Sanki hem maddi olanakların, hem de toplumsal gelişmenin olumlu bir sonucuymuş gibi sunulan ve bir bölüm insanın da bir tür "sosyal hak" diye nitelendirerek sahip çıktığı kurumlardan birisidir "huzurevleri".
Hemen belirtelim ki, hiç kimsesi olmayan/kalmayan kişilere toplum adına devletin sahip çıkması, sıcak bir ortam ve ona yetecek kadar gıda sağlaması "insanı" önceleyen tüm toplumlarda bir zorunluluktur.
Bu hizmetin temelini "ele/güne/kimseye muhtaç olmama/kalmama" ve toplum adına "insana/bireye/yurttaşa" yönelik bir tür "sahip çıkma" tutumu oluşturur. Ancak bunun sağlanmış olması sorunun gerçek anlamda çözümlendiği anlamına da gelmez. Çünkü kanımca bir insan için yaşamının sonuna kadar bir huzurevinde kalmak ancak "çaresizliğin" yarattığı bir çare olabilir.
Diğer yandan bunun kapitalist toplum düzeninin insanlara "sen 'birey'sin" deyip öteki bireylerden yalıttığı ve böylelikle güçsüz bıraktığı "yalnız insan"ın zorunlu olarak razı geldiği bir çözüm olduğunu söylemek de mümkündür.
Neden böyledir?
Çünkü bir insanın "insan" olmasına ve "insan" kalmasına, yalnızca "sıcak ortam", "bir tas sıcak çorba" ve "çıplaklıktan kurtulma" yetmez.
İnsanın her koşulda ve her şeyden önce "insan"a gereksinimi vardır.
Huzurevlerinin benzer çok sayıda insanın bir arada yaşadığı yerler olduğunu ve orada çok sayıda "insan"ın bulunduğunu, dolayısıyla "yalnızlığın" söz konusu olamayacağını söylemek kolay olsa da kanımca "gerçekçi" bir değerlendirme değildir.
Çünkü "yaşamın kıyısındaki" insanın aradığı "insan" öncelikle tanıdığı bildiği kendini seven ve sayan, kendisinin de sevdiği ve saydığı insanlar olmalıdır. "Birlikte yaşamak", mekansal olarak aynı ortamda yaşamak değildir.
Aslına bakılırsa hiç bir toplumsal "hizmet" organizasyonu insana sevdiği ve sevildiği ortamları sağlayamaz. Bunu önce insanın kendi çevresi sonra da içinde bulunduğu toplumsal çevresi sağlayabilir.
Doğal ortamın getirdiği çözüm
Gelişmiş kapitalist ülke insanlarının bizden çok daha önce yaşamaya başladığı bu sorunun evrensel ve her zaman gerçekleşebilir çözümleri yoktur ne yazık ki!
Henüz "feodal" unsurları içinde barındıran bir toplum olarak bizim toplumumuzda çoğu zaman gelişmiş toplumlara oranla bu sorun kendi doğal ortamı içinde daha kolay çözümlenebilmektedir.
Giderek oranı azalsa bile, bizde yaşanan örneklerde aile ve yakın çevrenin desteği bir oranda mevcut olmakla birlikte, buna devletin kurumsal anlamdaki desteği eşlik edememektedir.
Oysa devletin bu noktadaki desteğinin çoğalması, başlı başına bir kurumsal yapıyı oluşturmaktan hem çok daha kolay ve hem de çok daha anlamlıdır.
Bugün "iane ve yardım" biçiminde olgu temelinde verilen bireysel destekler yerine tüm toplumu kapsayacak modellerin oluşturulması ve uygulamanın sürekli kılınması, kapsamının genişletilmesi mümkündür.
Ama bunun için her şeyden önce "insanı" öncelemek gereklidir. Oysa bizimki dahil pek çok devlet yeğledikleri kapitalist ekonomik politikaların bir sonucu olarak, ekonomik olanaksızlıklar ve benzeri diğer gerekçelerle bunu gerçekleştir(e)memektedir.
"Kar etme"
Geçtiğimiz dönemde en azından maddi olanağı olan kesime yönelik olarak oluşturulan özel ya da özerk örgütlenmeler şeklindeki "huzurevleri" girişimlerine hep birlikte tanık olmuştuk.
Bunların bir bölümünde ciddi işletme sorunları da yaşandı. Bir bölümünde ise orada yaşayanlara yönelik olarak bir anlamda "sömürü" sayılabilecek çeşitli olumsuzluklarla yüz yüze gelindi. Gerek ilgisizlik gerekse denetimsizlik sonucu çeşitli "mağduriyet"lerin bile oluşabildiğini duyduk, öğrendik.
Kanımca bunun nedeni de yine kapitalizmin "daha çok kâr" etme mantığıdır. Çünkü kapitalizm insanın talep ettiği ya da gereksindiği her şeyi pazarlayabilmekte ve yaşamın her dönemindeki insanı "tüketici" kılmanın yolunu bulabilmektedir.
Bunu yaparken "zorunluluk" ve "süreklilik" en önce dikkate aldığı koşullardır. Oysa "zorunluluk" ve "süreklilik" unsurlarının söz konusu olduğu gereksinimler, artık kapitalizmin ana aracı olan "rekabet"i ortadan kaldırır. Çünkü rekabet seçimin olduğu ama zorunluluğun olmadığı koşullarda var olabilir.
Bunun kalktığı durumlarda, ne satılırsa satılsın, süreci kapitalizmin pazarının insafına terk etmek, insanı yok etmekle eş anlamlıdır.
Diğer yandan işin içine "kâr etme" unsuru girdiğinde de olması gerekenler, talep edilenler, insana yakışır olandan uzaklaşma gündeme gelir.
Bu tür durumlarda; toplum adına hizmet veren "devlet"in araçları devreye girmeli ve gereksinimleri karşılayacak mekanizmalar yaratmalıdır.
Hizmette ödün verilemez
İster kamunun olsun, ister özel sektöre ya da yardım örgütlerine ait olsun, "huzurevleri"nin en başta kurulum aşamasında iyice değerlendirilmelidir. Asgari standartları belirlenmeli veya oluşturulmalı, kesinlikle bunlardan özün verilmemeli; gerek alt yapı, gerek donanım, gerekse personel olarak eksiksiz bir şekilde hizmet sunulması sağlanmalıdır.
Bu tür kurumlar faaliyete geçtiklerinde de "sürekli bir denetim ve izleme sistemi" altında çalışmalarını sürdürmelidir. Bu denetimin kamusal nitelikte ve toplumun katılımıyla yapılması olmazsa olmaz unsurladır. Demokratik yöntemlerin kullanılması, yönetimde açıklık, şeffaflık ilkeleri ve katılımcılık temel alınmalıdır.
Üçüncü bir önemli nokta da toplumsal dayanışma ve destek anlamında gönüllü yapıların oluşması ve sürece katılımlarının özendirilmesidir.
Toplum ve bireyler de bu konularda daima "bugün onaysa yarın bana" yaklaşımını benimseneli, gerçekleştirilen hizmetin bir gün kendimizin de işine yarayacağı öngörülerek tam bir hizmet talep edilmeli ve bu koşulda desteklenmelidir.
"Huzurevi" için örgütlenmişler
Birkaç gün önce bir kentimizde, en azından "huzurevi" biçimindeki bir desteğin sağlanmasını hedefleyen bir gönüllü örgütlenmenin oluşturulduğu haberini okumuştum.
Bu örgütlenme her ne kadar "kurumsal talep" olarak yukarıda sakıncalarından söz ettiğim "huzurevi" modelini gündeme getirse de; bunun gerçekten de çok önemli bir adım ve önemli bir başlangıç olarak nitelenmesi gerektiğini düşünüyorum.
Çünkü çeşitli kurumlara ait "huzurevleri" bulunsa da bugüne kadar bunu bir "hak" olarak gündemine alan örgütlenmeler ne yazık ki yoktu.
Şimdi oluşan bu örneğin; hem süreç içinde daha uygun "model"leri gündeme getirme potansiyeli nedeniyle, hem de şu anda herkese sunulabilecek ve kimi eksiklikleri toplumsal dayanışma temelinde karşılanabilecek yapılar olması yüzünden; desteklenmeli ve katkıda bulunulmalıdır.
Diğer yandan bu tür örgütlenmeler bu tür kurumların giderek bir yandan da bir "rant" kapısı oluşturabildiğini de unutmamalıdır. Dahası bu tür bir gelişime daha baştan izin vermeyecek bir yaklaşım içinde olunması gereklidir. (MS/BA)