Bir taraftan halkın temsil edildiği izlenimi veren, diğer taraftan seçkinlerin kendi tasavvurlarını halka dayatmaya dayanan modernleşme karşıtı bir tutum.
Bu planlama anlayışı bir taraftan kentin tarihi bölgelerini giderek fakirleştirirken, diğer taraftan tepeden inme uygulamalarla gelişmelerin iyice yönetilemez olmasına yol açıyor.
Bu planlama anlayışı kendi konumunu ussal olarak kabul eden uzmanların, kendilerini temsil etmeleri ile bazı örgütlü kesimlerin kendi çıkarlarını temsil edebilecekleri katı, peşin yargılara dayanan bir yöntemle gerçekleşiyor.
Planlama anlayışı: İnsan haklarının ihlali
Bu planlama anlayışı ile kentliler planlamayı kendilerine hizmet için değil, eziyet etmek üzere uzmanlar tarafından uydurulmuş bir kamu işlevi olarak kabul ediyorlar. Her şeyden önce bu planlama anlayışı temel insan haklarının ihlali anlamına geliyor.
Örneğin surlar çevresindeki tarihi mahalleler yıkılacak ve yerlerine "tarihi yarımadanın klasik mimarisini yansıtan" evler yapılacakmış.
Binlerce bölge sakininin küçük üretici ve ticarethane sahibinin, "kamu eliyle", bir "varlık vergisi" yöntemiyle, "restitüsyon" (tarihi bina taklidi) uygulama yöntemleriyle bölgeden uzaklaştırılmaları söz konusu.
Bu projelerin müellifleri arasında kamu işlevi ifa eden üniversite mensuplarının olması ise, durumun daha da vahim bir karakter almasına yol açıyor.
Bu işlem kişilerin mal, mülk ve servetine karakuşi yöntemlerle el konulması anlamını taşıyor.
Bu bölgelerdeki mülkiyet sahipleri neden diğer İstanbullular gibi "biz evimizi gerekiyorsa kendimiz tamir ederiz, hatta sizin planladığınız gibi istersek, yıkıp yaparız", diyemezler?
Başka semtlerde oturan vatandaşların neden böyle bir hakkı var da, onların böyle bir hakkı yok? Bu kararlar alınırken onlara soruldu mu?
Yeni bir moda: 21. yüzyıl Osmanlı Mimarisi
Tarihi Yarımadada tuhaf şeyler oluyor.
Belediye tarafından binalar, sahiplerinden satın alınıyor, bunların yıkılarak yerlerine "yeni geleneksel ahşap konutlarının inşa edileceği" söyleniyor.
Bunun için de mimari "tasarım" çalışmaları yapılıyor.
Peki bu operasyonun gerekçesi ne?
Bölgedeki ahşap yapı stokunun hızla erimesi, semtin bir çöküntü alanı haline gelmesi.
Belediye bu operasyonla bu gidişe karşı durmayı hedefliyor.
Kent yönetimi, bugüne kadar inşaat şirketlerinin yaptığını yapıyor: Kendi mimarına işi veriyor. Yapıları kamulaştırmaya gerek duymadan satın alıyor. Tasarım kararları alıyor. Bir mimar, tıpkı bir şirketle iş yapar gibi kent yönetimine bağlı olarak proje yapıyor, tasarım hizmeti yerine getiriyor.
Kent yönetiminin bir şirketi tarafından yürütülen bu operasyon sonucunda yapılacak olan konutların, gene bu şirket tarafından satılması söz konusu olabilecek.
Bu projelerde yer alan örnekler, 20. yüzyıl başına ait ahşap yapıların taklitlerinden oluşuyor.
Taklit yapılan ve güncel koruma
Bölgedeki ahşap yapı stokundan ve bazı varsayımlardan yola çıkarak, taklit yapıların yapılmasının güncel koruma pratikleri ile bir ilgisi olması mümkün değil.
Bu projelendirme süreci ile yapılan uygulama bölgedeki mimarlık kalitesini olumsuz yönde etkileyecek ve İstanbul'un Tehdit Altındaki Dünya Kültür Mirası Listesi'nde yer alması için, bir yeni gerekçe oluşturacak.
Bu durumda bölgedeki kültür varlıklarında sürmekte olan tahribatın devam edeceği açık.
Önemli olan kaybolmuş kültür mirasını varsayımlara göre inşa etmek değil, şu anda mevcudiyetini koruyan yapıların korunması olmalı.
Yanı başında korunmaya muhtaç kültür mirası dururken, onu kaderine terk edip, imitasyon yapılar yapmanın nasıl bir koruma anlayışı ile bağdaştırıldığı anlaşılamıyor.
Asıl hedef binaların taklitlerini varsayımlara göre yeniden inşa etmek değil, şu anda mevcudiyetini koruyan yapıların korunması olmalı.
Örneğin Süleymaniye, son on yıllardaki büyük kayıplara rağmen, hala çok sayıda tarihi yapı stokuna sahip. Bunlardan bazıları küçük müdahalelerle, bazıları ise daha kapsamlı restorasyon projeleri ile kurtarılmayı beklemekte.
Kaynak, emek ve zaman kaybı
Bu yapılar koruma altına alınmayıp kendi hallerine bırakılıyor. Buna karşılık kaynak, emek, zaman şuursuzca harcanırken, gerçek değerler tek tek kaybedilecek, fakat artık yerlerinde olmadıkları için İBB Süleymaniye Projesi kapsamına girmeye, yeni inşaat alanı olarak değerlendirilmeye hak kazanabilecekler.
Bu uygulamanın devam etmesi, zaman, para, emek kaybının yanı sıra, dünyada kabul görmüş koruma ilkeleri çerçevesinde, anlamlı ve doğru bir koruma bilinci ile kazanılabileceklerin kaybı; bu değerlere sahip olmakla dünyaya borçlu olduğumuz geleceğe aktarılacak bilginin kaybı.
Eğer, İstanbul'da şu sıralar sürmekte veya başlamak üzere olan bu proje durdurulmazsa, yapılması gereken tek şey kalıyor: Bugün yapılmakta olanlar için bütün duyarlı insanlara çağrı yapılması.
Kamu önceliği: Küçük müdahaleli koruma
Çünkü bu yapılmazsa İstanbul'un araştırmacıları, akademisyenleri, mimarları, siyasetçileri büyük bir vebal altına girecekler. Buna karşılık bölgedeki tarihi yapı stokunun nasıl onarılacağına, kendi evini tamir etmek isteyen kişilerin kamu destekleri ile nasıl bir yöntemle yönlendirileceklerine dair bir bilgi yok.
Oysa bugün küçük müdahaleler ile bir çok yapıyı özgün halleriyle korumak mümkün. Özgün örneklerin giderek azaldığı dikkate alınırsa, kamu tarafından önceliğin bunlara verilmesi gerekli.
Bölgede yaşayan halk, mülk sahipleri ile ilgili hiç bir program bulunmamakta. Onların binalarını satarak ya da zorlama ile semti terk etmeleri bekleniyor. Oysa bu ölçekteki kentsel uygulamalar yalnızca fiziksel çevre ile ilgili tasarımlardan ibaret olmamalı.
Müzeografik düzenleme:Canlandırma projeleri
İstanbul'da belli amaçlarla yeniden canlandırma projeleri yapılabilir. Örneğin değişik dönemlere ait konut tipleri varsayımsal olarak inşa edilebilir. Ancak bu canlandırma işlemleri güncel müzeografik düzenlemelerle yapılmalı ve koruma uygulaması olarak adlandırılmamalı. Bir dokümantasyonla, kavramsal yapısı profesyonelce kurgulanarak gerçekleştirilmeli.
Ayrıca bölgedeki yapıların istimlaki, yıkımı ve yerlerine yeni inşaat söz konusu olduğuna göre, altındaki katmanlar hakkında bir araştırma yapılması zorunlu. Bu zorunluluk Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerle de teyit edilmiş durumda.
Projeler bu katmanları dikkate almak ve bu araştırma sürecini profesyonelce kurgulamayı hedeflemek zorunda. Bu aşamada mimarlıkla ilgili bir tercih ortaya konması yerine, mimarlıkla ilgili hizmetlerin nasıl alınacağı konusunun esaslara bağlanması gerekli.
Çünkü bu kapsamdaki bir çalışmanın nasıl seçildiği belli olmayan bir mimarlık hizmeti alınması ile değil, profesyonel bir yaklaşıma ve kamu hizmetlerinde gözetilmesi gereken esaslara göre düzenlenmesi beklenmeli.
Gönüllü danışma kurulu
İBB yönetimi profesyonel mimari hizmet alımlarını kurallı bir biçimde yapmak zorunda. Buna karşılık yeni yerel yönetimler yasası profesyonel bilgiden yararlanma, katılımcılık açısından farklı bir kurumlaşma öngörmekte. Bu nedenle gönüllü bir danışma kurulu oluşturulmuş.
Yapılan ilk toplantıda Kültür ve Turizm Bakanı, bütün uygulamaların bu kurulun bilgisi ve öngördüğü prensipler dahilinde yapılacağını belirtmiş. Ancak bu Danışma Kurulu'nun bilgisi olmadan kararların alınmakta ve uygulamaların yapılmakta olduğu görülmekte.
İhale, satın alma, personel görevlendirme gibi işlerin genel teamüllere ve görevlendirme ilkelerine göre Danışma Kurulu tarafından esaslar belirlendikten sonra yapılması gerekli. Bunun aksi yönündeki işlemler bu danışma kurulunun görevlendirme ilkelerine aykırı.
Bu gidişin sonu vahim
Sonuçta İstanbul'da 2005 yılının ikinci yarısında, yerel yönetimin inisiyatifi ile büyük bir şevk ve yüksek bütçelerle başlanan, şehrin tarihinde nadir rastlanan ve benzer felaketlerle sonuçlanacak, Türkiye'nin ve İstanbul'un mesleki ve profesyonel itibarını sarsacak olan bir inşa faaliyeti söz konusu.
Bu girişim kültür varlıklarını korumakla ilgisi olmayan profesyonellik dışı bir mimarlık anlayışının, yeni bir modanın ortaya çıkması ile doruk noktasına ulaşacak ve ondan sonra da tartışmak için çok geç olacak.
Bu moda, hiç şüphe yok ki kendisini uzun yıllar yaşatmayı başaramayacak ancak İstanbul'da, özellikle eski dokunun az da olsa korunduğu bölgelerde, eşi görülmemiş bir kamusal operasyonla 21. yüzyıl öncesine ait hiçbir yapının kalmaması ile sonuçlanacak. Ayrıca bölgede "Osmanlı ilkokulu" inşa edilmesi düşünülmekte.
Adalar ortasındaki "kamusal yeşil alanlar" gerekirken arttırılan tevhit şartları ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan çok büyük yapılar da kente dair olmayan, adeta yüz yıl önceki tepeden inmeci bu ideolojik transformasyonun bir göstergesi. Bu ve benzeri modalar, bölge sakinleri tarafından kabul edilip benimsenmemiş olacak ve büyük ihtimalle bölgeye kamu kendi çalışanlarını yerleştirmek zorunda kalacak. Bu durumu farkına varılmamış modernleşme, bir tür "geç revivalizm" olarak yorumlayanlar da var.
Bu yazıda ortaya koymaya çalıştığımız nedenlerle, yöneticilerin ve bu işi yapan mimarların yaklaşımlarının kendi evlerine özel bir tercih, kent için ise bir taslak çalışma olarak değerlendirilmesini, kent yönetimine mal edilmemesini ve kamu kaynaklarının kavramsal temeli oluşmamış, yöntemsel araçlara kavuşmamış bir süreç içinde kullanılmaması gerekli.(AD)