Bilimsel çevreler; mevcut "iktidar"lardan umutlarını kestiklerinden olmalı ki "politikacı"lara bu tür yol gösterici çabalarda bulunmazlar. Hoş bilim insanları bunu yapsalar da "politikacı"lar bunlara pek kulak asmaz ya neyse.
Politikacılar daima kendi bildiklerini, daha doğrusu ya "öyle zannettiklerini" yaparlar ya da "başka yerlerden" kendilerine dikte ettirilenlere göre "politikaları" belirlerler.
Bu konuda hükümetlere "muhalefet" eden meslek ve emek örgütleri ise her zaman "yanlışlara itiraz" edip, "doğruları" dile getirseler de görüşlerini nadiren bu tür bilimsel çalışmalara dayandırırlar.
Onun için aslında "doğru" olan düşünce ve görüşleri, çoğu zaman salt "muhalefet" etmek için yapılan eleştiriler olarak değerlendirilir ve bu nedenle de dikkate alınmaz.
En çok çaba halk sağlığı uzmanlarından
Sağlık alanında özellikle de hasta ve yakınlarının sağlık hizmetine yönelik talepleri, tercihleri, alışkanlıkları, bilgi, tutum ve davranışlarıyla ilgili olarak da ne yazık ki yeterli bilimsel çalışma yoktur.
Bu konuda en çok çaba gösterenler ise adını pek az insanın duyduğu, çoğu kere "hekim" bile sayılmayan "halk sağlığı uzmanları"dır.
İşte bu önemli uzman grubunun kendilerine sürekli eğitimlerine yönelik olarak düzenledikleri kongrelerde, toplantılarda sunulan ve kamuoyuna yeterince yansımayan bilimsel dergilerinde yer alan, bu nedenle pek de topluma ulaşmayan, gerçekten önemli araştırmaları vardır.
Bir süredir bu köşede anlatmaya çalıştığım "yaşlılara yönelik sağlık hizmetleri" konusunda yapılmış birkaç çalışmayı; savunduğum görüşleri destekleyen yanları nedeniyle sizlere aktarmak istiyorum.
Evde ya da huzurevinde
Bunlardan birisine ilişkin haberler medyada da kendisine yer buldu. Anadolu Ajansı'nın muhabirlerinin bu tür konulardaki duyarlık ve alışkanlıkları sayesinde haberdar olduğumuz bu araştırmanın sonuçlarına göre; toplumun geniş kesimleri gibi huzurevi sakinlerinin de "depresyon"da olduğunu öğrendik.
Cumhuriyet Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Öğretim Üyesi Doç. Dr. Selma Doğan ve Selçuk Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu öğretim görevlisi Nihayet Aksüllü'nün "Huzurevinde ve evde yaşayan yaşlılarda algılanan sosyal destek etkenleri ile depresyon arasındaki ilişki" konulu araştırmaları Malatya Huzurevi'nde yaşayan 74 ve kentte kendi evinde yalnız ya da ailesiyle yaşayan 86 yaşlı üzerinde yapılmış.
Bunun sonuçlarına göre evinde yaşayan yaşlıların yüzde 89,5'inin aileleri tarafından "sevilip sayıldıkları" halde; huzurevinde kalanların yüzde 87,5 oranında "önemsenmediklerini düşündükleri" ortaya çıkmış.
Kuruma özgü eksikliklerin ötesinde bazı somut gerçekleri ortaya koyan araştırmada, yaşlıların bu değerlendirmelerini, "yaşlılık" konusundaki düşünceleri de destekliyor.
Olgunluk ya da yalnızlık
Araştırmacılar, evde ve huzurevinde kalan yaşlılara "yaşlılığı" sorduklarında aldıkları yanıt şöyle olmuş: Evde yaşayanların yüzde 59'u yaşlılığı "olgunluk" saymışlar ama huzurevinde yaşayanların yüzde 55,4'ü yaşlılığı "yalnızlık, işe yaramazlık ve bağımlılık" olarak tanımlanmış.
Dahası huzurevinde yaşayan bu grubun yüzde 80'i kendilerini "terk edilmiş ve yalnız" hissettiğini vurgulamış.
Yaşlıların sağlık konusundaki ilgi ve bilgilerini sorgulayan bir başka bilimsel araştırma da İzmir'de yapılmış.
60 yaş üstü "sağlık algısı"
İzmir Ege Üniversitesi Hemşirelik Yüksekokulu Halk Sağlığı Hemşireliği Anabilim Dalı'nda görevli A.Bayık, S.Altuğ Özsoy, A.Uysal, Ş.Ergül, B. Vural ve B.Yıldırım tarafından gerçekleştirilen bu araştırmada bu kez yaşlıların "sağlık algıları" değerlendirilmiş.
Yaşlılara, sağlığı koruma, sağlığın sürdürülmesi, sağlık eğitimi gibi sağlık hizmetleri verirken, yalnız sağlık göstergelerini değil, yaşlıların algıladıkları sağlık anlayışının temel alınmasının gerektiği doğrusundan hareket eden araştırmacılar; İzmir İli Bornova Sağlık Grup Başkanlığına bağlı altı sağlık ocağı bölgesindeki 60 yaş üstü yaşlı bireylerden 167'sini evlerinde ziyaret edip bir anket yapmışlar.
Ankette hem sosyal ve demografik durumları yanında; sağlık, sağlıklı olma, sağlığı koruma gibi kavramlara ilişkin algılama ve uygulamalarına ilişkin durum ve düşünceleri sorgulanmış.
Araştırmaya katılanların çoğu (yüzde 70,7) kadın olan, yaşlıların yüzde 63'ü "sağlıklı olmayı" yalnız "fiziksel iyilik" olarak tanımlamış. Yüzde 18.6'sı ise sağlıklı olmayı "fiziksel, psikolojik ve sosyal yönden tam iyilik hali" olarak nitelemiş.
Bu tanımı yapanların göçmen ve daha uzun süreler ülkemizin batı bölgesinde yaşayan yaşlıların oluşturduğu ortaya çıkmış.
"Sağlık" ve "toplumsal yaşam" bakımından
Araştırmacılar çalışmanın sonucunda "Sağlıklı olmayı tanımlarken yalnızca fiziksel sağlıktan değil sosyal ve psikolojik sağlıktan bahsetmeleri sağlığa bütüncül yaklaşımın yaşlılar tarafından benimsenmesi açısından sevindiricidir" şeklinde bir sonuca varmışlar.
İki araştırma bir arada değerlendirince; yaşlıların eğitim ve yaşam düzeylerinin belirlediği bilinç durumlarına göre sağlıkla ilgili algıları ve taleplerinin değiştiği ve bu taleplerin yerine gelmesi konusunda "huzurevleri"nin ne sağlık, ne de toplumsal yaşam biçimi olarak yaşlılara uygun olmadığı ortaya çıkıyor.
Adı "huzurevi" olsa da bu tür kurumlarda çok "huzurlu" bir şekilde geçmediği ve en azından bazı toplumsal desteklerin söz konusu olması gerektiği anlaşılıyor.
Peki çözüm ne?
Öncelikle çözümün çok kolay olmadığını söylemeliyiz. Ama yine de çözüm için toplumun ve bireylerin ne söylediğine daha çok kulak vermek, insanı öncelemek, gerçeklerin ne olduğuna ilişkin daha çok veri toplamak, daha çok bilgi üretmek gerektiğini savunabiliriz.
Bu yaklaşım aslında bir "işbirliği" ve "sorunun gerçek muhatabının çözüme katılması" anlamına gelir. Eğer bu yaklaşım benimsenirse çözümlere daha kolay ulaşılacağını öngörebiliriz.
Çünkü bir çok durumda "doğal ve kendiliğinden" oluşan çözümler doğrudan o sorunları yaşayanlarca ortaya konur ve bunlar genellikle en başarılı çözümler olur.
Oysa bilmeyenler, masa başında çözüm üretenler, bilmedikleri konularda bir şeyler yapmaya yeltenenler, ya da "çaresizlikler" üzerinden çözüm belirleyenlerin bulduğu çözümler gerçekten çözüm olmak bir yana yeni sorunlar üretirler. (MS/BA)