Bir çok konuda halimiz böyledir. Ama silah ve silahlanma konusunda daha çok böyledir.
Hepimiz için!.. Ama özellikle de yöneticiler ve politikacılar için böyledir...
Küçükken oyuncak silah
Bir yanda Türkler için "at, avrat ve silah"ın kutsallığından söz edilir, Diğer yandan "barış" sözcüğünü dilimizden düşürmeyiz.
Her an patlayacak bir bomba gibi olmamıza, başta ailemizin bireyleri olmak üzere çevremizdeki herkesi kırıp geçirmemize karşın, söze geldi mi "şiddet"e ne kadar karşı olduğumuzu yinelemeden duramayız.
Çocukları çok sevdiğimizi söyleriz, onların geleceğimiz olduğunu neredeyse övüne övüne vurgularız, ama oğlumuza küçükken oyuncak olarak silah almayı yeğleriz, büyüyünce de Kore'lere, Irak'melara savaşmaya göndermek için değişik gerekçeler yaratırız.
Sürekli olarak yoksulluktan dem vururuz, ekonomimizin bozukluğundan yakınırız, ama öte yandan bütçemizin büyük bölümünü silahlanmaya ayırırız.
Barıştan yanaların sayısı
İçlerinde bu ülkeye çok fazla hizmet etmiş, Çelik Gülersoy gibi insanlarımız olanaksızlık, parasızlık ya da yeterli araç olmadığı için örneğin Büyükada'dan hastaneye yetişemez, müdahale için geç kalınır, bu nedenle ölür ya da sakat kalırlar, ama sadece eğitim amacıyla bir askeri helikopterin ya da uçağın bir dakikalık uçuşu için milyarlar harcamaktan çekinmeyiz.
Yurdumuzun yerini üstünü, taşını toprağını satmak için elimizden geleni ardımıza koymayız, diğer yandan yurdu savunmayı en kutsal görev sayarız.
1 Eylül Dünya Barış Günüdür. Barıştan yana olanların sayısının çok olduğunu dile getiririz. Ama barış için yapılan bir gösteriye en çok 300 kişi katılırız.
"Yurtta Sulh, dünyada sulh"ü ilke ediniriz. Barış gösterisi için toplananları silahlı polisler engeller, direnirlerse coplar, bombalar ve biber gazı atar.
Ne yaman çelişkilerdir bunlar.
Karşı çıkmak!
1 Eylül milyonları yok eden bir savaşın başlatıldığı gündü. Şimdi "savaşa katılmayalım, karışmayalım" diyen birkaç bin kişinin savaş karşıtı gösterilerle geçen bir gün haline geldi. Bu sadece savaşı değil barışı da küçülten bir olay. Savaş, işgal sadece Irak'ta mı var?
Yine de bu karşı çıkış çok önemli. Bilinç ve aklın yol göstericiliğinde bir eylem. Çünkü sağımız solumuz hep savaş. Özellikle dünyanın her yerinde süren savaşları göz önüne alınca. Her yerde ölüm var, her yerde acı var.
Çocuklar bile biliyor
Savaş kan ve göz yaşı demektir. İnsanın doğasına en aykırı edimlerinden birisidir.
Süren savaşların neredeyse tümünün artık sadece çıkar uğruna olduğunu küçük çocuklar bile biliyor.
Ama diğer yandan o küçük hatta büyük insanlar çocuklar bunları öğrenmesinler diye birileri uğraşıyor didiniyor.
En büyük savaş destekçisi büyük medya. Çünkü savaş onlar için de para ve kâr demektir. Çünkü büyük medyanın sahipleriyle silahları üreten ve savaşlara karar verenler aynı kişiler. Dolayısıyla medyanın sunduğu hemen her şeyde de şiddet ve ölüm ile bunları doğuran silahlar var.
146 bin 62 silah ruhsatı
Silahlar gündelik yaşamımızda...
Alabildiğince silahlanmak serbest. Silahlanmaya karşı bir gönüllü örgütlenme olan Umut Vakfı'nın sitesinde sayılar var.
İstanbul Emniyeti Silah Şube Müdürlüğü'nün 2002 yılı verilerine göre; İstanbul'da 1997-2000 yıllarında ruhsat verilen silah sayısı toplam olarak 146 bin 62 imiş. Bu resmi olanlar.
Ruhsatların 46.446'sı (yüzde 31,8) bulundurma, 39.652'si (yüzde 27,1)'si taşıma, 33.663'ü (yüzde 23,1) av tezkeresi, 26.301'i (yüzde 18,0) ise tüfek sahiplik belgesi olarak düzenlenmiş.
Yine İl Emniyet Müdürlüğünün verilerine göre İstanbul'da 1997 başından 2001 sonuna kadar geçen beş yıllık dönemde toplam 9.486 yaralanma olayı yaşanmış. Bunların yaklaşık yüzde 40'ı tabanca ve tüfekle olmuş.
Tahmin edilebileceği gibi söz konusu yaralamalarda kullanılan silahların ne kadarının ruhsatlı silahlarla ve kendisine ruhsat verilmiş kişilerce işlendiği ise emniyet kayıtlarına geçmemiş durumda.
Peki neden
Çünkü silahlanmayı doğal bir şey gibi kabul etmemiz, kanıksamamız isteniyor.
Aslında istenen ölümü kanıksamamız. Ölmeyi ve öldürmeyi doğal saymamız, kanıksamamız. Bunun için akla gelmedik yollar buluyorlar ölümden para kazananlar.
Bir süredir E-5 üzerinde Bakırköy'e varmadan İncirli'de yolun kenarında bir "savaş uçağı anıt"ı var. Sahici bir savaş uçağı yerden yeni havalanmış gibi orada duruyor bir süredir.
Kimin aklına, neden gelmiş, kim nasıl ve neden izin vermiş, amacı nedir bilinmez. Bu ülkede izinsiz bir ana yolun kenarına ağaç dikemezsiniz. Ama birileri savaş uçağından anıt yapabilir.
O savaş uçağı yaşamımızı tehdit ederek ve adeta "barış"la alay ederek orada duruyor.
Her sabah yola çıktığımda, tam yola çıkarken onunla karşılaşıyor insanlar.
Bakmamak ya da görmemek olanaksız.
Bulaşıcı şiddet
Ölüm görmek insanları etkiler. Silah görmek de. Farkına varmasanız da algılamanız, bilinç altına yerleşmesi yeter. Tüm davranışlarınız etkilenebilir.
"Şiddet" bulaşıcıdır. Başladı mı, birileri engelleyene kadar sürer.
O uçak da insanlara şimdi havalanacak ve arkalarından gelecek, her şeyi, yaşayan tüm canlıları ortadan kaldıracak, günü ve geleceğimizi karartacak gibi gelebilir.
Böylesi etkiler bilimsel olarak da ortaya konulmuştur.
"Şiddet" şiddeti doğurur. Ama "şiddet"in kanıksanması da "şiddet"i doğurur.
Akıllı insanlar bile bu ortamda çıldırabilir.
Bu "anıt"ı görenler; eğer bir gün ruhsal dengeleriniz bozulursa o uçağı oraya dikenleri sorumlu tutun. Ama bence o günü beklemeyin. Bugünden harekete geçin ve o uçağı oradan kaldırın, kaldırtın.
Umut kırıcı disiplinsizlik
Bilimsel olarak ortaya konulmuştur.: İnsanların tutum ve davranışlarına beyinlerinin korteksleri egemen olana kadar aslında insan soyu en ilkel canlılardan biridir.
İçgüdü yerine aklın ve bilincin egemenliğini sağlamak ise kuşkusuz bir eğitim işidir.
O da ne yazık ki bizde yeterli değil ya da hiç yok!
O uçak yaklaşık 2 aydır orada duruyor. Kimsenin bir tepkisi olduğunu duymadım. Bu düşündürücü ve umut kırıcı bir durum.
Ama aklı ve bilinci egemen kılmalıyız. Beynimizin alt bölümlerinin belirlediği "içgüdü"lerimizin yerine beynimizin kabuğunu büyütmeliyiz.
Bunun ise bir tek yolu var: Sormak, sormak, sormak ve yanıtını bulmak.
Bazıları "bir musibet bin nasihatten iyidir" diyerek kafamızı vurmamız gerektiğini savunabilir.
Ama kafamızı vurmak beynimizin kabuğunu değil olsa olsa dışındaki onu dışardan gelecek uyaranlara karşı kapatan kafatasımızı kalınlaştırır, taşlaştırır.
Bu ise hiç iyi bir şey değildir. Unutmayın taş kafalı insanlar için "NATO mermer, NATO Kafa" denir.
Yaşamak için "NATO" gibi silahlanmayı ve savaşı temel alan örgütlere de, onları savunan "NATO Kafa"lara da karşı çıkalım.
Yaşamak ve sağ kalmak için başka çaremiz yok çünkü. (MS/NM)