Grafikte iki eksende de sıfır noktasından uzaklaştığınızda önümüzdeki ay, önümüzdeki yıl, veya on yıl, yirmi yıl, elli yıl sonra, ailenizi, yakın çevrenizi, yaşadığınız kenti, ülkenizi ve dünyayı etkileyen sorunlara doğru ilerlersiniz. Yarın sizi etkilemeyecek de olsa, önümüzdeki aylarda ailenizi, ya da gelecek yıl yaşadığınız mahalleyi etkileyecek olaylar giderek azalan oranda da olsa bir ölçüde kaygı yaratır. Ama 10 yıl sonra ülkenizi veya 30 yıl sonra dünyanın tümünü ilgilendirecek konularda ilgi ve kaygı düzeyi giderek düşer, hatta ortadan kalkar.
Seçimlerde de bu grafik tam olarak işliyor. Partilerin ve adayların vaatleriyle, seçmeni ilgilendiren konularda grafikteki durum geçerli. Seçmen kendisinin, ailesinin ya da kendini ait hissettiği grubun -meslek, etnik köken, mezhep bağı, ya da her neyse- yakın gelecekteki doğrudan çıkarlarına göre oy veriyor.
Kısa vadeli çıkarlara göre oy vermek
Bunun kavramsal ifade edilişi millet, tarih, gelenek, din, laiklik, demokrasi, insanlık gibi bir takım değerler çerçevesinde de olsa, seçmen kendisinin ve çevresinin kısa vadeli çıkarlarına aykırı bir söz duymak istemez, söyleyene oy vermez. Yani bu harcıalem değerler, her zaman ailenizden başlayarak ait olduğunuz çevrenin kısa vadeli çıkarlarıyla uyum içinde olmak zorundadır.
Almanya'da Yeşiller, uzun vadeli ve bütün insanlığı ilgilendiren ekolojik kaygılarla petrole ekstra vergi koyacaklarını ve dolayısıyla benzinin fiyatını artıracaklarını söyledikleri bir seçimde oy kaybetmişlerdi. Oysa Köln ve civarında küresel ısınmaya bağlı büyük seller yaşandıktan sonra oylarını artırdılar. Çünkü insanlar doğrudan zarar görmüşlerdi ve olay bugüne dairdi.
Mazotu ucuzlatmak değil, fosil yakıt kullanımını azaltmak
Yeşil politikalar işte ne yazık ki böyle sevimsizdir. Bütünüyle gerçeklere dayanırlar, çoğu zaman aksi iddia edilemeyecek kadar gerçekçidirler, ama kimseye gül bahçesi vaat etmezler, edemezler. Mazotu ucuzlatmaktan değil, fosil yakıtların kullanımını azaltmaktan, gerekirse yeşil vergiler koymaktan söz etmek zorundasınızdır.
Herkese bir araba anahtarı, yeni havaalanları ve ucuz uçuşlar öneremezsiniz. Otomobil sahibi olmanın bir hak olmadığı, hatta istisnai hale geldiği bir gelecekten bahsetmek, uçmaktan ve uzaklara gitmekten bir an önce vazgeçmek zorunda olduğunuzu anlatırsınız. Az tüketmekten, az üretmekten yanasınızdır.
Ekonomik büyüme ve parasal zenginlikten değil, herkesin insanca, ama basit ve sade yaşadığı, kimsenin istediği konfor ve kolaylığa sahip olmakta özgür olmadığı tipte bir adaletten söz edersiniz. Bu liste uzatılabilir elbette, ama özeti şudur: Eğer bundan 30 yıl sonra, hâlâ üzerinde yaşayabildiğiniz bir toprak, çocuklarınızın da hiç olmazsa sizin kadar olsun rahat yaşayabileceği bir dünya istiyorsanız, rahatınızın kaçmasını göze almak zorundasınızdır.
Önümüzdeki 22 Temmuz seçimlerine giren hiçbir büyük parti bunlardan bahsetmiyor elbette. Çünkü onlar zaten fail.
Bağımsız yeşil adaylar ve birkaç solcu aday hariç kimsenin küresel ısınmayla, kuraklıkla, yok edilen doğayla, yanan ormanlarla, ortadan kaldırılan doğal ve kültürel değerlerle, hayvanlarla, en önemlisi de gelecek kuşağa yaşayacak bir dünya bırakmıyor olmamızla bir ilgisi yok.
Çevre diye kodladıkları şey hala ilkokul düzeyinde bile olmayan bir dille, içi tamamen boşaltılmış bir şekilde yer bulabiliyor bütün "gri" partilerin politikalarında. Dolayısıyla bu seçimlerde seçmenin, oy vermeyi düşündüğü partinin çevre politikalarına bakıp karar vermeye çalışmasını anlamlı bulmuyorum. Bu tür bir çevreci naifliği kimseye önermiyorum. Ama yine de seçimlere ve seçim bildirgelerine yeşil bir bakış açısıyla ben baksam neye bakardım, ne önerirdim, birkaç noktaya değinebilirim:
1. Programında sürdürülebilir kalkınmadan söz eden partileri derhal eleyin. Çünkü burada sürdürülebilir kalkınma ekonomik büyüme adına yeryüzünün canına okumayı sürdürülebilir kılma anlamında kullanılmaktadır.
2. Süslü ve boş cümlelerle dolu çevre başlığına değil, enerji, sanayi, tarım, ulaştırma, turizm başlıklarına bakın. Kömür başta olmak üzere "milli" kaynaklara dayalı enerji politikalarından, nükleerden, karayollarının geliştirilmesinden, sanayi yatırımlarının önündeki engellerin kaldırılmasından bahsettiklerini göreceksiniz. Çevre konusunda ne dediklerinin bir önemi yoktur artık. Derhal eleyin.
3. İstihdam, refah, vb. adına küresel ticaretle bütünleşmiş rekabetçi ekonomi politikalarından, özelleştirmeden, sosyal güvenlik ve sağlık reformu adı altında bütün sosyal hakların ortadan kaldırılmasından bahsedildiğini, hatta bunların neredeyse bütün gri partilerin programlarının ortak noktası olduğunu göreceksiniz. Dünyanın geleceğine kasteden şey en başta bu neoliberal politikalardır zaten. Eleyin.
4. Çevre konusunda ne diyorlar diye bakıyorsanız yaşadığınız bölgede doğa katliamı yaratan, halkın rızasını almadan girişilen yatırımlar için ne dediklerine ve somut sözlerine bakın.
Kahramanmaraş'ta yaşıyorsanız bağımsız aday Ali Özdemir Pazarcık ovasındaki çimento fabrikalarına karşı çıkan tek aday. Ona oy verebilirsiniz. İzmir 2. bölgeden bağımsız yeşil aday olan Bilge Contepe, Bergama ve Efemçukuru'ndaki siyanürlü altın madenine, Çamaltı tuzlası kuş cennetinin koruma statüsünün kaldırılmasına, Aliağa termik santrali inşaatına, Allianoi'de antik kenti yutacak baraja karşı çıkıyor. Bursa'da bağımsız yeşil aday Neriman Gül Eren tarım arazisine yapılan Cargill gibi fabrikalara, Uludağ'ın yapılaşmasına karşı çıkıyor. Bağımsız yeşil adaylara oy verebilirsiniz. İstanbul'da Baskın Oran "bu büyüme çevre dostu değil" diyor, Ufuk Uras nükleere karşı olduğunu söylüyor ve küresel ısınmadan bahsediyor. Onlara oy verebilirsiniz.
5. Çevre denilen şey ne bir uzmanlık alanı, ne magazin konusu, ne de yeri boş kalmasın diye her sayfanın son satırına konulacak bir hoşluktur. Şık görünmek için ama inanmadan doğadan, ekolojiden ve çevreden bahsedenleri gördüğünüz anda, bana sorarsanız, eleyin.
Birileri sadece on yılımız var mı diyordu? Bir dahaki seçim ne zaman? (ÜŞ/TK)