Her Mehmed'in öyküsü sesini değiştiriyor, her ses değiştiğinde nefes almakta zorlanıyordum. Yeni sesin yeni öyküsü beni biraz daha korkutuyordu. Seslerinin rengiyle, onları hayal ediyordum. Gencecik insanlar 21-22 yaşlarında. Sesleri genç, sözleri yüzyıllar kadar yaşlıydı. Üniformasız konuşuyorlardı; bu yüzden çırılçıplaktı sözleri.
"Asker yemez, içmez, korkmaz" demiyordu seslerinin rengi. Korkmuşlardı. Ölüm hemen yanlarından geçmişti. İşte o anlarda eşleri, sevgilileri, aileleri, fotoğraf olmuştu beyinlerinde. İşte o anda, niçin sorusunu sormuşlardı kendilerine usulca.
Askerlikleri bitmiş, ama seslerindeki korku bitmemişti. Hayatla bütünleşemiyorlar, yaşamlarında ürettikleri yalnızlığı bir odada "çatışma" sesleriyle yeniden çoğaltıyorlardı.
Yoksuldular çoğu. Bir avuç toprakları yoktu ölüme giderken.
Aşıktılar her biri; aylarca haber alamadıkları sevgililerini anlatırken, çocuklaşıyordu sesleri.
Hepsi Mehmeddi... Hani şu davullarla , zurnalarla uğurladıklarımız, hani dönüp gelsin de evlendireceğimiz, hani bitirsin de iş sahibi olsun dediğimiz Mehmedlerdi işte.