"Makinalar kültür inşa etmez ama bu inşa sürecine aracı olur."
Bugün kameramızı tutuğumuz hikaye bizi Cart Horses pub’a götürdü.. Iron Maiden’nin ilk sahne aldığı yer. Iron Maiden - Run To The Hills şarkı sözlerinde şunları diyor:
“Beyaz adam denizi aşarak geldi. Bize acı ve mutsuzluk getirdi. Kabilelerimizi ve inancımızı öldürdü. Onunla sert savaşlar yaptık. Tepelerde onlara cehennemi verdik. Daha kalabalık geldiler öldürmek için.. Özgür olabilecek miyiz? Tepelere doğru koşun, hayatınız için koşun..”
Bu haftanın hikayesinde Alkan Karaçam da kendi hayatında hissettiği mutsuzluğu mutluluğa çevirmek ve hayatı için koşup daha özgür hissetmek için belki de yeni bir yolculuğa çıkmış. 8.5 yıldır, İngiltere’de yaşıyor. Doktorasını yakarak geldiği bu yeni ülkede kendi yarattığı yeni hayat hikayesini dinlemeye başlıyorum.
Ne zaman geldin? Bu hikaye nasıl ve neden başladı?
8.5 yıl önce taşındım. Türkiyedeyken akademisyendim. Burada başka alanlarda işler yaptım. Yaşam şeklimden dolayı Avrupa’ya dönük bir insandım. Türkiye’de kendimi mutsuz hissettim. Hep ikilemde kaldım gitsem mi kalsam mı diye sonra kardeşim beni ikna etti. “Abi burada çok mutsuzsun sen git ben de mutlu olayım.” dedi ve ben buraya geldim.
“Çok şey değişti hayatımda..”
O günden bugüne hayatında neler değişti? Neleri fark ettin? Burası sana ne öğretti?
Çok şey değişti hayatımda.. Eski bir akademisyen olarak teori ve kuramıyla uğraştığım emek, sömürü çelişkisini burada birebir deneyimledim.
Dünyam daha da açıldı. Londra kapitalizmin göbeği. Gerçek bir kapitalist düzenin nasıl olduğunu gözlemleyip inceleme şansım oldu. Zor zamanlar yaşadım, beşeri ve diğer ilişkilerde. Çok sevdiğim müzik gruplarıyla burada tanıştım. Benim hayatımı oluştururken değer verdiğim şeyleri burada deneyimledim. Bunlar hayatıma olumlu değerler kattı.
Dönmek senin için ne ifade ediyor?
Hiçbir şey ifade etmiyor. Buralıyım, artık.
En şaşırdığın olaylar?
İngilizlerin dakik oluşları. İstanbul’da 15, 20 dk beklemek olağandı. Burada tren 7 dk gösterdiğinde of nasıl bekleyeceğim dediğime şaşırmıştım. Ben buraya Londra romantizmiyle gelmemiştim. Çok şaşalı bir şehir burası her yürüdüğümde yeni bir yer keşfedip kendimi turist gibi hissediyorum. Hep tarihten izler karşıma çıkıyor. Bir yerde Pink Floyd’un albüm kaydettiği yer çıkıyor, bir yerde Charles Dickens’in yaşadığı bir yer, Bir yerde Marx’in evi çıkıyor, gibi. Bu anlamda ilgi çekici buluyorum.
“En çok kardeşimi özlüyorum”
Peki özlemi nasıl tanımlayabilirsin?
Bir şeyi özlemek dediğimde aklıma kardeşim geliyor. Ailemi özlüyorum. En çok kardeşimi özlüyorum.
Arada kalmak sana ne ifade ediyor?
Türkiye konusunda arada kalmadım, hiç. Buradaki toplum ilişkilerine katıldığımda korkunç bir emek sömürüsüyle karşılaştım bunlarda arada kaldım; çünkü Türkiye’de olsa bunlara aşırı tepki verirdim ama burada sineye çekiyordum bu konularda arada kaldım diyebilirim. Bunlar olsa da geri dönmeyi hiç düşünmedim. Zor süreçlerdi.
Daha önce deneyimlemediğim bir hayattı. İtalyan, Fransız, Hindistanlı göçmenler içinde bunlar geçerli. Bu durumlarda kendimi müziğe veriyordum, ailemle sık konuşuyordum. Bu şekilde hayatta kalmayı başardım. Marksizm çalıştığım için bu bilgi benim işime burada yaradı.
Türkiye’ye gittiğinde ne hissediyorsun özellikle ilk gidişindeki his neydi, peki buraya ilk geldiğindeki his?
Buraya geldikten 1.5 yıl sonra gitmiştim çok değişmişti her şey. Beşeri ve şehir yapısı olarak İstanbul baya şaşırtmıştı, beni. Buraya geldiğimde baya nefes aldım.
Gitmek mi? Kalmak mı?
Kalmak.
“Bunu kim hissetmedim derse yalan söyler”
Burada kendini 2. sınıf vatandaş olarak hissettiğin oldu mu?
Tabi ki. Bunu kim hissetmedim derse yalan söyler. 50 yılda burada yaşıyor olsak burada göçmeniz. Bu göçmenliği hissediyorsun. Yaşam tarzım Avrupaya çok uygun o yüzden yabancılığı çok hissetmedim.
Yabancı arkadaşların ve Türkiyeli arkadaşlarınla geçirdiğin vakitlerde farklılıklar var mı? ya da aynılıklar?
Yabancı arkadaşlarla hemdert değiliz. Sohbetler çok derinlikli olmuyor. Türkiyeli arkadaşlarla daha benzer olduğumuz için sohbetler daha aynı.
Buradaki yaşam koşullarını nasıl görüyorsun?
Birkaç sene evvel daha iyiydi. Şu anda enflasyon yükseldi buna ragmen alımgücü yüksek burada.
Buraya geldiğin için hayatında neler değişti?
Emek sermaye sömürüsünü bildiğimi düşünüyorum bunu hiç deneyimlememiştim. Buraya geldiğimde kapitalizm nasıl işlediğini gördüm. Türkiye toplumunda korkunç bir emek sömürü var. Saati 3.5, 4 pound’a çalışmıştım ilk geldiğim yıllarda.. Bu bana akademik olarak çok şey kattı. Burada herkes 5 pound’a bira içiyor tamam ama hayatın her yerinde eşitlenmek mesele. Londra’nın %40’ı park bununda çalışmayla ilişkisi var. İnsanlar parkta koşacak, rahatlayacak ki Pazartesi işe gidebilsin. Burada bunları gördüm.
Ruhun ve kalbinde burada mı? Ne düşünüyorsun bu konuda?
Kalbimde, ruhumda burada.
Deneyimlerinden eklemek istediklerin?
Enterasan bir hikaye var. Çok eski oturduğum yerde Türkiyeli bir bakkal vardı. İki kardeşler. Çok monoton bir hayat yaşıyordu. 7’de bakkalı açıp bakkalı temizliyordu sonra mesai sonrası yan taraftaki evine gidiyordu. Ve bunu her gün yapıyordu. Türkiye’den getirdiği kıyafetleri giyiyordu.
Onu alışveriş merkezine götürdüm. 20, 25 dükkan dolaştık. Hiçbir şey almadı. Muhtemelen sosyal fobisi vardı. Sürekli Londra’dan şikayet ediyordu. İnternet falan da kullanmazdı.
Bakkaldaki televizyonu vardı. Türk kanallarını oradan izliyordu. Değme okumuş insanlara nal toplatacak analiz yeteneği vardı. Her şeyin farkındaydı. Çok iyi İngilizce biliyordu. Köyden gelmiş buraya çok enterasan bir insandı. Bir tek benimle konuşuyordu. Burada gördüğüm en ilginç hikayelerden diyebilirim.
(RYÇ/EMK)