.
"Özgür Gündem" gazetesini çıkarma hazırlıkları yapıyorduk. Ümit Abi'nin, Mehmed Uzun'u benimle tanıştırması, hem benim, hem de Mehmed Uzun'un hayatında bir dönüm noktasıdır. Yazar-çevirmen işbirliğimizin temelleri sanırım ilk defa o gece "Arifin Yeri"nde atıldı.
Galiba Ümit Fırat'ın bir "görevi" de bu olsa gerek; o kadar çok, o kadar çok insanı tanıyor ki, tanıdığı herkesi de bir başkasıyla tanıştırdığını düşünürsek, varın siz hesaplayın Ümit Abi'nin kurulmasına vesile olduğu dostlukların sayısını.
Eski bir özelliğidir onun. Yetişemedim ben o zamanlara; vakti zamanında Ankara'da ünlü Zafer Çarşısı'nda adım "Barış" koyduğu bir kitapevi açıyor. Kitabevinden çok bir dergâh, bir buluşma yeriymiş orası.
Kitapevinin müdavimleri arasında kimler yok ki, say sayabildiğin kadar: Ahmed Arif, Canip Yıldırım, İsmail Beşikçi, Niyazi Usta, Mehdi Zana, M. Emin Bozarslan, Feqi Hüseyin, Medet Serhat, Nurettin Yılmaz, Naci Küf lay, M. Ali Aslan, Kemal Burkay, Ömer Polat, Necmettin Büyükkaya, İhsan Aksoy, Faruk Araş, Ruşen Arslan, Şerafettin Elçi, Orhan Kotan, Mümtaz Kotan, Hatice Yaşar, Sıvan Penver, Kendal Nezan, Abdullah Öcalan, Siraç Bilgin, Ahmet Araş, Yılmaz Çamlıbel, Fikret Başkaya, Mehmed Uzun, Masis Kürkçügil, Orhan Koçak, Sadi Ozansu, Murat Belge, Emil Galip Sandalcı, Ertuğrul Günay, Cenan Bıçakçı, Taner Akçam, Melih Pekdemir, Bülent Forta, Mahir Sayın, Cemal Süreya, Tahsin Saraç, Sinan Çetin, Veysel Öngören, Hüseyin Karakaş, Ünal Küpeli, Zafer Cilasun, Uğur Dündar, Çetin Öner, henüz çiçeği burnunda bir mülkiye öğrencisi olan Mehmet Y. Yılmaz ve hatta Özdemir İnce bile; ve o yıllarda Ankara'da yaşayan yazarın, sanatçının, aydının veya yolu Ankara'ya düşmüş her Kürdün, her solcunun uğradığı bir mekân.
Bazıları orta yaşlarını süren, bazıları ünlü, bazıları henüz ünlenmemiş yüzlerce Kürt-Türk aydını, sanatçısı, siyasetçisi orada toplanır, buluşurlar; devrimcilik macerasına yeni atılmış, kitap okumaya meraklı bir sürü genç de sırf o insanlarla tanışmak üzere Ümit Abi'nin küçücük kitabevine doluşurlardı.
Hepsi de arkadaşları, kimisi hapishane, kimisi de "mücadele" arkadaşı. Bingöllü memur bir ailenin çocuğu olarak 5 Ekim 1945'te Erzincan'da doğmuş, çocukluğunu orada geçirmiş, ilk ve ortaokula orada başlayıp liseyi Bitlis'te bitirmiş; daha sonra Anka İktisadi Ticari İlimler Akademisi'nden mezun olmuş, üniversite yıllarında sosyalizm fikriyle tanışmış, aynı yıllarda "Türk değil, Kürt olduğunu" fark etmiş, 1960'lı yıllarda Türkiye İşçi Partisi'ne üye olmuş, büyük kongre delegeliği yapmış, 1969 yılında Ankara'da kurulan ve legal Kürt siyaseti açısından bir dönüm noktası sayılan Devrimci Doğu Kültür Ocakları'nın (DDKO) içinde aktif bir üye olarak çalışmış, 12 Mart 1971 döneminde, Ankara'daki ünlü "Yıldırım Bölge"de 40 gün gözaltında, keza 1972 mayısında Türkiye'den Bulgaristan'a kaçırılan ilk uçak kaçırma eylemiyle ilgili olarak düzenlenen bir operasyonda da, rahmetli Emil Galip Sandalcı'nın Çankaya'daki evinde yakalanıp Ankara Emniyet Müdürlüğü'nde kalmış; Diyarbakır Sıkıyönetim Askeri Mahkemesi'nde yürütülen DDKO davası gerekçeli kararında, mahkeme heyeti tarafından hakkında yapılan suç duyurusu üzerine açılan ikinci bir DDKO davası henüz başlangıç aşamasındayken 1974 genel affıyla da dosyası muameleden kalkmış Ümit Fırat, bir şekilde "Kürt siyasetlerinden" birine karışmış veya "solculuğa bulaşmış" herkesle dost ve ahbap olmasın da ne yapsın?
1974 Genel Affı sonrasında hapishaneden çıkan-çıkmayan Kürt aydınları "mitoz bölünmelere" uğrayarak onlarca fraksiyona ayrılırlar.
Ümit Fırat hiçbir Kürt teşkilatına katılmaz, hepsine "eşit mesafede" durmayı başarır. 1971 yılında bir sosyalist olarak okuduğu Stalin'in "SBKP (Bolşevik) Partisi Tarihi" kitabı, kendisini Troçki'nin düşünce ve tezlerine yakınlaştırır.
O yıllarda ulaşabildiği çok sınırlı bazı kaynaklan da inceledikten sonra, artık siyasi çizgisini belirlemiş ve "Troçkist" olmuştur. 1973 yılında açtığı ve 1979 yılına kadar devam ettirdiği "Barış Kitabevi" nin, her fraksiyondan, her aykırı fikirden insanın uğrak yeri olmasını Ümit Fırat, biraz da bu duruşuna borçludur. Ancak "Kürt siyasetlerinin" içinde ve aynı zamanda aykırı bir "Troçkist" olarak durması, 12 Eylül generallerinin hışmından uzaklaşması için bir neden değildi.
1982 yılında tutuklandı, 8 yıl ceza aldı, toplam 4 yıl cezaevinde kaldı. Hapishaneden çıktığında, Nevşehir'de 3 yıllık sürgün cezası daha vardı ve buna katlanmak istemediği için Türkiye'den çıkmayı düşündü. O yıl, TCK 173'ün son fıkrası yürürlükten kaldırıldı, böylece sürgün cezası da sona erdiği için Türkiye'de yaşamaya devam etti.
Türkiye dışından gelip Kürtler hakkında neler olup bittiğini öğrenmek isteyen siyasetçiler, yazarlar, insan haklan savunucuları, araştırmacılar ve gazeteciler bir biçimde onu buluyorlardı. Madam Mitterand'ın 1989 baharında Irak'ta, Saddam'ın "Enfal hareketinden" kaçıp Diyarbakır civarına yerleştirilen Kürt mültecilerin kaldığı kampları ziyaretini de o organize etmişti. (O sırada Güneş gazetesinde gazeteciliğe yeni başlamıştım.
Paris Kürt Enstitüsü, Silvanlı bir Kürt olan Remzi Kızıl' : Bayan Mitterad'm tercümanı olarak görevlendirmişti. Meğerse Remzi Kızıl Türkiye'de aranı-yormuş. Mitterand, Türkiye'den ayrıldıktan sonra farkına varmışlar.
Çalıştığım gazete, Remzi Kızıl'ın fotoğrafını birinci sayfaya basmış, aranan bir adamın elini kolunu sallayarak Türkiye'ye girip çıktığını haber verdikten sonra kocaman puntolarla "Hançerlendik!" manşetini atmıştı. Çetin Altan, manşeti atanlarla nasıl dalga geçmişti!.)
İran Kürdistan Demokrat Partisi (İKDP) Genel Sekreteri Dr. Qassımlo'nun 1989 temmuzunda Viyana'da bir suikast sonucu öldürülmesi üzerine, Kürtlerin olayı kınamaları ve bir gazetede başsağlığı ilanı vermeleri için İstanbul'da bir kaç arkadaşıyla oluşturdukları bir girişim içinde yer aldı.
Halkın Emek Partisi HEP'in kuruluş öncesi çalışmalarda bir dönem aktif olarak bulunmakla birlikte, kurucu üye olarak yer almadı. 1991 yılında, daha sonra Kürt-Kav olarak faaliyetini sürdüren "Kürt Soykırımını Önleme Girişimi" içinde aktif olarak yer aldı.
Ümit Fırat artık her vesileyle görüşlerine başvurulan, adının önünde "Kürt aydını" sıfatı bulunan "bir demokrat ve sol liberal olarak" duruyordu siyaset arenasında. "Sevgili ağabeyim" dediği ve ölünceye kadar hep katıksız bir dost olarak bildiği Ahmed Arif artık ona "Ekselans" lakabım takmıştı.
Herkesin olduğu gibi benim de "Ümit Abim"di artık. Cem Boyner'in 1993 yılında başlattığı Yeni Demokrasi Hareketi'nin içindeydi. Hareket henüz partileşmemişti, Türkiye'nin doğu ve güneydoğusundaki parti örgütlenmesinin sorumluluğunu yürütüyordu.
Cep telefonu Türkiye'ye yeni geliyordu. Bu yenilikten nasibini -ilk alanlardan biriydi Ümit Fırat. Her zaman şık kıyafetleriyle, her zaman "aristokrat" yürüyüşüyle Beyoğlu'nda bir yerde aniden çıkardı karşıma.
Mis Sokak'ta, arkadaşı Enver Sezgin'le "Beşinci Mevsim" diye bir bar açmıştı. İhtişamlı bir açılış töreniyle faaliyete başlamıştı "Beşinci Mevsim". "Beşinci Mevsim "e merdivenlerle iniliyor; hapishaneden çıkan, içinde dans uhdesi kalan, gençliğini ıskalamış olan bir çok şahsiyet, burada dans pistine çıkıyor, sabaha kadar dans ediyordu.
Dansta Ümit Fırat'ın tek rakibi vardı; Ertuğrul Kürkçü... Ama twistte ve diğer hareketli danslarda rakip tanımıyordu.
Hiçbir zaman yalnız gezerken görmedim onu. Yanında mutlaka biri veya birileri vardır ve mutlaka bir şeyler arılatıyordun Yapılan bütün o muhabbetlerin "siyasete dair" olduğunu sanmayın, içinde müthiş bir "ironi", olağanüstü bir "şakacı" ruh barındırır. Ona göre Kürt aydınları iki gruba ayrılır. Gündüz rastladıkların ve gece karşılaştıkların.
Gündüz gezenler, Ümit Fırat'ın sözlüğünde "Roj baş'çılar" (iyi günlerci), gece gezenler ise "Şev baş'çılar" (iyi gecelerci)'dır.
En ciddi tartışmaların içinde bile, mutlaka karşısındakinin "köylüce" bir hareketini hemen yakalar. Ümit Fırat'ın bulunduğu bir muhabbette, akıllara ziyan, her havadan tartışma mevzusu ise, ani bir şakayla darmadağın olur.
Başı her sıkışan, mesela bir telefon numarasına ihtiyacı olan herkes ilk olarak onu arar. Kimse de yoksa bile, nasılsa "Ümit Abi de var!" Ahmet Zeki Okçuoğlu'nun saptamasıdır, "Hiç birimiz bilmeyiz, hepimizin karılarının doğum gününü bilir Ümit Fırat!"
Karşılaştığı hemen hemen herkes ona "Ümit Abi" diye seslenir. Belki de bu kadar çok kişiye abilik yapıyor olmasındandır, başlarda sevmedim bu sıfatı, bütün yaşanmışlığa rağmen, içindeki çocukça naifliğinden, şakacı halinden, mizaha açık olmasından, espriyi hemen algılamasından olsa gerek, bir dönem sadece "Ümit" diye çağırdım; sonra utandım kendimden, yeni bir sıfat buldum ona, şimdi Kürtçe'ye Türkçe'yi karıştırarak "Kek Ümit Abi" diye çağırıyorum.
"Kek" veya "Kak" Kürtçe'de "abi" sıfatına denk gelir. Ümit Fırat, Kürt olduğu kadar Türk'tür, Türk olduğu kadar Kürt, Türk olduğu kadar aydın, Kürt olduğu kadar aristokrat.
Hiç Kürtçe bilmeden, "Kürt aydını" sıfatım bu kadar güzel taşıyan ender insanlardan biridir! Mensubu olduğu halkın haklarını, koyu bir milliyetçiliğin, ekstrem bir solculuğun, kafatasçılığa dayak bir ırkçılığın aracı yapmadan savunur.
İlk başlarda fikirlerinin bir çok kişiye sert gelmesi, düşündüğünü hiç sakınmadan söylemesinden kaynaklanır. Başkasının ağzında antipatik olmaya aday cümleler, onda akıl dolu bir fikre dönüşür.
Analiz yeteneğini, yaşadıklarıyla harmanlayarak söylemesinden olsa gerek, her söylediği bir anda özgün bir nitelik alır. Dengi olan insanlarla sıkı bir polemikte hızlıca Kürt olur, fikirlerini savunmaktan aciz "sivri" bir Kürt'e karşı hemen Türk! İyi bir sofrada, iyi şarap seçmeyi bilen bir "aristokrat" olurken, bir dans pistinde güzel bir kadının kollarında bilen bir "centilmen"...
Her şeyi okumadığı halde, çok şeyden haberdar olan ender aydınlardan biridir. Bu kadar "sivri" fikirleri, bir başkası söylese kıyamet kopar. Ümit Fırat, PKK konusunda olsun, devletin uygulamaları olsun, ne düşünüyorsa çekinmeden söyledi bu güne kadar. Çok kişi kızsa bile, nefret etse bile bazıları, yine de yiğidi öldürüp hakkını vermeyene rastlayamazsınız.
Arkadaş olduğumuzda, Teşvikiye'de bir evde oturuyordu. "Oturuyordu" dediğime bakmayın; her gece bir sürü insanı misafir ediyordu. Ülkeye dönüşün yollarının yavaş yavaş açıldığı tarihten bugüne, Türkiye dışına çıkmış bütün mültecilerin yolları, mutlaka bir şekilde İstanbul'a düşer; yani Ümit Fırat'ın evine.
Sonra, Cihangir'e, Türkiye'nin en ünlü sokağına, "Ülker Sokağa" taşındı. Yıllar sonra küçük bir evin sahibi oldu. Oturdu, buldu buluşturdu, şirin bir mekân haline getirdi evi. Mahallede herkes tanır onu.
Üst katlarda oturan "gece gezen kızlar"ın da "Ümit abisi"dir o. Şimdi önünden geçerseniz o küçük evin, penceresinin önünde her dem taze çiçekler görürsünüz. İçeride de mutlaka yatıya kalmış bir misafiri vardır. Evinin anahtarları kaç kişide var, kendisinin de bildiğinden emin değilim.
En son, 2004 yılının aralık ayında Paris Kürt Enstitüsü tarafından hazırlanan, iki yüzü aşkın Kürt aydınının imza koyduğu ve bir sürü tartışmaya neden olan "Türkiye'de Kürtler ne istiyor?" başlıklı bildiri vesilesiyle gazetelerin manşetlerine çıktı.
Söz konusu bildirinin Türkiye'de imzalanması için aktif çalışmıştı. Yaptığı şey "demokratik bir hakkın" kullanılmasıyla ilgili bir faaliyetti. Ama öküzün altında buzağı arayanlar, eski Troçkistliğiyle vurmaya çalıştılar onu. Bunu yapanların büyük bir kısmı da eski "Marksist-Leninist-Stalinistler" veya "Kemalistler"di.
Belki de bütün yaptıklarını özetleyen bir anekdotla bitirmek gerekir bu yazıyı. Bildirinin tartışıldığı günlerde, Hürriyet gazetesi manşet yaptı onu. Tanımayanlar da tanımaya başlamıştı artık Ümit Fırat'ı. Gazetede çıkan fotoğrafını gören Bilgi Üniversitesi Yayınları'nın Genel Yayın Yönetmeni Fahri Aral'ın yanında çalışan biri, gazetedeki fotoğrafa bakmış ve hemen arkasından Fahri Aral'a, "Aaa! Bu adamı her gece Saki'de görüyorum. Bütün bunları yapmaya ne zaman vakit buluyor" demiş.
Onun için hepimizin "Ümit Abisi"dir o!
Ekim ayına henüz altı ay var ama ben şimdiden, "60. yaşın kutlu olsun" diyorum Ümit Firat. (MK/BA)
* Muhsin Kızılkaya'nın yazısını Popüler Kürtür Dergisi Esmer' in Nisan 2005, 4. sayısından aldık.