İnsanın neresi işliyorsa orası ışıldıyor. Yaşam bunu bize gösteriyor. Bilim de doğruluyor.
Bedenin işletenlerin bedenleri ışıldıyor. Her zaman "genç ve dinç" kalıyorlar.
Aklını, beynini işletenlerin de "akılları, beyinleri" ışıldıyor. Son zamanların moda hastalığı "Alzheimer"in en iyi çözümlerinden birisinin ilaç firmalarına paralar kazandıran ilaçlar değil, beyin faaliyetleri olduğunu bilim kanıtlıyor.
Ruhlarını, duygularını işletenlerin ise "ruhları ve duyguları" ışıldıyor. Onlara "sanatçı" diyoruz.
Ölüme direnmek
İnsan günler aylar yıllar geçtikçe yaşlanıyor. Yaşlanmak bedenin en küçük yapı taşı olan hücrelerin ölmesi demek. O nedenle "yaşlanmak" bana, bir anlamda parça para ölmek gibi geliyor. Onun için "Yaşamak ölüme direnmek"tir. Çalışan, işleyen yerlerimiz ölmüyor. Eğer "işlemek" öldürmüyorsa, o zaman ölümün çaresi sürekli "işlemek"tir.
Şu yaşıma kadar çok yaşlı ve çok ölüm gördüm. "Ölüm"ler çeşit çeşit. Bedeni 20 yaşındakiler kadar genç ama aklını yitirenler de vardı. Aklı "pırıl pırıl"ken bedeni "ölmüş" olanlar da. Hele duygular... Onları yitirenler bedenleri ve akılları ne kadar yerinde ve "ışıl ışıl" olsa da çoktan ölmüşlerdi.
İnsanı öldürmemek gerekli. İnsanı oluşturan unsurları, onları insan yapan yanlarını da öldürmemek gerekli. Aklını, yüreğini, emeğini yani bedenini öldürmemek gerekli.
Ama bunları yaşlanınca yapmak, ölümü engellemiyor. Yaşlanmadan, henüz bu unsurların hepsi "genç"ken, "dinç"ken bunları yapmak gerekli.
Yaşlılık
Bunları neden yazıyorum: Yaşlandığında yani insanın, aklı, bedeni ve ruhu "paslandığında" en çok gidilen yerler arasında "sağlık kuruluşları", kişiler de "sağlık çalışanları" özellikle de hekimler oluyor da ondan.
Bir çok yasa, yönetmelik, sözleşme, belge "yaşlıların da bir çok hakları" olduğunu ortaya koyuyor. Dahası bunları tanıtmak, kabul ettirmek, benimsetmek, geliştirmek için, başta Dünya Sağlık Örgütü (WHO) ve ülkelerin sağlıkla ilgili en üst otoriteleri olmak üzere çeşitli kampanyalar, programlar düzenliyorlar.
Herhalde kimse "yaşlı" olduğunu kabul etmediği için bu kampanyalar yeterince etkin olamıyor. Kimse kulak asmasa da bu kampanyalar "yaşlı"lar için değil, "yaşlanmaya aday olanlar" için düzenleniyor.
Yaşlılık aslında bir anlamda "pozitif ayrımcılığı" gerektiren bir durum. Dolayısıyla ayrı ve ayrıcalıklı "haklar" tanımlanmış. Öyle de olmalı. Bu hakların arasında "sağlık"la ilgili haklar, ve bu haklar doğrultusunda tanımlanmış "hizmetler" var.
Ne yazık ki bu hizmetlerin gerçekleşmesi hem "sosyo-ekonomik durum" hem de "kültür"e bağlı. Her konuda olduğu gibi bu konuda da "yoksunluk ve yoksulluk" sorunların asıl nedeni. Yukarıdakilerin ikisinden de "yoksun" olanların yaşadığı yerlerde bu hakların, dolayısıyla hizmetlerin esamisi okunmuyor.
"Ölümü ertelemek"
Yoksulluğu da yoksunluğu da "kapitalist ekonomik model" yaratıyor. Bir yandan da her alana "kâr" açısından baktığından bu alandaki hizmetler de aynı zamanda birer "para kazanma yolu", yani "rant" kapısı olmuş durumda.
Yaşam boyu bazı "ilaçları" kullanırsak "yaşlanmayacağımıza", "aklımızın bizi terk etmeyeceğine" inandırılıyoruz. Ya da belirli sağlık hizmetlerini düzenli ve sık olarak talep eder yararlanırsak, yani sık sık "check-up" yaptırırsak, sorunlarımızın erken fark edilip, daha kolay çözümleneceği ileri sürülüyor. Üstelik bunlar da birer "hak" olarak sunuluyor.
Bunlara inanıyoruz. İnandırılıyoruz. Sonra o hizmetleri, maddeleri alıyor ve tüketiyoruz. Sonuç düşünüldüğü gibi mi? Burası "kuşkulu". Tam bu noktada sizi kandırmak için bir sihirli sözcük üretiliyor: "Yaşam Kalitesi" Yaşamımızı "kaliteli" kılmak için tüketime yönlendiriliyoruz. Onları tüketirken, kendimizi de tüketiyoruz. Uzun yaşamak ve bazı ilaçları ve maddeleri almak ya da bakım hizmetlerinden yaşamak ise sağlıklı yaşama sayılıyor.
Yaşamın unsurları gözden kaybedilirken, "sağlık hizmeti ve tıbbi destek alarak" ölümün ertelenebileceği düşünülüyor ve hedefleniyor.
Bilimsel veriler teknolojinin olanakları sonucunda beklenen ömrün uzadığını ortaya koyuyor. Ama "ömür" tek veri olunca, yaşam yanlış algılanıyor ve değerlendiriliyor. Nasıl ve ne pahasına yaşadığınız değerlendirilmiyor genellikle. Bundan yararlanan ise yalnız ve yalnız "ticarileşmiş sağlık sektörü" oluyor. Yaşlılar tıbbın olanaklarıyla eskiye göre çok daha fazla "sağlık hizmeti" tüketiyorlar.
"Yalnızlık" ve "Yalnız yaşlılar"
Günümüzde insanlar yalnız ve dayanaksızlar. Aklım ermeye başladığından beri hep yaşlılarla yakın oldum. Çünkü henüz "çekirdek aile" denilen insanı ve toplumu "atomize" eden bir model, kapitalizmin bir ürünü olarak tüm yaşamımızı kaplamamıştı. Son yıllarda çevremde, tanıdığım bildiğim insanların içinde çok sayıda "yalnız" insan görüyorum. Onların arasında " yalnız yaşlılar" da var.
Yaşlılara verilen sağlık hizmetleri konusunda da çok büyük yanlışların doğurduğu çok büyük israflar var. Bir hekim olarak bunların çoğunun yalnızlıktan, "dayanışma" bilincinin ve bu bilinç doğrultusundaki tutum ve davranışların eksikliğinden, yokluğundan kaynaklandığını düşünüyorum. Hakları, ödev ve sorumlulukları tarif etmekle bir yerlere yazmakla, hatta onlar için çeşitli organizasyonlar kurmakla yaşlılığın sorunları, yaşlıların yaşadığı sağlık sorunları çözümlenmiyor.
Yukarıda dediğim gibi buna "kapitalist devlet"in insana bakışı ve "kapitalist kâr etme mantığı"na dayalı tutumu yol açıyor. Aslında "büyük insanlık ailesi"nin birer ferdi olarak insanlık tarihinin bir evresinde birlikte yarattığımız, insanlığa hizmet etmek için oluşturduğumuz bu "devlet"lerin pek çok konuda olduğu gibi bu konudaki yanlışlarını düzeltmek için çabalamak, mücadele etmek, yazılı kuralların uygulanmasını istemek hem bir ödev, hem de kaçamayacağımız bir sorumluluk.
Ama başka bir sorumluluk daha var bence. İstemeden de olsa benimsediğimiz "kabulleri", "bakışları", "tutum ve davranışları" değiştirmemiz gerekli: Yaşlıları en güzel ortamlara sahip olsa bile huzur evlerine, yaşlı bakım yurtlarına, hastane köşelerine terk etmemeliyiz.
Her şeyden önce hem kendimizin hem de onların yaşlanmalarına, bedenlerinin günden gün ölmelerine izin vermemeliyiz.
Dayanışarak, yardımlaşarak, bilgimizi görgümüzü birleştirerek, gerektiği yerde kendi organizasyon ve modellerimizi oluşturarak, yabancılaştığımız ve yabancılaştırdığımız, bu nedenle yalnızlaştırdığımız insanlarla, yaşlılarımızla bir araya gelmenin yollarını bulmalıyız. Bunu aslında onlar için değil kendimiz için de yapmalıyız. Yaşlıları yaşamın içinde, üretken ve "her daim genç" tutmayı başarabilmeliyiz.
Asıl acıtan
Yaşamın sonuna yaklaşanlar için hastalıklar ve sağlık sorunları gerçek acı ve ızdırap nedeni değildir. Onları asıl acıtan "yalnızlık ve kimsesizlik"tir.
Bunlar onların mutluluklarını ve yaşamla bağlarını azaltır. Onları yaşamın içinde tutmanın tek yolu "sevdikleriyle bir arada olmalarını sağlamak", "sevildiklerini hissettirmek" ve "bir işe yaradıklarını duyumsatmak"tır. Geri kalanı bunlar olduğunda kolaylıkla çözümlenebilir. Salt tüketen insan önce kendisini tüketir. (MS/BA)