Hapisteki PKK lideri Abdullah Öcalan, avukatlarıyla haftalık görüşmesinde* hazirana kadar bir çözüm iradesi gelişmemesi halinde aradan çekileceğini, son çağrısını yaptığını söyledi. Sağlık durumunu da anlatan Öcalan kas ağrıları, gözlerinde yanma ve ağrı olduğunu ifade etti.
Fırat Haber Ajansı'nın haberine göre, Öcalan bu hafta gerçekleşen görüşmede,PKK yöneticilerinin şiddeti orta düzeye tırmandıracaklarını söylediklerini, buna kendilerinin karar vereceğini söyledi.
Habere göre Öcalan'ın sözlerinden bazıları şöyle.
Sorununu çözümü zor değil, iki şartı var: Aslında sorunun çözümü çok zor da değildir. Daha önce de değindim, iki şartım vardı. Birincisi İnsan Hakları ve Demokrasi Şartı. İkincisi Güvenlik şartıydı. Ben daha önceleri gerek yazılı gerekse sözlü bu konuları AKP iktidarı döneminde devletin sağduyulu, bilen kesimine gerekse AKP'ye, Başbakan'a ilettim. Bu konuda çok şey istemediğimiz de bilinmelidir. Bu iki şart da anayasal haklardır. Birinci şart insan hakları ve demokrasi şartıdır. Bu da demokratik anayasa demektir. Demokratik bir anayasanın inşası demokratik haklar demektir. Kürtlerin demokratik haklarının anayasal güvenceye alınmasıdır. İkinci şart ise güvenlik şartıdır. Güvenlik şartı da anayasada düzenlenmiş bir anayasal haktır. Bütün toplulukların güvencesi olmalıdır. Türkiye halkının da güvencesi olmalıdır, Kürtlerin de güvencesi olmalıdır. Bu iki şart gerçekleştiğinde ben de üzerime düşeni yaparım dedim. Daha önce de çağrı yaptım, "bu şartlar yerine getirilirse ben silahlı güçleri bir yere toplarım" dedim. "Sizin de uygun gördüğünüz onların da uygun gördüğü bir yerde güçleri toplarım. Ve bunu başaracak gücüm de var, buna inanıyorum" dedim. Öyle içeride dışarıda onların yanında olup olmamam fark etmez. Ben buna şimdi de hazırım. İşte örgütün silahlı güçleri Kandil'de, Cudi'de, Cilo'da ya da Süphan'da toplanabilir. Bu şartlar gerçekleşirse bunu yapabilecek gücüm var. İlla ki öyle yanlarında olmak zorunda da değilim.
Her ilişkiye geçtiğimizde hükümetleri tasfiye ettiler: Ta Özal'dan beri bizim çözüm ve diyalog konusunda çabamız ve arayışlarımız oldu, oluyor, devam ediyor. Ancak her görüşmemizde, ilişkiye her geçtiğimizde dönemin hükümetleri tasfiye edildiler. Özal döneminde de güçlerin bir yerde toplanması görüşülmüştü. Özal sorunun çözümü konusunda samimiydi. Biz de buna yanıt vermekte geç kaldık ancak Özal da tasfiye edildi. Sonra Erbakan döneminde de bu güçlerin bir yerde toplanması gündeme geldi. Erbakan'ın da bu konuda iyi niyetli girişimleri vardı. Erbakan'ın bu girişimlerine yanıtımız olumlu oldu. Erbakan bu iradeyi gösterdi ancak onu da tasfiye ettiler. O dönemdeki bu girişimimiz de böylece heba oldu. Sonra Ecevit dönemi geldi, onun döneminde de görüşmelerimiz oldu, buraya geldiler görüştük. Güçlerimizi geri çekme konusunda adım da attık. Ancak bu çabamız da karşılık bulmadı ve Ecevit tasfiye edildi. Özal'dan beri diyalog ve çözüm konusunda yazılı ve sözlü girişimlerimiz oldu, oluyor.
Son çağrım: Ancak bundan sonra ne ben oyalayacağım ne de beni oyalamalarına izin vereceğim. Sekiz yıldır AKP'ye sabrettim. Başbakana sesleniyorum: kalk de ki "ben Kürtlerle barışmak istiyorum", bu iradeyi göster, biz de güçlerimizi çözüme imkan sunmak için uygun bir mevzilenmeye tabi tutalım. Son olarak mayıs sonu ve haziran başına kadar bekleyeceğim eğer çözüm konusunda bir irade gelişmezse ben artık aradan çekileceğim. Bundan sonra ben sorumluluk kabul etmeyeceğim. KCK'ye de diyeceğim ki "sağlık koşullarım artık elvermiyor". Sonra Hükümet, Devlet ne yapar, KCK ne yapar, savaşırlar mı, barışırlar mı, kendi aralarındaki sorunları nasıl ele alırlar, kendileri karar verirler bunlara. Ben bundan sonra aradan çekileceğim. Haziran başında her şey netleşir. Bundan sonraki gelişmelerden de kimse beni sorumlu tutamaz, bunu açık ve net söylüyorum. Bu benim son çağrımdır.
PKK kendisi karar verecek: PKK'ye KCK'ye de şunu söylüyorum. [Murat] Karayılan, Duran [Kalkan] ve son olarak da Cemil Bayık'ın söyledikleri ortada. Kendileri görüşlerini, düşüncelerini dile getiriyorlar. Artık bu işin merkezinde kendileri vardır. Hepsinin görüşlerine, düşüncelerine saygım var. Kendi koşullarını kendileri daha iyi biliyorlar. Artık bu işi onlar yürütecekler ve kararlarını verecekler, devletle savaşırlar mı barışırlar mı kendileri karar verecekler. Yüzde seksen oranında sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel her alanda halkın içinde örgütlenip ihtiyaçlara cevap olabilecekler mi? Devrimci Siyaset Akademilerini oluşturabilecekler mi? İşte belirtiyorlar, kentlerde isyanlar, şehir ayaklanmaları, yaygın çatışmalar olacağını söylüyorlar, şiddeti orta düzeye tırmandıracağız diyorlar, bunu ben demiyorum, kendileri diyor. Bunların hepsine kendileri karar vereceklerdir.
AKP'nin anayasa paketi oyun: Bu anayasa paketi konusunda AKP'nin ne yapmak istediğini çözdüm. AKP'nin kodunu, şifrelerini çözdüm. AKP'nin bu anayasa paketi konusundaki yaklaşımlarının hepsi bir oyundur. Anayasa Mahkemesi'ne ilişkin düzenleme 337 oyla geçti, radyodan dinledim. Ancak 8. Madde 327 oyda kaldı ve düştü. Aslında AKP istese bu maddeyi de geçirebilirdi, buna gücü yeterdi ancak maddeyi geçirmeyerek bunun üzerinden beni ve BDP'yi sorumlu tutmaya, suçlamaya çalışıyorlar. Yoksa maddenin geçip geçmemesi kendilerinin çok umurlarında değildir. Bu maddenin geçmemesini bahane ederek BDP ve beni hedef gösteriyorlar. AKP kendisini demokratik hamleler yapıyor şeklinde gösterip bizi de bunun engelleyicisi olarak sunmaya çalışıyor! AKP bu konularda oyun oynuyor. Yoksa derdi demokratikleşme değildir. Bazı sağ liberal kesimler de bu oyuna alet oluyor. İşte Nuray Mert gibi bazı kimseler bunu anlamış. AKP gerçekten demokratik gelişmelerden yanaysa Siirt'teki bu tecavüz olayının üzerine niye gitmiyor?
Siirt'te tecavüz: Siirt'teki Pervari'deki yine yatılı bölge okulundaki yaşanan tecavüz olaylarının hepsi bilinçli, örgütlü ve planlı bir şekilde yapılıyor. Bu olayların içinde onlarca, yüzlerce insan var. Bu olaylar derin ve planlıdır, bu kadar insanın içinde olması tesadüf olmadığının göstergesidir. Ben bu konularda daha önceleri uyarılar yapmıştım. Bu olaylarla büyük bir soykırımın provası yapılıyor. Siirt'te Pervari'de yaşananlar bir soykırımın işaretidir. O kadar insan bu işin içine bulaşacak ve bunların hiçbiri bunca zaman açığa çıkarılmayacak! İki yıl devam etmiş. İşte görüldü kendi adamları var bu işin başında, oradaki müdür yardımcısı var olayın içinde. En başta bunlar var. Bu olayların Siirt'te yaşanması da manidardır. Kürtlerin yerel seçimlerde burayı almasına karşı bir nevi Kürtler'den intikam alınmak istenmiştir. Bu bir öç alma olayıdır. Siirt'teki, Pervari'deki tecavüz bütün Kürtlere yöneliktir. Bu tecavüz olayıyla Siirt'in, Pervari'nin namusu kirletilmiştir, Siirt lekelenmiştir, Pervari lekelenmiştir. O yüzden daha önce de dedim, kıyamet koparılmalıdır. Ufacık kız çocuklarını korkutarak, onların acziyetini kullanarak istismar ediyorlar ve istediklerini yapıyorlar. Bu bir vahşettir, dehşettir. Buna nasıl seyirci kalınır, anlamıyorum.
Tecavüz kültürü: Bu tecavüz kültürünü düşünüyorum da bazen kadınlara çok kızıyorum, bu tecavüz kültürünü aşmadan, bununla mücadele etmeden ne aşk olur ne de aş olur. Ne sevgi olur ne de aşk olur. Bu tecavüz kültürüyle çatışmak kadın özgürlüğü için şarttır. Ben kadınları anlamıyorum. Ne yapıyorsunuz? Ne yapıp edin buna bir çözüm getirmeleri gerekiyor. Radyodan, TRT-1'den dinledim. Olayla ilgili olarak aydınların, yazarların konuşmaları istendiğinde yutkunuyorlar, çok etkilendiklerini ve konuşamayacaklarını söylüyorlar. Oradaki insanlar da hakeza öyle, olayla ilgili konuşamıyorlar, konuşmakta zorlanıyorlar. İşte alın size Siirt ve Pervari'de yaşananlar. AKP gerçekten demokratsa, samimiyse bu sorunların üzerine gitmelidir. Yatılı Bölge Okullarında da buna benzer şeyler yaşanıyor. Orada küçük çocuklar ailelerinin yoksulluğu, açlığı da kullanılarak yerinden yurdundan ediliyorlar. Bu durumlarından, bu aciziyetlerinden cesaret alarak bu çocuklara istedikleri gibi davranıyorlar, istismar ediyorlar.
YİBO'larda kültürel soykırım var: YİBO'ların durumu çok iyi çözümlenmelidir. Burada Kürt çocukları ailelerinden koparılıp, kendi kültürlerinden, dillerinden uzaklaştırılmakta, böylece başkalaştırılmaktadır. Türkçe bilmeyen Kürt çocukları buralarda kendi dillerini unutmaktadır. Bu mudur AKP'nin demokratlığı? Bizdeki Kürt aydınları YİBO'lar hakkında yazmalı ve bu konu üzerinde durmalılar. Bu çocuklara uygulanan soykırımdır. Bu bir kültürel soykırımdır. Bu bir dil soykırımıdır. Birleşmiş Milletler'in 67. Maddesinde de belirtiliyor. Orada soykırımın tarifi yapılıyor; İnsanları kendi dilinden ve kültüründen kopartıp, uzaklaştırıp başka bir kültüre ve dile yöneltmek ve bu kültür içinde yaşamaya zorlamak bir soykırımdır diyor. Bu maddede soykırımın tanımı böyle yapılıyor. YİBO'larda da uygulanan budur. Buralarda binlerce Kürt çocukları küçük yaşlardan itibaren ailelerinden koparılıp kendilerine yabancı bir dil ve kültürün içine atılarak soykırıma tabi tutulmaktadırlar.
Kürtler çaresiz bırakılmak isteniyor: Toplumda devasa işsizlik sorunu vardır, Kürtlerin işsizliği ve açlığı da kullanılmaktadır. Buna mecbur bırakılmaktadırlar. Bunlar da yetmiyormuş gibi her tür iğrenç uygulamaları da bu çocuklara yapmaktadırlar. Üç yaşındaki çocuğa tecavüz ediliyor; bu onursuzlaştırmadır, kişiliksizleştirmedir. Yani bu durum tecavüz ede ede her istediğini yaptırmadır. Çaresiz bırakmadır. Kürtlere yapılmak istenen de budur. Bu yüzden diyorum bu bir Kürt soykırımıdır. En önemli şey kültür ve dildir, bir halkın onurudur dil ve kültür. Kültürü ve dili alırsanız onursuz bir insan topluluğu kalacaktır. Hatta bu konuda hiç unutmam. O zamanlar çok küçüktüm. Anneme ağır yöneliyordum. Sen kendi çocuğunla kendi dilini konuşmuyorsun, kendi kültürünü öğretmiyorsun diye çıkışıyordum. Hiç unutmam; çardağın altındaydım. Anneme tavuk ve civcivlerini göstererek, "görüyorsun" demiştim "tavuk bile yavrularıyla kendi diliyle iletişime giriyor onları kendi diliyle çağırıyor. Sen beni niye bir tavuk kadar bile koruyamıyorsun!" demiştim. O dönemler okula giderken Türkçe bilmiyordum, bu konuda oldukça zorlanıyordum. Görüyorsunuz o yaşlarda bile bir çelişkimiz vardı. Ve ilk isyanımız, başkaldırımız böyle oluyordu. Tabi sonra bu isyanı geliştirip, derinleştirip günümüze kadar getirdik.
BDP BM'ye gitsin: Bu soykırımın birçok boyutu var. Kültürel soykırım, dil soykırımı, siyasi soykırım, ekonomik soykırım, doğa soykırımı hepsi buna dahildir. Sanırım BM Sözleşmelerinde bu soykırım tarifi düzenleniyor. BDP de bu kapsamda konuyu Birleşmiş Milletler'e götürmelidir. Bu konuda çalışma yürütmeliler. BM de halkımızın haklarını savunmalıdırlar. Her türlü soykırım yapılıyor; sosyal, siyasal, ekonomik, kültürel, doğa soykırımı yapılıyor. Hiç bir tepki yok. Çocuklar ailelerinden kopartılıyor bir tepki yok, tecavüz olayları yaşanıyor, kimsenin elinden bir şey gelmiyor, bir tepki yok. Yanıbaşınızda kültürünüz, mirasınız, doğanız katlediliyor, barajlar yapılıyor, insanlar hiçbir tepki vermiyor, bunlara engel olamıyor, sadece seyirci kalıyor. Bunlar çok acı şeyler. Daha önce de söylemiştim, Dersim'de de buna benzer şeyler var. İşte AKP iktidarı altında bunlar yaşanıyor. Yine daha önce siyasi soykırım olarak nitelediğim 1500 Kürt siyasetçinin, DTP-BDP'linin tutuklanması var. Tam bir yıldır bu insanlar mahkemeye çıkarılmadan öylece cezaevinde tutuluyorlar, iddianameleri bile hazırlanmamış. Bu bir siyasi soykırımdır.
Hitler: Ermeni soykırımı, "Büyük Felaket" deniliyor ya; sadece 220 tane Ermeni aydınının 24 Nisan'da tutuklanıp sürülmesiyle başlıyor bu büyük felaket. Ama Kürtler'de bu sayı 1500'dür. Bu operasyonlar kapsamında tutuklanan BDP yöneticisi Osman Yiğit cezaevinde yaşamını yitirmiş, ailesine, halkımıza başsağlığı diliyorum. Kürtlerin soykırımı 1500 Kürt siyasetçisi-aydınının cezaevine gönderilmesiyle başlamış bulunuyor. Bu siyasi soykırımla amaçlanan Kürtleri iradesizleştirip teslim almadır. Bu uygulama Hitler faşizmini aratmayan bir uygulamadır. Biliyorsunuz Hitler, Yahudi soykırımında Yahudileri gaz odalarına gönderiyordu, toplama kamplarında tutuyordu. Kürtlere uygulanan soykırım ise Hitlerin gaz odalarını aratmayacak cinstendir.
Erdoğan Hitler-İnönü değerlendirmesi yaptı. İnönü'yü daha önceleri benim ne kadar eleştirdiğim biliniyor, onun hakkında ne kadar değerlendirme yaptığım biliniyor, ona girmeyeceğim. Ancak Erdoğan Hitler'in ruhunu çok uzaklarda aramasın, kendi partisine, partisinin politikasına baksın yeter. Bir taraftan tecavüzlerle bir taraftan YİBO'larla, bir taraftan da Kürt siyasetçilerin tutuklanmasıyla Kürtlerin soykırımına girişeceksin öte yandan da Kürtlerden destek isteyeceksin! AKP bu konuda samimi olmalıdır.
AKP ve anayasa: Bu anayasa paketini bütün bu gelişmelerden bağımsız ele alıp "demokrasi hamlesi" olarak görmek, bu konuda beni ve BDP'yi hedef göstermek insafsızlıktır, vicdansızlıktır! AKP'nin bu anayasa paketiyle gelişmeleri kendi lehine çevirmeye çalışıyor. Gerçekleştirmek istediği kendi siyasi iktidarını, egemenliğini güçlendirerek devam ettirmektir. Bana niye bu kadar yöneliyorlar? Ben AKP'nin oyununu bozduğum için bu kadar üzerime geliyorlar. Bütün nedeni budur. Kimse bu konuda bizi suçlayamaz, kimsenin buna hakkı yoktur. Bunları görmeden nasıl bu sonuca varıyorlar? Bu soykırımı görmeyeceksiniz, bunları işlemeyeceksiniz, üç yaşındaki kız çocuğuna tecavüz edilecek, bunlar tartışılmayacak ama ben ve BDP sorumlu tutulacağız! Bu çevreler bizi MHP ve CHP'nin konumuna düşmekle suçluyorlar. Biz ne MHP ve CHP'nin durumuna düşeceğiz ne de AKP'nin yedeğine düşeceğiz. BDP demokratik anayasa çalışmasını geliştirebilir. Bu demokratik anayasa çalışmasını bütün topluma, sivil toplum örgütlerine, aydınlara, her kesime yayabilir. Demokratik anayasa konusunda bir tartışma platformu yaratılabilir. Herkese demokratik anayasanın zorunluluğunu anlatılabilir. Bu konuda yoğun bir çalışma yürütülebilir.
Erdoğan, Baykal, Bahçeli gizli müttefik: Daha önce de belirtmiştim, Türkiye'de iki Türkçü kesim var. Bir tarafta laik-ulusalcı-Türkçü bir çizgi var. Bu, başkenti Ankara'da olan ve ağırlıklı olarak MHP ve CHP'nin temsil ettiği Türkçülük çizgisidir. Öte yandan da AKP'nin temsil ettiği Konya-Kayseri merkezli İktidar İslamcı-Türkçü anlayış var. Biz bu iki Türkçü anlayış arasında tercih yapmayacağız. Hatta İktidar İslamcı-Türkçü anlayış Ulusalcı-Türkçü anlayıştan daha tehlikelidir. İkisi de birbirinden tehlikelidir. İki Türkçü anlayış da faşizmdir, ikisi de kurumsal faşizmdir, demokratik olanı, çoğulculuğu yok eder. Kürtler konusunda CHP ve MHP, AKP'nin gizli müttefikleridir. Sayın Erdoğan'a söylüyorum. Senin gizli müttefiklerin Baykal ve Bahçelidir. AKP özünde demokrasiyi getirmiyor, iktidarını sağlamlaştırmaya çalışıyor, demokratik talepleri oyalıyor. AKP'nin amaçladığı bizi, Ergenekon'un ve askerin bir kısmıyla çatıştırıp güçten düşürerek aradan sıyrılmaktır. Bu politikaların arkasında ABD var, İngiltere var. Benim buraya getirilmemde de bu güçlerin rolü var. Küçük parçaları bir araya getirdiğimde iyice anlaşılıyor. Benim buraya getirilmem de belli pazarlıkların belli tavizlerin karşılığında oldu. Bu komplonun arkasında ABD ve İngiltere başta olmak üzere belli tavizler karşılığında Yunanistan, İran, Irak, Suriye ve Ermenistan gibi ülkeler de vardı. Türkiye benim iade edilmem karşılığında birçok taviz vermiştir ve kendisini bu ülkelere bağlı kılmıştır. İşte benim yakalanmamla birlikte kendi bölgesinde birçok ülkeyle İran'la Suriye'yle, Irak'la ikili anlaşmalar yaptılar. Bölgedeki ilişkileri düzenlemeye çalıştılar. Yunanistan'a Ege Adaları konusunda taviz verdiler. Yunanistan'la 14 Mayıs'ta müzakereye oturacaklar, bakalım ne çıkacak? Sonrasında işte biliniyor Suriye ile, İran ile ikili anlaşmalar yaptılar, kendi Kürt politikalarını ortaklaştırdılar.
Ahmet Türk oyuna gelmedi: İşte şu anda İran-Suriye-Türkiye ant-i Kürt irttifakı geliştiriyor, bu çok tehlikelidir. Irak'ta da benim tutuklanmamdan sonra Saddam rejimini çözdüler ve orada yeni bir düzenlemeye gittiler. Güney liderliklerini öne çıkardılar. Ermenistan'la da ilişkileri düzenlemeye çalışıyorlar, işte protokoller. Bütün bu gelişmelerin benim yakalanmamla ve Kürt hareketiyle yakından ilgisi vardır. Bütün bu gelişmeler benim komployla Suriye'den çıkarılmamla başladı, bu komployla yakından alakalıdır. Aslında bütün bu çabalarla amaçlanan BDP'nin teslimiyeti ve PKK'nin tasfiyesiydi. BDP teslim alınmaya çalışılarak PKK de kuşatılarak tasfiye edilmeye çalışılacak, ben de burada ölüme terk edileceğim. Ancak gerek benim buradaki çabam, gerek PKK'nin çabası, gerekse halkımızın direnişiyle bu oyunlar boşa çıkarıldı. BDP'nin teslim alınmasını, bir dönem Ahmet Türk üzerinden yapmaya çalıştılar. Biliyorum Ahmet Türk, iyiniyetli biridir, ancak onun üzerinden bu teslimiyet politikasını uygulamaya çalıştılar. Ahmet Türk onlar bu oyuna gelmedi sonra da bazı saldırılar, Samsun'daki saldırılar oldu. Bu saldırılar tesadüfi değildir. Aslında Samsun saldırısı, bu oyunların boşa çıkmasından sonra Ahmet Türk'e duyulan öfkenin ifadesiydi, amaçlarına ulaşamamanın bir dışavurumudur, bunun böyle anlaşılması gerekir.
Sağlık durumu: Bel kısmında soğuma var. Muhtemelen bu kaslardandır. Öne doğru eğilemiyorum, bu bölgemde kas ağrısı var, oturup kalkarken zorlanıyorum. Muhtemelen yeni cezaevi koşullarıyla alakalıdır. Son dönemlerde gözlerimde yaşlanma, sulanma, ağrı ve kaşınma var. Zorlanıyorum. Muhtemelen bunlarda buranın havasıyla ilgilidir.
Kadın konferansı: Diyarbakır'da yapılan Kadın Konferansına o zaman çok değinemedim, aslında bu konferans çok önemliydi. Demokratik Özgürlükçü Kadın Hareketi çok önemlidir. Kadın özgürlüğü kapsamında kadın demokrasisinin geliştirilmesi önemli. Kürt kadınlarının gelmiş olduğu düzey iyidir. Güney'deki kadınların da kadın bilincinin geliştirilmesi önemli. Bu konuda Türkiye Kürdistan'ındaki kadınların durumu daha iyidir, Türkiye Kürdistan'ındaki kadınlar diğer parçalardaki kadınlara yardımcı olabilmeliler, bu konuda onlara öncülük edebilmeliler. Aslında söylenecek çok şey var. (TK)
* Görüşmelerde, Öcalan'ın avukatlarına herhangi bir metin, materyal iletmesine, ses kaydına izin verilmiyor. Avukatlar not tutabiliyor, ancak yanlarında götüremiyorlar. Bu notlar ortalama üç ay sonra cezaevi yönetiminin uygun bulması halinde avukatların eline geçebiliyor. Avukatlar Öcalan'ın sözlerini akıllarında tutuyor ve daha sonra yazıyorlar.