Buenos Aires barrio'larını birbirine bağlayan tren hatlarının birinin devamlı yolcusuyum son birkaç aydır.Yaşadığım yer olan Adrogue'yle şehir merkezi arası trenle yaklaşık yarım saat. Ama neredeyse sürekli olarak yaşanan rötarlar nedeniyle bu süre oldukça uzuyor.
Her gün binlerce Arjantinlinin kullandığı trenler şehrin en önemli ulaşım aracı olma özelliğini de taşıyor. İşçiler, işsiz işçiler, öğrenciler, yerliler, yan, Buenos Aires'in yoksulları, bu trenlerin vazgeçilmez yolcuları.
Ve tabii ki seyyar satıcılar. Sakız, çikolata, kitap, eldiven, çorap, yiyecek, içecek, kilit, makyaj malzemeleri, fener, numaralı gözlük, şapka, vs. Aklınıza ne gelirse hepsini bu trenlerde çok ucuza bulmak mümkün. Benim favorim korsan müzik CD satıcıları. Onlar omuzlarına yerleştirdikleri kasetçalarlarıyla ve gümbür gümbür sonuna kadar açtıkları müziğin sesiyle, vagonlar arasında dolanıp durarak bezgin kulaklara bedava müzik ziyafeti verirler; ve tabii yine kendi yazdıkları kitapları elden satmaya çalışan genç şair ve yazarları da unutmamak gerekir. Onların alıcıları her zaman sakız alanlardan daha fazladır.
Ben uzaktayken işsiz babalar bebeleriyle intihar etmiş.
Eğer hiç aceleniz yoksa işçi saatlerinde trenlere binmemenizi tavsiye ederim. Özellikle de kaburgalarınızın sağlam kalmasını istiyorsanız, programınızı sabah 9'la akşam 6 arasında yapın.
Tren kapılarının önünde oluşan uzun kuyruklarda bile yer bulmak bu saatlerden önce ve sonra imkansız. Kapılar açıldığındaysa tam bir "hücum ruhu"yla hareket eden Arjantinliler, eğer ezilmemişlerse saatlerce bekleyip de nihayetinde trene binmenin verdiği mutlulukla yolculuklarına başlarlar.
Ve şanslı bir gündeyseler, o gün sadece bir rötar olur ve evlerine daha fazla geç kalmadan ama yarın yine aynı rutinin devam edeceğini bilerek yorgun ve ezilmiş işçi bedenleriyle giderler. Ben "Nerede şu meşhur Latin isyanları? Nerede geçmişin sokak isyancıları?" diye hayıflanıp söylenirken imdadıma Başkan Cristina Kischner yetişi verdi, Cristina, Fransa'yla hızlıca bir "Hızlı Tren" anlaşması yapıverdi milyonlarca dolar karşılığında
Buenos Aires'le Rosario şehri (Che Guevara'nın doğduğu şehir) arasında yapılacak gayet gereksiz bir hattın müjdesini halkına gerdirilmiş gülücükleriyle beraber veriverdi.
Ben uzaktayken kadınlar yine ve yine ahlak bekçisi erkeklerin kurbanı olmuş.
Ama heyhat hiç bir işlerine yaramayacak bu hattın gayet bilincinde olan başkentliler sokaklara dökülüverdi. Halihazırda çekimlerini yapmakta olduğum "piqueteros", yani işsizler hareketinin belgeseli nedeniyle sık sık görüştüğüm isyancı başlarından aldığım yeni bir haber üzerine, geçen cuma şehrin koca tren garını işgal ediverdik cümbür cemaat.
Erkek, kadın, çoluk çocuk demeden ellerimizde "Hızlı tren istemiyoruz,herkes için tren" yazılı dövizlerimizle ve tabii ki kızıl bayraklarla çıktık yola. İlk durağımız "Florencio Varela tren istasyonu" oldu.
İstasyonun içine giren onlarca piqueteros bilet gişelerinin önünde barikatlar kurarak insanların bilet almalarını engellediler ve onların trene bedava binmelerini sağladılar. Burada megafonla yapılan konuşmalardan sonra sıra artık gelenekselleşen yol kesme eylemine geldi. Yol kesilerek bildiriler araç sahiplerine de dağıtıldı.
Ben uzaktayken işçiler yine Taksim'e çıkmış gazlar coplar ve gözaltılar eşliğinde.
Yaklaşık 3 saat süren eylemden sonra toplu olarak ana istasyona gidildi; tabii ki trenle ve tabii ki yine bedava. Burada diğer bölgelerden gelen piqueteros hareketleriyle ortak bir eylem gerçekleştirildi.
Tam iş çıkışı ve trenlerin en yoğun kullanıldığı saatlerde gerçekleştirilen bu protestoda yine yolcuların bilet alması engellendi. Polislerse gişelerin etrafını çevirerek biletleri ve bozuk paraları -bozuk para Arjantin'in olmazsa olmazlarından biridir- korumaya almayı ihmal etmedi... Eylemcilerse ellerinde "mate"leri dizlerinin dibinde bebeleriyle sloganlara boğdular koca tren garını.
Ben uzaktayken görmeyen, duymayan, konuşmayanlar birbirlerini ağırlamaya devam etmiş.
Eylem yerine tabureleri ve "mate"leriyle gelenlerin rahatlığına şaşırmamak gerekiyor zira Arjantin tam anlamıyla eylemler, protestolar ülkesi durumunda.
Belki de Latin Amerika'a en çok eylem yapılan ülkedir; yani en azından benim gördüklerim içerisinde Arjantin bu anlamda bir numara diyebilirim.
Zira 2001 krizinden bu yana gelen hükümetlerin yeni çözüm sağlayıcı politikalar üretememelerinden kaynaklı olarak, halk, çözümü kapitalistlerin can damarı olan ve fabrikalara giden ana yolları keserek, barikatlar kurarak ve böylece haklarını alarak bulmuş.
Tabii işsizliğin yüzde altmış, yetmişlere vardığını da belirtmek gerekir. Kayıp annelerinin her perşembe Plaza de Mayo'da yaptıkları eylemin yanında işsizler hareketi, evsizler hareketi, fabrika işgalcileri, muhalefet partileri, vs. Sürekli hareket ve sürekli eylem halindeler.
Eylemin tüm yorgunluğu üzerimde, trene biniyorum. Bir süre sonra hınca hınç dolu kalabalığın arasından yükselen anlamsız seslere kilitleniyor kulağım. Sanki birinin zorla ağzını kapatmışlarda o da kurtulmaya, bağırmaya çalışıyor.
Oturabilmeyi başardığım yerden arıyorum sesin sahibini. Söylediği tek bir kelime bile anlaşılmıyor ama o ısrarla konuşmaya bir şeyler anlatmaya devam ediyor.
Bozuk para sesleriyle birlikte bu anlamsız kelimeler de gittikçe yaklaşıyor. Diğer taraflara çevrilen yüzleri, gözleri, utancı ve onların arasında bu anlamsız seslerin kelimelerin sahibi genç çocuğu görüyorum. Sanki hepimize yaşadığı her şeye ve bu düzene küfreder gibi dilenen dilsiz bir dilenci.
Dönmek lazım görmek, duymak, konuşmak ve alanlarda bir sayı olsa da artabilmek için. (DÇ/EZÖ/TK)
* Dilek Çolak, belgesel yönetmeni. Kendi deyişiyle "uzun bir süredir Latin Amerika'da yaşıyor."