* "Irak savaşının başladığı ilk günlerde, Wall Street Borsası tarihi bir yükseliş yaşadı, Borsa, bir Pentagon generalinin gong'u çalmasıyla açıldı."
* "Piyasalar, savaş tezkeresinin TBMM tarafından onaylanmasına endekslendi"
* "Kimilerine göre Şili Celladı, kimilerine göre ise Şili'deki özel emeklilik sisteminin mimarı Jose Pinera İstanbul'da, İMKB'nin konferans salonunda Şili Özel Emeklilik Sistemi'ni anlattı... Toplantıyı organize eden kurum: Global Menkul Kıymetler A.Ş..."
* "İran-Irak savaşının başlamasıyla birlikte 1 Ons Altın'ın fiyatı 800$'ı aştı!"
* Tom Hawk füzelerini üreten şirketin Borsa'daki hisseleri savaş öncesindeki değeri olan 23 Cent'den savaşla birlikte 38Cent'e fırladı
Kimdir bu piyasalar?
Kimdir bu PİYASALAR? Hangi durumlarda "sert" tepkiler verir de, hangilerinde sevinç çığlıkları atar? Acaba, yakında, "Piyasalar, Birleşmiş Milletler'in (BM) Irak'ta savaşı durdurma amaçlı müdahalelerini sert bir dille kınadı?" ya da "Piyasalar, hisse senetleri Borsada işlem gören şirketlerde greve gidilmesini yasakladı?" veya "Piyasalar, bu yıl işçilere ücret zammı yapılmayacağını açıkladı" gibi cümleler de duyacak mıyız?
Bu, "Piyasalar" adı verilen yaratığın barışçı olmadığı kesin. İşçi sınıfına yönelik düşmanlığı da apaçık ortada. Peki ama, sömürülecek bir emek gücü kalmadığı için üretim ilişkilerinin dışına alınmış emeklilerden ne istiyor? Şili'deki emeklilik sistemi ile ilgili "bilgilendirme" toplantısı neden İMKB salonlarında, neden bir aracı kurumun sponsorluğunda yapılıyor?
Barışçı olmayan ve aynı zamanda işçi sınıfına düşmanlığıyla tanımlanan bir kavram daha vardır ki o da kapitalizmin kendisidir. Başka bir deyişle, Piyasalar, kapitalistlerin tek tek olaylara -kendi çıkarları doğrultusunda- verdikleri tepkilerin anlık bir şekilde izlenebileceği sanal bir ortamdır. Bu tek tek tepkiler ortaklaştığında ortaya aynılaşmış yanıtlar çıkmasının nedeni ise ancak kapitalist sistemin doğasıyla açıklanabilir.
Piyasalar, belirsizliği sevmez, savaşlar ise belirsizlik sürecinin bittiği ve artık bir belirliliğe doğru ilerlendiği durumlar olarak algılanır piyasalar tarafından. Bu nedenle, bir savaşın olup, olmayacağının belli olmadığı savaştan hemen önceki dönemlerde piyasa oyuncularının da bir kararsızlık içinde davrandığı görülür ve "hisse senedi portföyümü boşaltıp, dövize mi geçmeliyim?" "fakat, ya ben alıma geçmeden savaş çıkar ve ben de yükselişi kaçırırsam?" "Acaba, diğer piyasa oyuncuları nasıl davranır, herkes satışa geçmeden ben satmalıyım böylece daha yüksek bir kar elde edebilirim?" fısıltıları oyuncular arasında kulaktan kulağa yayılmaya başlar.
Ölümler de piyasaya girdi sağlıyor
Ancak, yukarıdaki cümlelerden de kolayca anlaşılacağı gibi bu dalgalanmalarda hiçbir rasyonel veri, insani ya da toplumsal değerler rol oynamaz. Örneğin, bir savaş olgusu ya da ekonomik kriz dönemleri, piyasalarda yalnızca parasal getiri veya götürü bakımından ele alınır. Kriz ve savaşların yol açtığı yıkımlar, can kayıpları, bebek ve çocuk ölümlerinin kendisi yoktur onlar için, yalnızca bu cinayetlerin sağlayacağı parasal girdidir söz konusu olan. Hatta, kapitalistlerin ölümler üzerinden kanlı kazançlar elde ettikleri dönemlerdir bu süreçler.
Televizyon kanallarının savaşın en kanlı anlarındaki reytingleri, vukuatsız geçen zamanlara göre daha yüksektir. Hatta, kayıplar, medya sektörünün emekçileri arasındansa böylesi durumlar izlenme oranlarını daha da yukarıya çeker ve o malum silsile birbirini izlemeye başlar: önce medya şirketinin karları yükselir, ardından da şirketin borsada işlem gören kağıtları, tıpkı TomHawk füzelerini üreten şirketin hisselerinin yükselişi gibi.
Bu karlılığı sağlayan, binlerce insanın Tom Hawk füzeleri altında can vermesi ya da ölümleri anında kaydetmesi için savaş alanlarında görevlendirilmiş basın emekçilerinin öldürülmesi, kolu, bacağı kopmuş her tarafı sargılar içinde baygın yatan bebelerin görüntülerinin piyasa açısından hiçbir değeri olmadığını söylemek doğru değildir; bilakis tüm bu vahşet, piyasalar için önemli bir kazanç aracıdır, hatta kapitalizmin kendini yeniden ürettiği alanlardır savaş ve kriz ortamları
İkiz kulelere düzenlenen intihar saldırıları ve kulelerin çöküşünün 1.5 yıldan beri yüzlerce kez TV ekranlarına yansıtılması da aynı oyunun farklı bir versiyonudur. Medyanın da yardımı ile olayların toplumsal ve insani boyutlarından soyutlanması hedeflenmektedir, tıpkı dünya koşulları ne olursa olsun tüm haber bültenlerinde mutlaka bir "Piyasalar" bölümünün yer almasında da olduğu gibi.
Bu durum artık öylesine kanıksanmıştır ki bültenlerin sonunda hava durumunu dinlemek kadar doğaldır, borsa ve döviz seyirlerini öğrenmek. Fakat hava durumunu bilmek, kitlelerin savaş ya da sistemle ilgili olarak aldığı pozisyonu etkilemediği halde, diğeri, yani piyasalardaki gidişatın ilgiyle izlenmesi olayın sosyal, politik ve ideolojik boyutlarının düşünülmesini engeller, medya aracılığıyla bu bilinç bulanıklığının bir kamu oyu görüşü haline gelmesi amaçlanır.
Kapitalizmde değişmeyen şey sömürüdür
Bu süreçte son derece ironik olan bir diğer boyut ta, kapitalizmin teorisyenlerinin, bir yandan bebek ölümlerinin azalması, insani gelişim endekslerinin yükselmesi gibi iyileşmeleri bu sisteme mal edip, övünürken; bir yandan da aynı bebek, çocuk, kadın, genç ve yaşlı insanların katledilmesini "kaçınılmaz bir gereklilik" gibi savunuyor olmalarıdır. Aslında bu durum sistemin kendi içindeki çatışmayı da en açık bir şekilde ortaya koymaktadır.
Gerçekten de kapitalistin karının tek kaynağı emek gücü sömürüsüdür, öyle ki, on yıllardır bu tezin doğru olmadığını ispata çalışanlar bile, tüm teknolojik ilerlemelere, üretim ve iş organizasyonlarını kendi çıkarlarına uygun olarak değiştirmelerine, finans sektöründe sağlanan muazzam gelişmelere ve Piyasalar ismini verdikleri sanal kazanç ortamlarına rağmen bugün kar artış oranlarındaki gerilemenin aşılamaması ve bu sorunu -yalnızca kısmi ve geçici olarak- aşmak için savaşa gerek duyulmasını açıklayamamaktadırlar.
1960'ların sonlarında yalnızca 7000 olan çok uluslu şirket sayısı 90'lı yılların sonlarında 40.000'i aşmış, bu artış hızı, mevcut pastanın büyüme hızından çok daha yüksek olduğu için rekabet hızlanmış, sermaye işçi sınıfı üzerindeki baskı ve sömürüsünü en yüksek düzeye çıkardığı halde karların düşüşüne engel olamaz bir sürece girmiştir. Ve bugün, karını arttırmak için insana ve emek gücünü sömürmeye muhtaç olan kapitalist, krizini aşabilmek için bindiği dalı kesmek, emek gücü kaynağına, yani insana saldırmak ve öldürmek zorundadır.
ABD Merkez Bankası (FED) başkanı Alan Greenspan'in icadı olan "irrasyonel verimlilik" piyasalar için kullanıma sokulmuş bir terimdir. Bu sanal ortamdaki kazançların "akıl dışı" bir verimlilik biçiminde yorumlanmasındaki asıl amaç, piyasalardan elde edilen kazançlarla artı değer sömürüsü arasındaki nesnel ilişkinin gizlenmesidir.
Finans piyasaları
Finans piyasaları mülkiyet hakkının paylara bölünerek alınıp, satıldığı veya kiralandığı bir pazardır. Bireysel ya da kurumsal mülkiyet ise bir hak değil, tek amacı, mülkü, onu üreten mülksüzlerden koruma güvencesinin meşrulaştırılması, başka bir deyişle adaletsizliğin yasalaştırılmış biçimidir.
İşte piyasalar ile artı değer sömürüsü arasındaki ilişkinin gizlenme çabaları, sermayenin, emeklilik sistemlerinin piyasalaştırılması yönündeki son dönem çabalarında çok net bir biçimde açığa çıkmıştır. Emeklilik sistemlerinin geleceği ile ilgili en net tanımlama eski adıyla Mercedes Benz, şimdiki Daimler Chrysler isimli dünya otomotiv devinin yönetim kurulu üyelerinden Dr.Kurt Lauk'un 1997 yılında İstanbul'da verdiği bir konferansta öğrenilmiştir.
Dr.Lauk, kamunun elindeki emeklilik fonlarında milyarlarca dolar değerinde muazzam varlıkların bulunduğunu; bu varlıkların derhal likide edilerek (nakde dönüştürülerek) piyasalara kanalize edilmesi gerektiğini; böylece borsalara girecek taze para ile şirket hisseleri için yeni ve canlı bir talep yaratılmış olacağını; bu para girişiyle birlikte değerlenecek şirket hisselerinin en büyük payına sahip olan şirket ortaklarının da ellerindeki hisseleri de bu yüksek değerlerden satışa çıkarmaları sonucunda şirket varlıklarının daha da büyüyeceğini anlatmakta hiçbir sakınca görmemişti.
Bu açıklama aynı zamanda ciddi bir tıkanmanın da işaretiydi. Sanal piyasalarında para kazanma olanakları giderek sınırlanmaya başlayan sermaye için tek çıkış yolu yine işçi sınıfının kazanılmış hakları ve birikimleriydi. Bu sayede piyasalar daha iniş-çıkışlı (volatile) hale gelecek, daha büyük vurgunlar vuracak, fakat bu arada olan emekçi yığınlara olacaktı. Ancak, bu projeyi yalnızca emeklilik birikimlerine yönelmiş bir saldırı olarak tanımlamak mümkün değildir. Zira, Şili sistemi ile getirilecek özel emeklilik sisteminde işverenler artık işçiler için halihazırda olduğu gibi bir emeklilik katkı payı ödemek zorunda olmayacakları için bu proje, işçi sınıfından sermaye sınıfına yeni bir artı değer aktarımı olarak yaşanacaktır.
Türkiye'de de yasası çıkarılmış bulunan ve "bireysel emeklilik" adı verilen sistemin uygulamada yaratacağı sorunlar daha da vahimdir. Emeklilik için, gelirlerinden önemli bir fedakarlık yaparak birikim sağlamaya çalışan işçilerin birikimleriyle piyasalara yatırım yapılacağı için işçi sınıfının piyasa sistemine entegrasyonu kolaylaştırılmış olacaktır.
Bu entegrasyon, çalışanların üretim ilişkilerinde uğradıkları hak kayıpları karşısında üretimden gelen güçlerini kullanmalarını yani grev kararı almalarını zorlaştıracaktır. Tıpkı, bugün İskandinav ülkelerinde yaşandığı gibi: eğer grev yapacak olurlarsa çalıştıkları şirketin borsadaki hisseleri değer kaybedeceği için kendi emeklilik portföylerinin de bu düşüşten zarar göreceğini düşünerek işçiler, sıfır ücret artışını ya da çok daha ağır çalışma koşullarını bile sineye çekebilmektedir.
Piyasa olsun veya olmasın kapitalist sistemde nitelik açısından hiçbir değişiklik olmamıştır. Piyasa, kapitalist üretim ve mülkiyet ilişkilerinin zorunlu kıldığı bir mekanizmadır ve bugün yapıldığı gibi sistemden ayrı ve bağımsızmış gibi değerlendirilmesi mümkün değildir.(NK)
*Vurgular ve ara başlıklar Bianet'e aittir.