Kapitalist devlet onu oluşturan sınıfların "Feodal düzen" karşısında uzlaşmasıyla şekillendi. Zemin"ulusal birlik", ilkeler ise "Özgürlük, Adalet ve Eşitlik"ti.En kaba anlamıyla söylersek hepsi "kapital"in büyümesi ve daha çok "kâr etmesi" noktasında uzlaşmıştı.
Sonra günün birinde üzerinde uzlaşmaya varılan bu oyun bozuldu. Gelinen noktanın adına "küreselleşme" denildi. Tarihin bu evresinde "Ulus devlet"in maddi temelleri sarsılmaya başladı. Diğer yandan kârın büyümesinin önünde de çok sayıda engel ortaya çıkmaya başladı.
İnsanın yarattığı "para" giderek her şeyi yiyen, tüketen ve böylelikle büyüyen bir "canavar"a dönüştü. O da tüm "Canavar"lar gibi kendi sonunu kendisi yaratacak şekilde bir gidiş gösteriyor. Günümüzün gerçekliği bu. Bugün "devlet"in yerini ulus üstü şirketler ve onların birlikleri almış durumda.
Artık kârın sürekliliğinin garanti edilmesinde işe yarayan "Tahakküm araçları" arasında devletten çok daha farklı başka olanaklar var. Dahası devlet "küresel egemen"ler açısından kimi noktada kârın önündeki engellerden birisi haline gelmiş durumda.
Onun günümüzde iki işlevi öne çıkıyor: İlki kârın büyümesini engelleyen yerel ölçekteki "küçük" engelleri ortadan kaldırmak. İkinci işlevi ise "toplumun isyan" etmesini engellemek. Bunu devlete yüklenen "sosyal" görevlerle sağlıyor. Eğer bu işlevleri başka aygıtlara yükleyebilirsek "devletin ortadan kalkabileceğini" düşünüyorlar.
İlk işlevi "uluslar arası-üstü anlaşmalar, bildirgeler ve kurumlar" aracılığıyla sağlamaya başladılar. GATT başta olmak üzere tüm anlaşmalar bunu sağlıyor.İkinci işlevi ise STK adı verilen ulusal ve ulusal üstü örgütlenmeler üstlenmeler üstlenmiş durumda, UNDP bunların en üst düzey örnekleri arasında.
Ülkede bugün "daha iyi, daha güzel ve daha doğru" diye üzerinde uzlaşmaya varılan her şeyin aslında bu iki işlevi yerine getirmeye yönelik olduğunun görülmesi gerekiyor. Bu aygıtların herkesin işine yarayan yanlarını öne çıkarıp, egemenlerin işine yarayanlarını uygulamak da "ince politika" örnekleri arasında sayılıyor.
Dikkatle irdelenirse görülecektir ki; İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi'nden başlayıp Uluslararası Ceza Mahkeme'lerine kadar gelen süreç aslında sermayenin kârlılığını garanti altına alan anlaşmaların da yaşamımızın bir gerçekliği olması süreciydi.
Solcular, demokratlar bu süreçte hep "insan hakları" alanındaki gelişmelere baktılar ve bu sürecin destekçisi oldular, olduk. Bu sürecin diğer unsurları "para"nın peşinde olunmadığı için pek üzerinde durulmadı, dikkati çekmedi. Genel politik söylem olarak sermayeye karşıtlığı ifade ederken kullanılan unsurlar olarak kaldı.
Ne zaman ki bunlar doğrudan yaşama olanağını ortadan kaldırır hale geldi, ancak o zaman itirazlara yol açtı. Son dönemdeki "küresel" itiraz örnekleri yine de yaygın bir karşı çıkışın gerekçesi olamadılar.
Ama bugün her şey çok daha net ve somut. İnsan haklarını en çok ihlâl eden güçler bu mahkemeleri reddederken, ticaret anlaşmalarını bir zorunluluk olarak savunuyor ve gerekirse korumak için insan haklarını bile ortadan kaldırabileceğini söylüyorlar.
Aynı gerçekliğin ikinci noktada yani "sosyal" alanda da olduğunu çok iyi görmek gerekiyor. Açlık yoksulluk başta olmak üzere her türlü eşitsizliğin görünür sonuçlarını "onun için fark etti" diyerek bir nebze gözlerden ırak tutmaya çalışan her türlü STK -namı diğer NGO- faaliyeti, aslında bunların olmamasını bir "hak" olarak gören anlayışın inkârından başka bir anlam taşımıyor.
"Hak" olanı, iane ve yardımla "kısmen" sağlamaya çalışmak, "eşitsizliği" kabul etmek, dahası bir anlamda onu savunmak demek. Onun için devlet bu işlevlerini bu tür örgütlere devretme konusunda çok gönüllü. Onun için bu anlamda pek çok işbirlikleri gerçekleşiyor. AB ile fon temelinde uygulamaya konulan projelerin çoğunda devlet bu tür STK'larla işbirliği halinde. O nedenle STK'ların daha çok proje üretmesi, daha çok fon kullanması öneriliyor, özendiriliyor.
Tam bu noktada bir ayrım yapılıyor: "İyi ve kötü" STK'lar. Ama unutulmamalı ki kimi STK'ları iyi, makbul, kimilerini de "kötü, kökü dışarıda" saymak ve tartışmayı buradan kurgulamak çok anlamlı değil. İşin aslı yapılanların doğru değerlendirilmesi: STK'ların faaliyetleri eşitsizlikleri, adaletsizlikleri ve hak ihlâllerini meşrulaştırıyor mu yoksa nihai hedefi bunları ortadan kaldırmak mı? İşte burası zurnanın "zırt" dediği nokta. Ne yazık ki kimse burayı tartışmıyor, tıpkı " uluslar arası ceza mahkemesi" nin işlevini, etkisini, yarar ve zararını ve sonucunu tartışmadığı gibi.(MS/YS)