İşçi-Köylü gazetesinden Suzan Zengin tutuklandıktan bir yıl sonra mahkemeye çıkabildi. Avukatına göre, hakkında hazırlanan iddianamede Zengin hakkında hiçbir somut delil yok. Zengin'in, bu ilk duruşmadan sonra Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi'nden yazdığı mektubunu yayınlıyoruz.
Bir yıl boyunca keyfi-haksız-hukuksuz bir biçimde tutuklu kaldıktan sonra, 26 Ağustos 2010 tarihinde -nihayet- ilk duruşmaya çıkabildim. (Beşiktaş 10. Ağır Ceza Mahkemesi'nde.)
Böylece tutuklandığımdan bu yana defalarca kamuoyuna açıklamaya çalıştığım gibi, hiçbir somut kanıta dayanmayan"yasadışı örgüt üyesi olduğum" iddiasına yanıt verebilme "fırsatı" yakalayabildim!
Savunmamda ilk olarak, açıkça savunduğum muhalif kimliğime ve bu kimliğime uygun olarak, uzun yıllardır yasal zeminde yürüttüğüm çalışmalara değindim, ayrıca gazeteci-çevirmen olduğumu yineledim.
Bana dönük "yasadışı örgüt üyeliği" iddiasına "kanıt" yapılmak istenen mateyallerin -sözde- "kanıtların" tümünün, yasal bir gazetenin çalışmaları kapsamında olduğunu dile getirdim, savunmaya ek olarak bunların somut delillerini de mahkemeye sundum.
* Örneğin; iddiaya kanıt yapılmak istenen telefon dinlemelerinin, gazetenin irtibat telefonu üzerinden yapılan görüşmeler olduğunu, herkese açık bir telefondan gizli bir çalışma yapılamayacağını küçük bir çocuğun bile bilebileceğini vurgulayarak, dinlenen telefon numarasının künye üzerinde yer aldığı gazeteleri savunmaya ek olarak verdim.
* "Kanıt" yapılmak istenen görüşmelerin ağırlıklı olarak sendikalarla yapılan görüşmeler olduğunu, bunun dosyada açıkça görülmesine karşın, iddianame de "belirlenemeyen" ibaresiyle yer aldığını, bu durumun bile tek başına, iddianamenin ne kadar zorlama bir mantıkla hazırlandığının kanıtını oluşturduğuna dikkat çektim.
* Avukatım dosyada açık olduğu halde, iddianamede "belirlenemeyen" sendikacıları tanık olarak dinletti. Böylece görüşmelerin kimlerle yapıldığının yanı sıra içeriğinin ne kadar sıradan (çeviri, tercüman bulma, vb.) nitelikte olduğu da görüldü.
* İddiaya dayanak yapılmak istenen iki haber- röportaj niteliğindeki yazının gazetede zaten yayınlanmış olduğunu ortaya koyarak, bunların yer aldığı gazeteleri sundum.
* Bir sendikanın, açık imzalı eylem programı, basın açıklaması çağrısı gibi sözde "kanıtları" heyete göstererek, bunların neresinde yasadışılık olduğunu sordum.
* Başkanı Filipinli olan, demokratik-antiemperyalist uluslararası örgütlenme İLPS'nin (Halkların Uluslararası Mücadele Ligi) sözde üyesi olduğum iddia edilen yasadışı örgütün "yan kolu" olduğu iddiasının komikliğine dikkat çektim.
* Yine "kanıt" yapılmak istenen gazetenin açık dağıtım-satış bilgileri, büro kirası, elektrik, telefon faturası gibi çok net görülen hesap çizelgeleri türü materyallere, kitap standı fotoğraflarına dair söyleyecek söz dahi bulamadım.
Dosyada ve iddianamede bana ilişkin "yasadışı örgüt üyeliği"iddiasına "kanıt" yapılmaya çalışılan tüm "deliller"- materyaller de zaten bunlardan ibaretti... Ve somut deliller eşliğinde açıklamasını yaptığım bu materyaller, yasal bir gazetede yasal bir çalışma olarak gazetecilik- çevirmenlik (çevirdiğim kitaplar ve Turizm Bakanlığı belgem çevirmenliğimin kanıtı olarak mahkemeye sunuldu ayrıca) yaptığımı, başka bir izahata gerek duyulmayacak biçimde açıklıyor, yasadışı bir çalışmanın söz konusu olmadığı yeterince ispatlanıyordu aslında... Ayrıca emekli olmam, 13 yıldır sabit ikamette bulunmam gibi bir durum da söz konusuydu.
Ancak, bana dönük "yasadışı örgüt üyeliği" iddiasından başka bir iddia bulunmamasına, bu iddiaya "kanıt" yapılmak istenen tüm materyallerin yasal bir çalışma kapsamında olduğunu kanıtlarıyla koymama, bunun dışında ne bir tanık, vb. durumu olmamasına rağmen, eylem yapma iddiasıyla yargılanan başka sanıkların da bulunduğu bir dosyada yargılanıyordum.
Bu durumu ben gözaltına alınıp tutuklandığım sırada öğrenmiştim. Ancak daha o zaman, ne eylem yapma iddiasıyla yargılanan bu kişilerle ne de sözü edilen eylemle bir bağım olmadığı açığa çıkmıştı.
Muhalif kimliğimi ve de muhalif bir gazetede çalıştığımı bilen polis -çünkü herkesin bildiği üzere, muhalif basın ve çalışanları her daim polisçe izlenir/gözlenir- her gün gazete bürosunda olduğumu bildiği halde, 1 yıl önce, 13 yıldır ikamet ettiğim evime sabaha karşı bir baskın düzenleyerek gözaltına almış, eş zamanlı olarak bu kişilerde evlerinden alınarak emniyete getirilmişti. Gizlilik kararı nedeniyle ancak 8 ay sonra çıkan dosya- iddianamede de bana ilişkin böyle bir (eylem, vb.) iddia yoktu, bu kişilerle aramda her hangi bir bağ bulunmuyordu. Hiç bir somut kanıta dayanmayan, zorlama bir iddianame ile "yasadışı örgüt üyesi" olduğum iddia edilmişti. Bu iddiayı mahkemede nasıl yanıtladığıma ise daha önce değinmiştim.
Bu arada benim tutuklanmamdan aylar sonra, gazetemizin bir okuru aynı dosya kapsamında işyerinden alınarak tutuklanmıştı. Ona dönük tek iddia da yine "yasadışı örgüt üyeliği" idi. Bu iddiaya dönük ise tek bir somut kanıt yoktu. Okurumuz ara sıra gazeteye telefon etmişti. Tek "kanıt" buydu. Bu da yine 26 Ağustos 'ta yapılan ilk duruşmada açığa çıkmıştı. Duruşmada açığa çıkan bir başka gerçek daha vardı ki, bu da herhangi bir örgüt adına yapılan bir eylemin söz konusu olmadığıydı.
Gerek eylem yapma iddiasıyla yargılanan sanıkların beyanları (ki bu arada polisin ve savcının kendilerine okutmadan ifade imzalattıklarını da beyan ettiler) gerekse bu sanıkların avukatlarının, dosya ve iddianamedeki baştan sona çelişik olan duruma da özellikle vurgu yaparak (örneğin dosyanın bir yerinde sözü edilen, daha sonraki bölümlerde ve iddianamede görünmeyen, delil olarak sunulamayan eylem araçları) yaptıkları savunma, ortada olsa olsa alacak-verecek meselesine dayalı adli bir vakanın olabileceğini gösteriyordu.
Duruşmada (26 Ağustos 2010) bana ne bu kişilerle ne de söz konusu eylemle ilgili tek/hiçbir soru sorulmadı. Aynı şekilde onlara da benimle ilgili tek bir soru yöneltilmedi. Zaten bana tüm duruşma boyunca, kimlik bilgisi almanın, örgüt üyesi iddiasına ne dediğim ( tek ve kısa bir cümle olarak) ve de savunmam bittikten sonra, gazetenin irtibat telefonu olan (dinlenen) telefonun numarasını doğrulatmanın dışında tek ve en küçük bir soru dahi yöneltilmedi. Buna karşın diğer sanıklara kendilerine dönük iddialarla ilgili- tümü benim dışımda olan- birçok soru soruldu.
Duruşmada, neden böyle bir dosya içinde yer aldığımı, neden bir yıldır tutuklu olduğumu, neden kendimi savunmak zorunda kaldığımı sordum.
Sorularımın cevabını tabii ki alamadım...
Mahkeme tutukluluk halinin devamına karar vererek, bir sonraki duruşma tarihini 15 Şubat 2011 olarak belirledi. Yani yaklaşık 6 ay sonraya!
Bir yılda ilk duruşmaya ancak çıktıktan sonra, bu, bir sonraki duruşma için 6 ay daha tutuklu kalacağım anlamına geliyor. Bunun anlamı her şeyden önce, hiç bir somut kanıta dayanmadan, peşin cezalandırma mantığı ile, 1,5 yıl hapiste tutulmamdır. Tabii bir sonraki duruşmada tahliye olursam... Yoksa bu süre daha da uzayabilir...
Haksız- hukuksuz tutukluluk sürem boyunca ortaya çıkan, ailemin, çocuklarımın mağduriyetinin daha belirsiz bir süre boyunca devam edeceğine, yine bu süre içinde, tedavi edilmediği için ilerleyen, hızlı kemik erimesi, hipertansiyon, ülser gibi sağlık sorunlarımın daha da artacağına ise ayrıntılı olarak değinmiyorum bile. Çünkü bunlar yaşanan gelişmeler karşısında tali kalmaktadır.
Benim keyfi- hukuksuz bir biçimde komplovari bir yöntemle tutuklanmamı, muhalif basına ve çalışanlarına (hatta okurlarına) dönük baskı- gözdağı- engelleme çabalarının bir parçasıdır.
Ezilen emekçi yığınlardan yana taraf olan muhalif basını ve çalışanlarını, emekçilerin gözünden düşürme- onlardan koparma çabasıdır.
Özellikle son dönemde muhalif basın üzerindeki baskıların ne derece arttığı, muhalif yayınlara getirilen kapatma- toplatma cezalarından, çalışanlarının herhangi bir somut gerekçeye dayandırılmadan tutuklanmalarında da görülmektedir.
Bundandır ki, onlarca muhalif basın çalışanı hala tutuklu bulunmaktadır. Baskılar bu yayınların okurlarına kadar uzanmaktadır. Bu da yetmemekte, muhalif basın ve çalışanları, bu yayınların okuru olma ihtimali olan (ki olabilirler de) kişilerin yaptıklarından dahi sorumlu tutulmaya çalışılmaktadır.
Aynı durum, çalışanı olduğum Umut Yayımcılık ve onun bünyesinde çıkan İşçi-Köylü Gazetesi, Partizan Dergisi, Yeni Demokrat Gençlik Dergisi gibi periyodik yayınlar ve çalışanları için de geçerlidir. Bunun en somut örneği ise benim herhangi bir somut kanıta dayandırılmadan gerçekleştirilen tutuklanma sürecim ve bunun sürüyor olmasıdır.
Oysa hapishaneler, mahkemeler, düzenden yana yayın yapan gazete, vb. yayınların okurları ve onların işlediği iddia edilen suçların dosyaları ile doludur. Nasıl ki bu yayınlar ve çalışanları bu durumdan sorumlu tutulamazsa, aynı şey muhalif basın ve çalışanları açısından da geçerlidir.
Son olarak diyeceğim şudur ki; sadece kendilerine "demokrat" olan, "demokrasi havarileri"en küçük bir muhalefete dahi tahammül edememektedir.
Yasal zeminde, herkesin gözü önünde olsa dahi, muhalif bir çalışma içinde olmanız, keyfi- hukuksuz ve komplocu bir yöntemle tutuklanmanız için yeterlidir.
Kısacası, tutuklanmanız için başka kanıt istemez, muhalif olmanız kafidir!
01/09/2010
Suzan Zengin, Tutuklu Gazeteci- Çevirmen, Bakırköy Kadın Kapalı Hapishanesi B/4 (SZ/TK)