Savaşa girişimizin gerçek sebebini tespit ettiğimizde - özgürlük ve demokrasi gibi sözde ya da cilalanmış nedenler değil de gerçek nedenleri - ancak etkin savaş karşıtı aktivistler olabiliriz.
Bu işgali durdurmanın ve gelecekteki savaşları önlemenin en etkin ve stratejik yolu, bu savaşları kendi çıkarları için çıkaranları inkâr etmek, savaşı kârsız hale getirmektir. Ve savaşın amaçlarını tespit etmeden bunu yapamayız.
Bir yıl önce Irak'ta bu sorunun cevabını ararken, en etkili yolun buldozer ve iş makinelerini takip etmek olduğunu keşfettim. Irak'a, sözde yeniden inşa süreciyle ilgili araştırma yapmak için gitmiştim. Ve en çok dikkatimi çeken şey Bağdat'ın merkezinde vinç ve buldozer gibi iş makinelerinin bulunmayışıydı. Her tarafta yeniden inşa çalışması görmeyi bekliyordum.
Askeri üslerde buldozerler gördüm. Müthiş bir inşaatın sürmekte olduğu Yeşil Hat'ta, Bechtel'in merkezini yapmakta olan ve yeni ABD Büyükelçiliği inşaatına hazırlanmakta olan buldozerler gördüm. ABD askeri üslerinde de hummalı bir inşaat sürüyordu.
Ama Bağdat caddelerindeki eski bakanlık binalarına dokunulmamıştı. İnşaata başlamak bir yana, enkaz bile kaldırılmamıştı.
Bağdat caddelerinde gördüğüm tek vinç de bir reklam panosunu yerleştirmekle meşguldü. Bağdat'taki gerçeküstü şeylerden biri de şehir harabe halinde olmasına rağmen, küresel ekonominin görkeminin reklamını yapan pırıl pırıl reklam panolarının olması.
Mesaj da şu: "Daha önce var olan hiçbir şey yeniden inşa edilmeye değmez." Yepyeni bir ülke ithal edeceğiz. "Beni Baştan Yarat"ın Irak versiyonu.
Amerikalıların evlerinde oturup, insanların bedenlerinin ameliyatlarla yeniden biçimlendirildiği ve evlerinin yıkılıp yeniden yapıldığı bu aşırı realite show patlamasını seyretmeleri bir tesadüf değil.
Bu şovların mesajı şu: Kendiniz, sahip olduğunuz her şey ve yaptığınız her şey berbat. Hepsini sileceğiz ve bir uzmanlar ekibiyle yeniden yapacağız. Siz sadece arkanıza yaslanın ve uzmanların işi yapmalarına izin verin. "Beni Baştan Yarat: Irak" da aynen bu.
Bu süreçte Iraklılara biçilen bir rol yoktu. Ülkeyi modernize edenler hep yabancı şirketler. Elektrik ve telefon sistemlerini kuran Iraklı yüksek mühendislerin yeniden yapılanma sürecinde hiçbir yeri yok.
Savaşın amaçlarının ne olduğunu bilmek istiyorsak, Paul Bremer'ın Irak'a vardığında yaptığı ilk işe bakmak lazım. 400 bini asker olan 500 bin kişiyi işten çıkardı.
Daha sonra da Irak Anayasası'nı yırtıp atarak, The Economist'in "yabancı yatırımcıların istek listesi" olarak tabir ettiği bir dizi ekonomi yasasını kaleme aldı.
İşin özü, Irak Washington D.C.'deki Amerika Yatırım Enstitüsü'nün ve Cato Enstitüsü'nün hayalini kurduğu, ama burada (ABD'de) daha yavaş empoze etmeyi başarabildikleri radikal serbest pazar politikalarının uygulandığı bir laboratuara dönüştürülmekte.
Yani yapmamız gereken tek şey, Bush yönetiminin politikalarını ve yaptıklarını incelemek. Gizli belgeleri ele geçirmemize ya da devasa komplo teorilerine gerek yok. Kalıcı askeri üsler yaparken ülkeyi yeniden inşa etmedikleri gerçeğine bakmamız yeterli.
Yaptıkları ilk şey, ülkenin geri kalanının yanmasına izin verirken -ki Rumsfeld'in buna cevabı "Olur böyle şeyler" olmuştu- Petrol Bakanlığı'nı korumak oldu.
Irak'ın yanmasını neredeyse kıyamet neşesiyle izlediler. Ülkenin yerle bir olmasına izin verdiler; kendi imajlarını kurabilecekleri temiz bir mazi yarattılar. Savaşın amacı buydu.
Büyük yalan
Yönetim, savaşın demokrasi kavgası olduğunu söylüyor. Bu büyük yalan, diğer yalanları ortaya çıktığında başvurdukları bir yalandı. Ama faydalı bir yalan olma bakımından farklı.
ABD'nin Irak'ı işgal etme sebebinin, sadece Irak'a değil, görüldüğü kadarıyla tüm dünyaya özgürlük ve demokrasi getirmek olduğu yalanı son derece faydalı, çünkü önce bunun bir yalan olduğunu ortaya çıkarıp sonra da Iraklılarla beraber bu durumu gerçeğe dönüştürebiliriz.
O yüzden birçok ilericinin, George W.Bush kullanıyor diye demokrasi lisanını kullanmaya korkmaları beni çok rahatsız ediyor.
Bugüne dek kendi kaderini tayin etme, özgürlük ve demokrasi için keşfedilen en özgürlükçü fikirlerden bir biçimde vazgeçiyoruz.
Ve Bush'un bu fikirleri çalmasına ve lekelemesine izin vermemek son derece önemli - bu fikirler çok önemli.
Irak'ta demokrasiye bakarken, seçimler ve demokrasi arasındaki ayrımı yapmamız lazım. Gerçek şu ki, Bush yönetimi Irak'ta her fırsatta demokrasiyle çatışıyor.
Neden? Çünkü eğer Irak'a gerçek demokrasi gelirse, savaşın gerçek hedefleri - petrole hakim olma, İsrail'e destek, kalıcı askeri üslerin kurulması, ekonominin tamamının özelleştirilmesi - kaybedilecek. Neden? Çünkü Iraklılar onları istemiyor ve onlarla hemfikir değiller.
Bunu defalarca dile getirdiler - ilk olarak kamuoyu araştırmalarında ve bu yüzden Bush işgalin ilk aylarında seçimlerin yapılacağına dair verdiği sözü tutmadı.
Paul Wolfowitz'in gerçekten de Iraklıların televizyondaki "reality show"lardaki yarışmacılar gibi davranarak "Aman Tanrım! Bana yarattığınız bu yepyeni ülke için çok teşekkürler" diyeceklerini düşündüğüne inanıyorum.
Ama bunu yapmadılar. Kendi ülkelerinin yeniden inşasında yer almalarına izin verilmemesini protesto ettiler ve kalıcı ABD askeri üsleri istemediklerini net bir dille ifade ettiler.
Bunun üzerine yönetim verdiği sözden caydı ve bir CIA ajanını geçici başbakan olarak atadı. O dönemde Irak'ın gelecekteki hükümetlerini 2008'e kadar Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) programlarına prangaladılar. Bu, Irak'taki insani krizi çok daha fazla derinleştirecek.
İşte buna bir örnek: IMF ve Dünya Bankası, seçilmemiş bir hükümetle yapılan, borçların silinmesi ve yeni borçlarla ilgili anlaşmalarının hayata geçmesi için bir koşul olarak, halkın %60'ının beslenmesini sağlayan Irak'ın gıda yardım programının sona erdirilmesini talep ediyor
Bu seçimlerde Iraklılar Birleşik Irak İttifakı'na oy verdiler.
Bu koalisyon partisi birliklerin çekilmesi için bir zamanlama talebinde bulunmasına ilaveten, kamu sektöründe yüzde yüzlük bir istihdam sağlama sözü de verdi; yani, yeni muhafazakârların özelleştirme planlarının tam tersi.
Ancak bunların hiçbirini yapamazlar, çünkü demokrasileri zincirlendi. Bir başka deyişle, oyları onlar aldı ama hükümet etmek için gerçek yetki onlarda değil.
Demokrasi yanlısı bir hareket
Savaş karşıtı hareketin geleceği, ancak demokrasi yanlısı bir harekete dönüşmesiyle mümkündür. Bu savaşa ve bu işgale karşı en güçlü hareketin Irak'ın kendi içinde olduğunu idrak etmek çok önemli.
Savaş karşıtı hareketimiz ülkelerindeki işgali sona erdirmek için zorlu bir mücadele veren Iraklılarla, sadece lafta dayanışma değil, somut bir dayanışma göstermeli. Yönümüzü onlar belirlemeli.
Iraklılar sadece silahlı direniş değil birçok yol deniyor. Bağımsız sendikalar kuruyorlar.
Eleştirel gazeteler çıkıyor ve sonra bu gazeteler kapatılıyor. Devlet fabrikalarında özelleştirmeye karşı savaşıyorlar. İşgalin sona ermesini sağlamak için yeni siyasi koalisyonlar oluşturuyor.
Peki bizim rolümüz nedir? Irak halkını ve onların ülkelerinin hem askeri hem şirket işgalinin sona ermesi yönündeki net taleplerini desteklemeliyiz.
Bunun anlamı, kendi ülkemizde birliklerin eve dönmesini talep ederek, ABD şirketlerinin eve dönmesini talep ederek, Iraklıların Saddam'ın borçlarından ve işgal altında imzalanmış olan IMF ve Dünya Bankası anlaşmalarından muaf olmasını isteyerek direniş göstermemiz.
Bunun anlamı "direnişi" körü körüne alkışlamamız değil. Çünkü Irak'ta tek bir direniş yok.
Silahlı direnişin bazı unsurları Iraklı sivilleri Şii camilerinde dua ederken hedef alıyor - ülkenin bir sivil savaşın eşiğinde olduğu ve bu yüzden de ABD kuvvetlerinin Irak'ta kalmaları gerektiği algısını besleyerek Bush yönetiminin çıkarlarına hizmet eden barbarca fiiller.
ABD işgaline karşı savaşan herkes tüm Iraklıların bağımsızlığı için savaşmıyor; bazıları kendi elit güçleri için savaşıyor.
İşte bu yüzden ABD emperyalizminin başarısızlıklarına sevinmek yerine, kendi kaderini tayin hakkı taleplerini desteklemeye odaklanmamız gerekiyor.
Demokrasi dilini ve alanını terk edemeyiz. Iraklıların demokrasi istemediğini söyleyenler kendilerinden fena halde utanmalı.
Iraklılar demokrasi diye haykırıyor ve bu işgalden çok önceden beri bunun için hayatlarını tehlikeye atıyorlar - mesela 1991'de Saddam'a karşı ayaklandıklarında katledilmeye terk edildiklerindeki gibi.
Ocak'taki seçimler, sadece Iraklı Şii cemaatinin kendilerine taahhüt edilen özgürlüklerini almak için ısrar etmeleri nedeniyle yapıldı.
"Ciddi olma cesareti"
Birçoğumuz bu savaşa emperyalist bir proje olduğu için itiraz ettik. Şimdi Iraklılar kendi kaderini tayin hakkını anlamlı kılacak araçlar içim mücadele ediyor, sadece göstermelik seçimler ya da Bush yönetimine sağlanacak pazar olanakları için değil.
Bunun anlamı şu; Susan Sontag'ın dediği gibi, "ciddi olma cesareti" göstermenin vaktidir. Savaşa karşı olan Amerika halkının yüzde 58'inin savaş öncesinde aynı oranda sokaklarda görülmeme sebebi ciddi bir siyasi gündemle ortaya çıkmamış olmamızdır. Ciddi olmaktan korkmamalıyız.
Ciddiyetin bir bölümü, Bağdat ve Basra sokaklarındaki göstericilerin ve seçmenlerin siyasi taleplerini tekrarlayarak, bunları kararların verildiği Washington'a taşımaktır.
Ama esas mücadele uluslararası hukuka saygı ve Amerika Birleşik Devletleri'nde bunun kalıp kalmadığı konusunda olmalıdır. Bu yönetimin uluslararası hukuk fikrine gösterdiği mutlak küçümsemeye karşı esaslı bir mücadele vermediğimiz takdirde detaylar o kadar da önemli değil.
Bunu ABD Başkanlık kampanyası sırasında, John Kerry tüm tartışma zeminini Bush'un belirlemesine izin verdiğinde çok net gördük.
Kerry'nin "küresel test"ten ifadesine karşılık olarak, ABD'nin fiillerinin herhangi bir uluslararası denetime tabi olmasına izin vermenin korkaklık ve zayıflık olduğu suçlamasını hatırlayın.
Neden Kerry bu varsayıma hiç meydan okumadı? Kerry'nin kampanyasını da Bush'un kampanyası kadar suçluyorum. Seçimler sırasında ağzından bir kere bile "Abu Ghraib" çıkmadı, bir kere bile "Guantanamo Körfezi" çıkmadı.
Bir çeşit "küresel test"e başvurmanın zayıflık olacağı önermesini kabul etti. Böyle olunca, Demokratların kampanyaları sırasında işkenceden asla söz etmemelerine rağmen Alberto Gonzales'in Adalet Bakanı olarak atanmasına karşı bir savaşı kazanmayı umamazlardı.
Bu ülkede savaşın bir bölümü de medya savaşı olmak zorunda. Sorun savaş karşıtı seslerin olmaması değil, seslerin duyurulmaması. Bu ülkede medyayı hedefleyen, onu bir protesto sahası yapacak bir stratejiye ihtiyacımız var.
Medyanın bize savaş karşıtlarının, çocuklarını bir yalan yüzünden kaybetmiş annelerin ve inanmadıkları bir savaşta savaşıp ihanete uğramış askerlerin seslerini duyurmasını talep etmeliyiz.
Ve bu göstermelik seçimlerin demokrasi olmadığını ve bu ülkede de demokrasi olmadığını söylemek için demokrasi tanımını derinleştirmeye devam etmeliyiz.
Ne yazık ki sorumluluk dilini kullanma konusunda Bush yönetimi, biz savaş karşıtı hareketinkinden daha iyi bir iş çıkardı. Duyulan mesaj şu: biz "terk edin" derken onlar "terk edemeyiz, kalmalı ve kendi başlattığımız sorunu düzeltmeliyiz" diyor.
Çok detaylı ve sorumluluk taşıyan bir gündemimiz olabilir ve bundan korkmamalıyız. "Birlikleri çıkaralım ama geride biraz umut bırakalım" demeliyiz.
Giderimlerden söz etmekten, Irak'ın borçlarından muaf tutulmasını talep etmekten, Bremer'in yasadışı ekonomik yasalarının tamamen iptal edilmesinden, yeniden inşa bütçesinin tamamen Iraklıların kontrolünde olmasından söz etmekten korkmamalıyız; ortaya koyabileceğimiz ve koymamız gereken birçok somut siyasi talep var.
Bush yönetiminden duyduğumuzdan daha hakiki bir demokrasi tanımı dile getirdiğimizde Irak'a biraz umut taşımız olacağız.
Ve savaşa karşı olmasına rağmen, bırakıp kaçmış olmaktan korktukları için henüz bizimle sokaklarda yürümeyen yüzde 58'lik kitlenin birçoğunu kendi yanımıza çekebileceğiz. (NK/ÖD/BA)
* Özlem Dalkıran'ın Türkçeleştirdiği Naomi Klein'in yazısını Açık Radyo' dan aldık.
** Klein'in yazısı In These Times' da 5 Mayıs'ta yayınlandı.