Devlet Başkanı Fernando de la Rua ve Ekonomi Bakanı Domingo Cavallo'nun istifasının ardından gelen ve bir hafta içinde peşpeşe değiştirilen dört Devlet Başkanı da Arjantin'in kaçınılmaz sonunu değiştiremiyordu. 1990'lı yıllara hızlı büyüme ile giren Arjantin, neoliberal iktisat siyasalarının empoze ettiği para kurulu ve kamusal alanın daraltılması fantezilerine daha fazla dayanamayarak 2000'li yıllara çökmüş bir sanayi yapısı, ulusal ekonomiye müdahale etme olanakları elinden alınmış bir merkez bankası, artan işsizlik ve yoksulluk ile giriyordu.
"Kaçınılmaz sonun" beklenen ilk adımı, Ocak 2002 başında yüzde 18'lük bir devalüasyon kararı ile geldi. Ekonomi Bakanı Jorge Lenicov peso-dolar paritesinin kaldırıldığını açıkladıktan sonra, hükümetin enflasyonun yeniden hortlamasına karşın bütün iktisadi sinyalleri yakından izleyeceğini bildirdi. Ancak bu tür "güvenceler", 10 yıl boyunca bastırılmış olan fiyat hareketlerinin birden bire serbestleştirilmesiyle ortaya çıkacak olan enflasyonist eğilimler, Arjantin'in makro ekonomik dengeleri üzerindeki olumsuz beklentileri teskin etmeye yeterli gözükmüyor.
Arjantin'in devalüasyon ve borç ödemelerini durdurma kararı, batılı bankaları ve Arjantin'e yatırım yapmış olan şirketleri doğrudan etkiledi. France Telecom, Telecom Italia, İspanyol Telefonica, Amerikan Azurix ve Enron ile İtalyan Camuzi şirketleri, elektrik, gaz, telefon ve su faturalarının düşük kurdan pesoya çevrilmesinden dolayı milyonlarca dolar zarara uğramak üzereydi. Bu gelişmeler karşısında Hollanda bankacılık ve sigorta grubu ING Arjantin için 60 milyon dolarlık bir batık kredi rezervi ayırmıştı bile. Yabancı bankaların raporlarında geçen ön tahminlere göre, Arjantin ekonomisi bu yıl yüzde 6 küçülecek,döviz cinsinden kredilerin yarısından fazlası, peso kredilerin ise yüzde 25'i batık kredi konumuna düşecek; ve Arjantin'deki bankaların toplam zararı 16 milyar dolara ulaşacaktı. (1)
Söz konusu gelişmelerin yabancı yatırımcılara olan etkileri o derece de ürkütücü boyutlardaydı ki, 9 Ocak itibariyle devalüasyon kararının "şimdilik" askıya alındığı haberi gecikmedi!
Arjantin'in neoliberal piyasa-fetişizmi altında geçirdiği son on yıl, denetimsiz finansal serbestleştirmenin ve reel ekonomiden kopuk finansal spekülasyonun sonuçlarının ne derece ağır olacağını çok net olarak göstermektedir. Uygulamaya konulduğu ilk yıllarda ithalatın ucuzlamasına ve yapay bir büyümeye dayalı bu sanal dünya, 1995 sonrasında tüm dengelerini yitirmiş ve Arjantin ekonomisinin kırılgan finansal yapısını tüm çıplaklığıyla gün ışığına çıkarmıştı.
Rant Ekonomisinin Önlenemez Yükselişi
1980'ler boyunca Arjantin ekonomisinin temel sorununu kamu sektöründeki olağandışı açık ile bu açığın özel sektör tasarruflarınca kapatılamaması olguları oluşturuyordu. Bize hiç de yabancı olmayan bu koşullar, bir yandan da uluslararası finans piyasalarında yaşanan borç kriziyle birleşince, Arjantin 1990'a yılda yüzde 1350'ye varan bir hiperenflasyon, ulusal para biriminin çöktüğü bir mali yapı ve derin bir krize sürüklenen sanayi sektörü ile birlikte girmek zorunda kalmıştı. Bu koşullar altında 1990'ın ilk aylarında ilan edilen ve temel olarak kamu iç borç senetlerinin zorunlu olarak uzun vadeye yayılmasını hedefleyen Bonex Planı da yetersiz kalınca, ulusal ekonomide para biriminin anlamını yitirdiği bir de-monetizasyon süreci yaşanıyordu.
Dolayısıyla 1990 sonunda çok daha kapsamlı bir reform paketinin uygulanma gerekliliği tartışmasız olarak kendini kabul ettirmiş durumdaydı. Bu paketin en önemli unsurları asgari üç amaca hizmet etmeliydi:
(1) Kamu dengelerinde sürdürülebilir bir dengenin sağlanması;
(2) De-monetizasyon sürecinin geri çevrilmesi ve likidite talebinin canlandırılması;
(3) Dış kredi kuruluşları ile olan mali ilişkilerin yeniden düzenlenmesi.
1991'in Mart/Nisan aylarında uygulamaya konulan Konvertibilite Planı, bu hedeflere ulaşmak için hazırlanmış olan geniş kapsamlı bir projeydi. Konvertibilite Planı'nın ana unsurları bir yandan para politikasının kurallarının yeni bir yasal düzenlemeyle değiştirilmesi ve finansal sistemin kuralsızlaştırılması (de-regülasyon) gibi mali tedbirlere; diğer yandan da ödemeler dengesinin sermaye kalemlerinin tamamiyle serbestleştirilmesi ve reel üretim sektörlerinde kapsamlı bir özelleştirme gibi yapısal dönüşümleri hedefliyordu.
Bu programın en önemli ayağını finansal kesime yönelik düzenlemeler oluşturmaktaydı. (2) Buna göre Arjantin ulusal para birimi, Peso, bire-bir biçimde Amerikan dolarına sabit kılınıyor, Merkez Bankası'nın para basma olanakları da sadece döviz rezervleriyle sınırlı tutuluyordu. Yani, parasal taban tamamiyle uluslararası döviz rezervlerinden oluşmaktaydı. Plan'ın "konvertibilite" özelliğini vurgulayan bu adım, Arjantin Merkez Bankası'nın tüm parasal politika araçlarını kısıtlıyor ve bu kurumu bir tür Döviz İdaresi - Muhasebe Kuruluşu'na dönüştürüyordu. Eylül 1992'ye değin tamamlanan bir dizi yasal düzenlemeyle de Merkez Bankası'nın kamuya para basarak kredi açması yasaklanıyor ve reeskont işlemleri sıkı bir denetim altına sokuluyordu.
Kamunun vergi idaresine ilişkin olarak da, Reform Programı katma değer vergisinin genişletilmesi ve gelir vergisi marjinal oranlarının yükseltilmesine başvurmaktaydı. Bir yandan da kurumlar vergisi üzerindeki istisnalar kaldırılıyordu.
Kamu kesimine yönelik yeni politikaların temel amacı, gerek Merkez Bankası'nın, gerekse hükümetin yurt-içi kredi piyasalarından uzaklaştırılmasına yönelikti. Bu amaç doğrultusunda Merkez Bankası'nın nihai borçlandırıcı özelliği kaldırılarak, para politikasının idaresi uluslararası döviz piyasalarına bağlanmaktaydı. Öte yandan, üretici sektörlere yapılan yatırımlarda yurt-dışı ve yurt-içi sermaye arasındaki tüm ayırımlar, yurt-dışı sermayenin kar transferlerine yönelik tüm vergiler ile birlikte kaldırılıyordu. Ayrıca bankacılık sektörünün mevduatları üzerindeki her türlü kamu sigortası ve/veya mevduat garantisi yasaklanarak, bankaların kendi özel sigortalarını temin etme zorunluluğu getirilmekteydi. (Ancak bu son politika, pratikte geçerli olamayacak ve bankacılık sektörü, bu kararın Meksika kriziyle birlikte yeniden serbestleştirildiği 1995 Nisan'ına kadar mevduatlar üzerinde hiçbir sigortanın taşınmadığı bir sistemde çalışacaktır.)
Konvertibilite planının son halkasını kapsamlı bir özelleştirme süreci oluşturmaktaydı. Böylece 1991-1994 arasında kamuya toplam 12 milyar dolara yakın bir gelir sağlanırken, bir yandan da Brady Planı'nın gerekleri yerine getirilerek uluslararası kredi kuruluşlarında Arjantin'in itibarı iade ediliyor ve ekonomi uluslararası sermaye piyasalarına yeniden kabul ediliyordu. Arjantin artık uluslararası sermayenin spekülatif çıkar alanına çekilmiş durumdaydı ve dolayısıyla, "Washingtonda'kiler hatırlamak istemese de Arjantinin 90'lardaki politikaları, neoliberal ekonomistlerin önerdiği standartlara örnek" (Rodrik, 2002) (3) oluşturuyordu.
Konvertibilite Planı Altında Arjantin: 1991-1995 Büyüme Evresi
Konvertibilite Planı, hiper-enflasyonist baskıları iki sene içinde kontrol altına almayı başardı ve tüketici fiyatları artış hızı 1991'de yüzde 84'e, 1993'te de yüzde 7.4'e çekildi. 1995 yılının enflasyon oranı yüzde 2'nin altındaydı. Makro ekonomik istikrarın kurulması ve ulusal mali piyasalarda güvenin sağlanmasına koşut olarak, yabancı yatırımcıların spekülatif portföy yatırımları hızla arttı. Programın daha ilk iki yılında, Arjantin finansal ekonomisine toplam 15 milyar dolar yabancı sermaye girişi gerçekleşti. Yurt-dışı sermaye girişleri bir yandan toplam tasarruf hacmini beslerken, diğer yandan da döviz kurunun reel olarak değerlenmesine yol açıyordu. Bu yolla gelen sıcak, kısa vadeli sermaye hareketlerinin yönü Meksika'nın krize girmesi ve Amerikan faiz hadlerinin yükselmesiyle birlikte eksiye dönüşecek ve 1995'te yoğunlaşan krizin ana nedenini oluşturacaktır.
Reform paketi altında, üretici sektörlerin başarısı da göz çarpıcıydı. Gayrı safi yurt-içi hasıla (GSYIH) 5 senelik dönem içinde dolar bazında 2 kat büyüdü. Ancak burada bir uyarı yaparak, söz konusu gelişmenin aşırı değerli döviz kurunun etkisiyle yapay bir genişleme içerdiğini, 1990-bazlı sabit fiyatlarla indirgenmiş olan reel GSYIH artışlarının gerçekte yıllık yüzde 7.9 civarında olduğunu, 5 senelik kümülatif artış düzeyinin de yüzde 30'da kaldığını belirtelim. Hizmetler, dayanıklı tüketim malları ve otomativ sektörlerinin başını çektiği bu süreç, üretici firmalara yeni yatırımlarla sabit sermaye stoklarını yenileme olanağı verdi. Toplam yurt-içi yatırımlar 1994'te GSYIH'nın yüzde 20'sine değin yükseldi. Buna rağmen söz konusu rakam, 1980'ler borç krizi öncesinin performansının yine de gerisinde kalmaktaydı.
Ulusal yatırımların finansman kaynaklarına baktığımızda, bunun gerçekte yurt-dışından sermaye girişlerine bağlı olduğunu, yurt-içi tasarruf hacminin, gayrı safi yurt-içi hasıla içindeki payının ise giderek küçüldüğünü tesbit etmekteyiz. Gerçekten, Arjantin ekonomisinin 1990-sonrası büyüme potansiyelinin doğrudan doğruya yabancı sermaye girişlerine ve bu yolla elde edilen yurt-dışı tasarruflara bağımlı kaldığını; ve son derece hassas dengeler üzerinde sürdürülen bu kaynağın 1995'te kurumasıyla da ulusal üretim kapasitesinin derin bir daralmaya sürüklendiğini görmekteyiz. Söz konusu daralma, 1997 Doğu Asya, 1998 Rusya krizlerinin bulaşma etkisiyle giderek derinleşecek ve 1999 yılında Brezilya'nın devalüasyon kararıyla birlikte Arjantin ihracat pazarlarını da yitirecektir.
Konvertibilite Planı altında yaşanan dış kaynaklı bu büyümenin sınırlarının uluslararası spekülatif sermaye hareketlerindeki dönüşümlerce çizildiği, Arjantin'in büyüme hızları ile sermaye girişleri arasındaki paralelliklerden açıkça görülmektedir. Nitekim, ödemeler dengesinin cari işlemler kalemlerinde yaşanan gelişmeler bu gözlemin diğer bir safhasını sergilemektedir. 1990 ve 1994 arasında, Arjantin'in ihracat gelirleri 12-16 milyar dolar civarında seyrederken; ithalat harcamaları yüzde 500 büyüyerek, 4 milyar dolardan 21 milyar dolara yükselmiştir. Buna koşut olarak, 1990'da 5 milyar dolar fazla veren cari işlemler dengesi, 1992'de 6.7 milyar dolar, 1994'te de 10.2 milyar dolar açık vermiştir.
Büyümenin kaynaklarının ulusal ekonomi yerine, dış dünyadan sağlanıyor olmasının en çarpıcı sonuçlarından biri yurt-içi iş-gücü piyasalarında yaşanan tıkanmada görülmektedir. Özelleştirme sürecine giren yüzlerce işletme ve hizmet faaliyet alanının istihdam gereksinimlerini giderek azaltmaları sonucunda işsizlik oranı hızla yükselmiştir.
Söz konusu dönem boyunca GSYIH ve yatırımlar çok hızlı bir şekilde artmasına karşın, bu potansiyel, emek istihdamında ve emek gelirlerinde anlamlı bir genişleme sağlamamaktadır.1990'da yüzde 6 olan işsizlik oranı, 1994'te yüzde 12.4'e çıkmış; 1995 yılında ekonominin -Türkiye 1993 ve Meksika 1994 krizlerine benzer bir süreç içinde- finansal krize sürüklenmesiyle de yüzde 16.4'e yükselmiştir. Bu rakamlar, mutlak olarak işsiz sayısının 1990'a göre üç misli arttığını ifade etmektedir. Bu gelişme, Arjantin tarihinde işgücü piyasasının yaşadığı en büyük çöküşü yansıtmaktadır.
Konvertibilite Planı'nın Mali Piyasalara Etkileri
1991-sonrasında Arjantin mali-finans sektörlerinde gözlenen en çarpıcı gelişme, ulusal para talebinin yeniden canlanması ve piyasaların likidite kazanmasıdır. Dolaşımdaki nakit para ile bankalardaki toplam (peso+yabancı döviz) mevduat hesaplarından oluşan M2X stokunun GSYIH'ya oranı 1990'da yüzde 5 iken, 1994 sonunda yüzde 20'ye ulaşmıştır. Söz konusu dönemde özel sektörün nakit talebinde yaşanan artış yüzde 100'ü aşmaktadır.
Arjantin para piyasasında yaşanan bu yapısal değişikliğin temel özelliği yoğun bir dolarizasyona dayanıyor olmasıdır. Gerçekten, konvertibilite reform programını izleyen yıllarda özel sektörün mevduat hesapları peso bazında yüzde 159.7 artarken, dolar bazındaki artış yüzde 232.3'tür . Dolayısıyla ödemeler dengesinde yaşanan sermaye hareketleri sadece reel sektörlerde bir tüketim genişlemesine yol açmakla kalmamış, aynı zamanda ulusal ekonominin yeniden parasallaşmasını da sağlamıştır. Bu anlamda, 1980'lerde de-monetizasyon ve dolarizasyon ile karakterize edilen Arjantin ekonomisi, 1991 konvertibilite planının ardından parasallaşma sürecini ancak daha yoğun bir dolarizasyon sonucunda gerçekleştirebilmiştir. Kısa vadeli sermaye (sıcak para) girişleri de bu sürecin belirleyici unsuru olmuştur.
Söz konusu sermaye akımını sağlayan mekanizmalar, özel ve kamu sektörleri için farklı unsurlardan oluşmaktaydı. Özel sektör için sermaye girişleri, spekülatif portföy yatırımlarına dayalı ve özünde finansal kesime ait bir olgu iken; kamu sektörü işin özelleştirme gelirlerinden kaynaklanan ve özünde reel ekonomiye dayanan bir süreci yansıtmaktaydı. Daha somuta indirgersek, Mart 1991 ile Eylül 1994 arasında Arjantin ulusal piyasalarında toplam kredi hacmi yüzde 154 oranında artış gösterdi. Özel sektör açısından bakıldığında bu büyüklüğün yüzde 217'ye çıktığı; kamu sektöründe ise sadece yüzde 17'lik bir büyümeyi ifade ettiği anlaşılmaktadır. Dolayısıyla kamu sektörü finans kesiminden tamamiyle çekilmiş durumdaydı.
Ulusal kredi hacmindeki bu gelişmeler yakından incelendiğinde, bankacılık kesiminde derin bir yoğunlaşmayı (tekelleşmeyi) da beraberinde getirdiği görülecektir. Örneğin 1994 Aralık'ında en büyük 5 bankanın toplam mevduat içindeki payı yüzde 37, en büyük 20 bankanınki ise yüzde 65.3'tür.
Temmuz 1995'e gelindiğinde aynı oranların, sırasıyla, yüzde 42.7'ye ve yüzde 72.8'e ulaştığı hesaplanmaktadır. Yoğunlaşma göstergeleri kredi kullanımı açısından da benzer sonuçlar içermektedir. Örneğin, Nisan 1995'te kredi talebi 250,000 doları aşan en büyük yaklaşık 50 kuruluşun toplam bankacılık finansmanı işindeki payı yüzde 65'i aşmaktadır. Bu rakamlar bize Arjantin'de dış kaynaklardan pompalanan yoğun finansman girişlerinin ulusal pazarda yarattığı tekelci yoğunlaşmanın boyutları hakkında fikir verebilmektedir.
Krize Giden Süreç
1990'ların Meksika, Doğu Asya, Türkiye, Arjantin ve 1980'lerin Şili deneyimleri, finansal liberalizasyon-kriz-reel daralma ve yeniden stabilizasyon sarmalına sürüklenmiş bir ekonominin ana özelliklerini yansıtmaktadır: (i) yoğun sıcak para girişleri; (ii) ulusal paradan uzaklaşma (dolarizasyon); (iii) reel olarak aşırı değerlenmiş döviz kurundan kaynaklanan ticaret açıkları ve bunun pompaladığı yapay büyüme ve aşırı tüketim patlaması; (iv) finans piyasalarında tekelci yoğunlaşma ve bunun getirdiği kaynak israfı ve adaletsiz gelir dağılımı süreci...
Bütün bu süreçlerin dayandığı fiyat dengesi ise reel faizlerin yüksekliği ve döviz kurunun reel olarak aşırı değerli olmasında yatmaktadır. Zira ithalatın ve yurt-içi tüketim hacminin finansmanında kullanılan spekülatif sermaye girişlerinin sürdürülebilmesi ancak bu dengenin korunabilmesine bağlıdır. Anılan ülkelerin hepsinde bu koşulun bir süre için korunabildiğini, ancak yüksek reel faizlerin ve gittikçe büyüyen dış ticaret açıklarının baskısına dayanamayan ulusal ekonominin sonunda derin bir istikrarsızlık ve güvensizlik ortamına sürüklendiğini gözlemekteyiz.
Elde edilen hızlı büyümeye ve enflasyonun düşürülmesine rağmen, Arjantin ekonomisinin yoğun olarak süren dışa bağımlılığı, 1995'den sonra gelişen krizin habercisiydi. Meksika'da 1994 Aralık'ında yaşanan devalüasyon sonrasında ortaya çıkan ve tüm Latin Amerika ülkelerini etkileyen mali krizden Arjantin de payını alıyordu. Amerika'da faiz hadlerinin yükselmesine koşut olarak, kısa vadeli (sıcak) sermaye istikrarsızlaşmaya başlayan Latin Amerika piyasalarını hızla terk ediyor ve dünya ölçeğinde daha güvenli ve yüksek getirili pazarlar arıyordu. Gerek ekonomik büyümesini, gerekse de parasal tabanını dış sermaye akımlarına bağlamış olan Arjantin ekonomisi için bu olgu, ülke tarihindeki en derin iktisadi bunalımın ön koşullarını ortaya çıkartıyordu.
IMF, Arjantin'de yoğunlaşan krizin idaresini bizzat üstlenmiş ve 1998'de 3 milyar dolar, daha sonra da 13.7 milyar dolar ve 2002'de 26 milyar dolarlık kredi paketlerini hazırlamıştı. 2001 yılında işlerin daha da kötüye gitmesiyle 8 milyar dolar'lık bir ek kaynak daha hazırlandı. IMF tüm bu paketlere koşut olarak "bütçe harcamalarını kısılması"nı dayatmaktaydı. Reform paketine "Güçlendirilmiş Yapısal Uyum Olanağı" (Enhanced Structural Adjustment Facility) adı verildikten sonra (-Türkiye ile benzer çağrışımlara dikkatiniz çekmek isterim) kamu maaşlarında yüzde 20'lik bir daralma ve tüm sosyal programların askıya alınması gerçekleştirildi. IMF ortodoksisi "güçlendirilmiş bütçe" söylemi altında, Arjantin'de maaşların, emeklilik ödemelerinin ve sosyal harcamalara ilişkin kamusal yükümlülüklerin yerine getirilmesi yerine, yabancı bankaların alacaklarının tahsilini güvence altına alacak bir siyasi tercihi zorla empoze ettiriyordu.
Merkez Bankası'nın Kriz İdaresi Ve Dersler (4)
Arjantin (Meksika, Doğu Asya, Rusya ve Türkiye...) finans piyasalarının yaşamış (ve yaşamakta) olduğu kriz sürecinden ne gibi dersler çıkartılabilir?
Birincisi, Merkez Bankası'nın bağımsız para politikası sürdürebilmesinin önemidir. Ancak anılan bağımsızlık, sadece kamu sektörünün geri kalan kesimiyle sınırlı kalmayıp, uluslararası sermaye hareketlerine görece de sağlanmış olmalıdır. Bilhassa ödemeler dengesinin cari işlemler kalemlerinde gerekli dengelerin henüz kurulamamış olduğu bir ortamda atılan sınırsız finansal serbesti, Merkez Bankası'nı uluslararası finans piyasalarının basit bir döviz bürosu haline dönüştürmekte ve ulusal ekonomiyi yüksek reel faiz ve düşük kur sarmalında istikrarsızlığa sürüklemektedir.
İkinci olarak, ulusal paranın yabancı paralarla ikamesi - dolarizasyon- ve devalüasyon beklentileri, özel sektör açısından yoğun bir sistemik risk kaynağı oluşturmakta ve mali piyasaların derinleşme sürecini geciktirmektedir.
Doğu Asya, Meksika, Arjantin ve Türkiye'den edindiğimiz dersler, finans piyasalarının serbestleştirilmesiyle; denetimsiz kalan özel sermayenin kısa dönemde aşırı riskli yatırımlara yönelmeyi tercih ettiği yönündedir. Dolayısıyla, Merkez Bankası'nın para otoritesini kullanabilme becerisinin önemi bir kere daha öne çıkmaktadır.
Üçüncü olarak, ulusal mali piyasalar, kısa vadeli yabancı sermaye hareketlerinin istikrarsızlık unsuru taşıyan spekülatif saldırılarına karşın korunmalıdır. Bunu sağlamak için gerekli vergi, munzam karşılık vb. tedbirlerle kısa vadeli sermaye girişleri caydırılmalıdır.
Son olarak Dani Rodrik'in (5) son derece yalın olarak vurguladığı üzere,
"... iyi yönetim keşke mali piyasaların ve ticaret anlaşmalarının getirdiği disiplin sayesinde gerçekleşseydi. Ve gereken tek şey yabancı sermaye için büyük bir hoş geldin partisi düzenlemek olsaydı, ekonomik gelişme de çok daha kolaylaşırdı. Fakat tarih, yabancı kurumsal planların ülkelere uyarlanmasıyla ya da ulusal özerkliğin göz ardı edilmesiyle azgelişmişliğe çözüm bulunamadığını gösteriyor".
Kapitalizmin yeni finansal küreselleşme aşamasında, ulusal piyasaların istikrar içinde kalkınması giderek daha zorlaşmış görünmektedir.
-------------
Kaynaklar:
1) "Arjantin'de Fiyatları Tutun Çağrısı" 8 Ocak 2002, NTVMSNBC. (www.ntvmsnbc.com/news/128751.asp)
(2) Parasal Tabanın benzer şekilde sadece merkez bankası net dış varlıklar kalemindeki genişlemeye tabi kılınması yıllar sonra IMF-yönlendiriciliğindeki başka bir "istikrar programın"ın (Türkiye 2000/2001) anaeksenini oluşturacaktır. IMF, istikrar arayışlarındaki ortodoks katı tutumunu ve tarihsel deneyimlerden hiç ders almama niteliklerini kıskançlıkla korumaktadır.
(3) Dani Rodrik, "Arjantin Çok Çalışmalı Çok" Radikal, 12 Ocak 2002.
(4) Bu bölümde sıralanan dersleri Erol Balkan ile birlikte kaleme aldığımız ve Mart 1996'da Cumhuriyet gazetesinde yayımlanmış olan "Tekila Etkisi Sürerken Arjantin'de Son Tango" başlıklı çalışmamızdan aynen ödünç almaktayım. Tarihsel olgular, ne yazık ki, tarihten ders almayanlar için aynı vurguların yinelenmesini şart koşuyor.
(5) Ibid.
------------
Bilkent Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erinç Yeldan'ın Arjantin'de yaşanan gelişmeler üzerine kaleme aldığı bu yazı Birikim dergisinin Şubat sayısında yayımlanmıştır...